Ahmet Altan, sivil bir isyan!

'Korkacaksanız, sevdiklerinizin tutuklanmasından, ölmesinden değil, onların boyun eğdiklerini, onurlarından vazgeçtiklerini, ruhlarını sattıklarını görmekten korkun.'

T.C., İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi, Ahmet Altan, Mehmet Altan, Nazlı Ilıcak, Şükrü Tuğrul Özşengül, Yakup Şimşek ve Fevzi Yazıcı 'ya "Anayasayı ortadan kaldırmak"tan ayrı ayrı ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verdi.

Birleşmiş Milletler (BM) Düşünce ve İfade Özgürlüğü Özel Raportörü David Kaye ve Avrupa Güvenlik ve İş birliği Teşkilatı (AGİT) Medya Özgürlüğü Temsilcisi Harlem Desir, "karar ifade özgürlüğüne ve basın özgürlüğüne kabul edilemez bir saldırıdır" dedi. 

Desin, o laflar hukuken.

'Atı alan Üsküdar'ı geçti' fiilen. 

Revaçtaki politika, Üsküdar'ı geçmek.

11 Ocak'ta da Anayasa Mahkemesi, M. Altan ve Şahin Alpay'ın yaptığı  ifade hürriyeti kapsamlıdır, serbest bırakılmalıdır dedi ama mahkeme reddedince müebbet, karar oldu.

Yani şimdi biri çıkıp da bu mahkeme kararı, hükümet ne karışır demesin, adalete tebessüm-i elem ettirmesin.

Subliminalin bir 'delil' olduğuna kim kanar, geçmişi yok, hukuku yok,  bir anlık etkileme olarak kullanan reklamcılar bile şaşırdı duyduğunda. 

Ciddiyi bırak, her hangi bir delil dahi bulmadan verilen hüküm 18 yıl olsa, müebbet olsa ne yazar, hüküm kaç kez gölgelendi siyasal damgayla.

Çok yorumlayan oldu ama Anayasa Hukuku profesörü Mustafa Erdoğan'ın şu yorumundan sonra iyice perçinlendi: 

"Anayasa Mahkemesi'nin ihlâl tespit kararı ilgili mahkemenin kararının açıkça anayasaya ve hukuka aykırı olduğunu tespit eden ve gereği ancak ihlâlin derhal kaldırılması yoluyla yerine getirilebilecek olan bir karardır." 

Verilen rahmetli Turgut Özal'ın ifadesiyle hüküm, açık ve seçik olarak hak savunucusu yazar Ahmet Altan'ın düşünceleri ve duruşuna siyasal bir 'ceza'. 

Altan'a, adeta  'dışarıda mangalda kül bırakmayan cümlelerle yazmak kolay, kodese gir, müebbeti al da gör gününü' dendi. 

Altan kodese girdi, müebbeti aldı ama 'gününü görmedi', boyun eğmedi, pusuda bekleyenlere 'gün gösterdi', "yol gösterdi.'

Savunmasıyla bir hukuk ve dik duruş dersi verdi:

"Bugüne kadar yüzlerce kez yargılandım. 28 Şubat'ta yargılandım, sıkıyönetim mahkemelerinde yargılandım, devlet güvenlik mahkemesinin ucubelerinde yargılandım, fakat ilk defa anayasa suçu işleyen bir mahkemede yargılanıyorum. Böyle bir yargılama ne Osmanlı'da ne Cumhuriyet tarihinde görüldü. Hiçbir devlet, iki siyasetçiyle iki yargıcın hukuk devletini çökertmesine izin vermez. Vermeyecektir de. Hukuk dışı, Anayasa dışı, yasa dışı yolculuktan vazgeçmeniz herkes için daha hayırlı olacaktır" dedi.

Devleti hukuka, kanunlara davet etti.

Davet eden, eski TİP milletvekili, yazar Çetin Altan'ın oğluydu ama o kendi mücadelesiyle, bedelini göze ala ala  Ahmet  Altan oldu.

Ahmet Altan ne sağcı ne solcuydu.

Solcuymuş gibi boş yere eleştirilse de yüzü sadece sola dönük, ama haklı bulduğu için düelloyu göze alan bir doğrucuydu. 

Televizyonlarda, yazılı basında yılmaz bir insan hakları savunucusu bir gazeteci, çok okunan romanların yazarıydı.

90'lı yılların başında televizyondaki Kırmızı Koltuk proğramında konukları tam anlamıyla "soruya çekti"; çanak sorularla iktidar propagandası yapmadı, hak ve özgürlüklerin yolunu açtı.

O programlar, güvenilirliğini büyüttü.

Ve hatırlaması bile bir kabus olan devamı yıllar, 93'de zirveye çıkan katliamlar, insanların canhıraş çığlıklarla diri diri asit kuyularına atıldıkları, faili meçhullerin yoğun olduğu o dönemde, aralık 1994'de, Özgür Ülke gazetesi bombalandı, ölü ve çok sayıda yaralı vardı.

Aydınlardan çıt yok, korku sarmışken her tarafı,  Altan, sahip çıktı, koşa koşa gitti, Özgür Ülke'yle dayanıştı, Beyoğlu'da bir militan gibi Özgür Ülke dağıttı.

Yine o günlerde, hükümden beter baskılara aldırmadan statükoya tavır aldı, kendisini Milliyet'ten kovdurtan  "Atakürt" yazısını yazdı.

Sicillendi, tescillendi, herhalde o yazıdan sonra 'defteri dürüldü'.

Artık iflah olmazdı, herkesi ona taş attırıcaklardı.

Sağ zaten atıyordu, devletin eteğinden tutan 'sol' da.

Statükoya karşı demokrasi mücadelesi devlet içi kavgada kullanılmak istendi.

Öyle umuldu..

O bir komünist değildi, sınıf analizi ondan beklenemezdi.

Ama pabuç bırakmadı.

Kendi yoluna çekildi, bildiklerini açıklaması kodesle durduruldu. 

Roman yazarı, popüler gazeteci ve düşün adamı Ahmet Altan içeride yılmadı, mahkeme salonlarında baskıların verdiği korkulara karşı, sivil asi, evrensel doğru demokratik duruşu savundu:

"Unutmayın hayat geçici bir şeydir, hepimiz öyle ya da böyle geçip gideceğiz, korkmaya değmez. Korkacaksanız, sevdiklerinizin tutuklanmasından, ölmesinden değil, onların boyun eğdiklerini, onurlarından vazgeçtiklerini, ruhlarını sattıklarını görmekten korkun."

Ve gazeteci meslektaşlarına da seslendi:

"Gazetecilerin, devlet konusunda kendi mesleklerinden uzaklaşıp "devlet görevlisi" kılığına girmesi toplum için en büyük tehlikelerden biridir ve bu büyük tehlike dünyanın her yerinde, her toplum için vardır."

Tarih şahittir ki, delilsiz, siyasi  hükümlerin hükmü yoktur, her hüküm bir siyasi karardır.

Siyasi hükümle gelen siyasi hükümle gider.

Atı alan Üsküdar'ı geçse de, 'yanlış hesap Bağdat'tan döner.'

Önceki ve Sonraki Yazılar
İlker Demir Arşivi