Özgün Enver Bulut
Ağır yük
Kaç zamandır evdeyiz, evlerimizin içini ısıtıyoruz, evlerimizi sevmeye başladık sanki. İnsanlar evlerinin içinde erteledikleri düzenlemelerle uğraştılar bu sürede. Kimi kitaplığını düzenledi, kimi depolarını temizledi, kimi de düzenli olan odalarını dağıttı. Okudukları kitaplardan, dinledikleri müziklerden, izledikleri filmlerden söz ettiler. Temizlikle içli dışlı oldular biraz. Evler daha bir temizlendi, hijyen olma durumları tavan yaptı.
Tuhaf olanıysa, bunu gözle görünmeyen minik bir canavarın yapmasıydı. Hayatları etkiledi, dünyanın mevcut düzenine çelme takarak ‘ağır ol bay kapitalizm’ dedi. Dedi de, daha çok yoksulları vurarak yaptı bunu yine. Tencerelerine göz koydu, aşlarını, işlerini dağıtarak işsizler ordusu yarattı, fabrikaların bantlarını susturdu. İstatistikler yine onlar üzerinden yapıldı. Hızını kesmedi, işleri daha da ileri götürerek büyük bir ekonomik bunalım yarattı, mali olan her şeyi yakıp geçti. Kısacası her insanı canlı bomba olarak sokaklara saldı. Geliyorum diyen ve sürekli gizlenen krizin ortasına attı onları.
İşte böyle bir dönemde bir şairin notları olarak okunsun aşağıdaki satırlar. Belki tamamlanmamış şiirlerinden düşmüştür, belki not alınan bir defterin sayfalarından, belki de gönderilmemiş mektuplardan. Can sıkıntısı notları olarak okunmasın ama. İç ses, içten ses gibi algılansın. Gecenin sabaha taşınan son karanlığı, günün ilk ışıklarına düşen bir serzenişi sayılsın. İşte o notlardan taşanlar.
Hava bulutlu, içim sanki huzursuz. Karamsarlık gibi şeyler koşturuyor beynimde. Karamsar bir adam ne söylemek isteyebilir ki? Oysa sevginin dili ile bakıyorum yanıma, yöreme. Sevginin gücü ile gözlerin içinden geçiyorum. Sevginin büyüklüğü ile hayaller kuruyorum.
Bugün sevgi kalbimi yalnız bırakıyor sanki.
Yağmur yağsın istiyorum, yüzüme yağmur damlaları düşsün. Ruhumun paramparça yanını alıp götürsün o damlalar. Kır çiçeği olup, kokusu ile ısıtsın beni. Ya da çok sıcak bir selam ile gönlümü mest etsin. Ve ben o sıcaklıkla yanıp yoluma devam edeyim.
Kendimle konuştuğum, kalbimin atışını dinlediğim ve asla iz bırakmadığım bir gidiş hikâyesiydi yol. Yaptıklarından utanmayanların yerine utandığım, günahlarını öbür dünyaya havale eden melunların yerine günaha girdiğim bir çilehaneydi. Dünyanın bütün kötülüklerini sırtıma yükleyip de yaşamın son gününe taşır gibi koştuğum sonsuzluk labirentiydi.
Unutulmayan seslerin yaktığı yerde derin izler kalır. Çocukların bedenleri kalır. Kedilerin miyavlaması, köpeklerin havlaması, bir ceylanın gözleri, bir vaşağın korkusu kalır. Şu dünyayı tersinden döndürüp, sıkıca sallasalar, ülkelerin yerleri değişse, gökyüzündeki yıldızlar bir bir dökülse, gündüz gece, gece gündüz olsa, dünyada iyi adına bir şey kalmasa, yine de küçük bir tohumla dünyayı güzelleştirecekler mutlaka olacaktır. Onlar huzursuzluğu aşka dönüştürerek, yollarda çile çekmeye devam edecekler.
Koşturduğum yolda kimseler kalmamış. Hava hâlâ kapalı, karanlık ve yağmurlu… Çölün orasında bir kervanla yürüyor gibiyim. Ya da yaşadığım kentin çölleşen ruhundan bana yansıyan görüntü bu! Yağmur damlalarıyla çamura dönmüş toz bulutları kapatmış camımı. Cam değil kapattığı, canım. İçim zarfa konulmuş kirli bir kâğıt. Dışarısı zor görünüyor. Binaların olmayan çatıları, minareler ve beton yığını bir kentin kirliliğini görebiliyorum. Ama demek lâzım. Yine de demek lâzım. Israrla başlamak lâzım.
İçimde düşlerime giden başka bir yol hâlâ var. Hâlâ kalbim beni ben eden güzelliklerle dolu. Israrla kalbimin ve düşlerimin bana sunduğu bereket tarlasında ilerlemeye devam ediyorum. O ses, o çığlık, o kanlı fanila, o gözler benimle. Bir tür sığınak bedenim, haklıların mirasını taşıyor. Kuşaktan kuşağa taşınan ağır yükler bunlar. Yine de her türlü kötülüğü vicdanımda kırıp atıyorum.
Tuhaf bir şekilde üşürken terliyorum. Zayıf vücudumdan cesaret filizleniyor. Her bir ter damlası cesaret üretiyor. Kalbimde kavak ağacı gibi dik duran kadınlar, adamlar, çocuklar, yetimler… Avucumda kır çiçekleri, uçuşan kelebekler, uğur böcekleri…
Evden konuşuyoruz. Kapımızın dışına bıraktık kederi. Kapı bizi kötülüklerden koruyan, onun eve girmesini istemeyen ilk korunağımız. Şimdilik burada güvendeyiz. Ya da biz öyle düşünüyoruz. Her şey bir gün geçecek. O zamana kadar çok şey yitireceğiz. Bu kesin. Ancak yeni duygular, yeni bir bakış açısı da oluşturacağız. Kapımızın bu tarafına yeni bir dünya doldurduk ve onları dışarıya taşımak için gelecek olan o büyük hayatı bekliyoruz. Çürümüş ve çürüyecek olanı gömmenin tam da sırası.