AİHM ve totaliter rejimler

AİHM ancak medeni hukuk devletlerinde bir nedenden yaşanan, marjinal diyebileceğimiz, yapısallaşmamış hukuk, insan hakları ihlallerine müdahale edebiliyor.

Bazı gelişmeler, bazı yorumlar AİHM hakkında aklıma gelen bir-iki fikri paylaşma ihtiyacı doğuruyor bende.

Türkiye’de AİHM’den kimse memnun değil.

Başbakan Yardımcısı Sayın Bekir Bozdağ’ın basına yansıyan bir demeci gözüme çarptı, Hükümet cenahı AİHM’den çok da memnun değil.

Bu durumu, çok sayıda ihlal kararı veren bir mahkemeden bir Hükümetin hoşnutsuzluğu olarak değerlendirebilirsiniz ama mesele kanımca bu kadar basit değil.

AİHM ile bireysel başvuru üzerinden doğrudan ya da dolaylı ilişki kuran vatandaş da pek memnun görünmüyor.

Basında AİHM’i yerden yere vuran çok sayıda değerlendirme görüyorum, beklentiler ile gerçekleşmeler anlaşılan tam uyuşmuyor.

Bu durumun bir açıklaması olmalı.

Hem Hükümet hem de vatandaş şikayetçi ise demek ki AİHM işini iyi yapıyor demek de çok doğru olmayabilir.

Meselenin daha yapısal bir açıklaması olmalı.

Ben de bu konuya ilişkin şahsi görüşümü burada okurlarla paylaşmak istiyorum.

Avrupa Konseyi ve yargı organı AİHM demokratik hukuk devletlerini bünyesine alan kuruluşlar.

Çok daha az sayıda üye ülke ile başlayan süreç bugün 47 ülkeye ulaşmış bulunuyor.

Ve bu 47 üye ülkeden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine uyması, AİHM içtihadını kabullenmesi ve uygulaması bekleniyor.

Daha da ötesi Sözleşme’nin 46. Maddesi üye ülkelere AİHM içtihadı doğrultusunda iç hukuklarında düzenleme mecburiyeti getiriyor.

Başka bir ifade ile AİHM medeni hukuk devletleri temelinde oluşmuş bir yargı organı.

Bu medeni hukuk devletlerinde Sözleşmenin maddelerinden biri ya da daha fazlasının ihlal edildiği gerekçesi ile vatandaşlar başvuru yapıyorlar, AİHM duruma bakıyor ve bir ihlal kararı ya veriyor ya da vermiyor.

AİHM’in yetkisi bu kadar, ihlal durumunda da bir tazminata hükmediyor.

Mesele bir yargı tercihinden değil de bir yasal düzenlemeden kaynaklanıyor ise, bu düzenlemenin de hemen değiştirilmesi isteniyor.

İhlal kararı meselesini çok basitleştirelim ve şöyle bir örnek verelim: Bir gösteri yürüyüşünde bir güvenlik görevlisi görev sınırlarını aşıyor ve bir göstericiye şiddet uyguluyor; şiddete maruz kalan bu gösterici de yargıya başvuruyor, yargı kendisini haklı görürse mesele iç hukukta kapanıyor ama şayet polisin şiddet uygulamasını yerinde gören bir hakim ve hakimler varsa (Yargıtay dahil) konu AİHM’e taşınabiliyor, AİHM de ya ulusal yargının kararını yerinde görüyor ya da Sözleşmenin bir ya da daha fazla maddesinin ihlal edildiğini söylüyor.

Buraya kadar işler normal.

Önemli olan bu ihlal kararından sonra üye devletin bu ihlal kararını nasıl karşıladığı, gereklerini hemen yerine getirip getirmediği meselesi.

Medeni bir hukuk devleti altında imzası olan sözleşmelere uyar.

Daha önce de çok söyledim, bir devletin şerefi ona buna babalanmaktan değil altında imzası olan anlaşmalara, sözleşmelere mutlak uyumdan geçer.

Son zamanlarda AİHM ve bazı üye devletler arasında yaşanan gerginliğin temel nedeni, isimlerini burada tek tek saymak istemiyorum -malumun ilanı olur- söz konusu devletlerin medeni hukuk devleti vasıflarını büyük ölçüde yitirmeye başlamış olmalarıdır.

Bu durumda aklıma ilk planda en azından altı üye ülkenin ismi geliyor.

Bu ülkeler kendi iç siyasetlerinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ruhundan kopmuş durumdalar.

Bu durumda AİHM ile ilişkileri de çözümsüz bir noktaya geliyor.

Mesele somut bir davada somut bir karar meselesi değil.

Konu çok daha yapısal hale gelmiş bulunuyor.

AİHM gibi, insanlık kazanımlarının, temel hak ve özgürlüklerin korunmasının çok önemli bir kristalleşmiş kurumunun işini gereği gibi yapabilmesi iki koşula bağlı.

Ya medeni hukuk devleti olmaktan sapmış ülkeler tekrar AİHS ruhuna geri gelecekler, ya da Avrupa Konseyi üye adedinde azalma yaşayacak.

AİHM başvuruları en temelde Sözleşme ruhunda marjinal sapmaların ihlal olarak değerlendirildiği ve karşılıklı itimat esasında bu sapmaların düzeltildiği süreçlere tekabül ediyorlar.

Sözleşme ruhundan sapma çok büyük oranlara varmış ise AİHM’in de yapacağı bir şey pek yok.

AİHM için en temel mesele ulusal yargının kalitesi, gerçekten bağımsız ve tarafsız olması.

Ulusal toplumun çok önemli bir bölümü, Avrupa camiası şayet yargının artık tümüyle siyasi iktidara bağımlı olduğunu düşünüyorsa AİHM’in işi zor hatta imkansız.

Tekraren ifade ediyorum, AİHM sürecinin sağlıklı işlemesi ihlallerin, yargı ve yönetim düzeyinde bireysel, hatta marjinal kaldığı ortamlarda mümkün.

AİHM’in işi faşizmle, totaliter yönetimlerle mücadele etmek değildir.

Yapısı, kuruluş mantığı buna izin vermiyor.

AİHM ancak medeni hukuk devletlerinde bir nedenden yaşanan, marjinal diyebileceğimiz, yapısallaşmamış hukuk, insan hakları ihlallerine müdahale edebiliyor.

Bilemiyorum, muradımı anlatabildim mi?

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eser Karakaş Arşivi