Ragıp Zarakolu
Alacakaranlıkta yıkıntılar arasında
Kanatlarını gövdesine dolamış / Yaralı kuş
Kendine ağıt yakan kent / Tenhaydı / Tüm vakitler
Yaralı kuşa sardım saçlarımı
Titreyen çocuğun bedenine / Nefesimi
N. Mehmet Güler
2011 yılının Ekim ayı çok yoğun geçti benim açımdan. Önce Frankfurt kitap fuarındaydım, IPA Yayınlama Özgürlüğü Komitesi yıllık toplantısı için. Sonra alelacele geriye dönüş acı bir haberle.
Kalp rahatsızlığına karşın 2 yıldır haksız yere hapiste tutulan ve tedavi edilmeyen çevirmen Suzan Zengin, bırakıldıktan sonra yapılan zorlu kalp ameliyatından sonra girdiği 15 günlük komadan sağ çıkamamıştı. Cenazesinin ancak sonuna yetişebildim.
Sonra Diyarbakır’a gittim. Diyarbakır ana kent ve Bağlar Belediyesi'nin omuz vermesi sonucu, on yıllardır kapalı olan Surp Giragos Kilisesi'nin açılışını izlemek için.
Ve kiliseyi açmak üzere gelen davetliler arasında "Gavur Mahallesi"nin yazarı Mıgırdiç Margosyan’ın en önde kiliseye girişi çok duygulandırmıştı beni.
Biz gerilerde, Raffi Hovannisian ile gözlemliyorduk açılışı. Bir düş gerçekleşiyordu. Oğlu Garin’in kitabını babası Robert, Agos’ta vermişti bana. Dört kuşağın öyküsü…(*)
Raffi Hovannisian, Ermenistan Cumhurbaşkanlığı seçiminde %35 almıştı, 2011 Mart seçimlerinde. Bir süre sonra açlık grevine girmişti, seçim hilelerini protesto için.
Yani uluslararası bir katılım vardı açılışta.
Robert Hovannisian, ABD’de Ermeni tarihine ilişkin kendini kabul ettirmiş ilk akademisyendi 60’lı yıllarda.
Ve torunu Garin, 1915’den sağ çıkmış ailenin öyküsünü yazmıştı. Robert Hovannisian bana kitabı keyifle verdiğinde ben mesajı almıştım. Kitabı genç çevirmen arkadaşlarımızdan birine teslim edecektim.
Ve Diyarbakır bürokrasisi Raffi’nin orada olduğundan haberdar değildi.
Raffi’nin eşinin ve Garin’in ben Kandıra’da hapiste iken, Belge Yayınları'nı ziyaret etmesi beni çok duygulandırmıştı.
Raffi daha sonra Ararat’a da tırmandı. Şair Şiraz’ın mezarından aldığı toprağı zirveye koyacaktı. Vasiyetiymiş.
Oğlum Deniz, ekim başı BDP Siyaset Akademisi'nde siyaset felsefesi dersi verdi gerekçesiyle ay başında gözaltına alınmıştı, oğlum Sinan ile birlikte ziyarete gitmiştim konulduğu Edirne Cezaevi'ne. Şimdi Demirtaş orada.
Tuhaf bir psikolojim vardı Diyarbakır’da, uyurgezer gibiydim.
Ve bir gece Sur’a iç kaleye yürüdüm, alacakaranlıkta birçok resim çektim.
Eski cezaevinin çevresinde yapılan kazılarda iskeletler çıkmıştı. Kim bilir hangi zamandan kalan.
Alacakaranlıkta yıkıntılar arasında dolaşmak.
Sanki yaklaşan felaketi hisseder gibi. Gerçek Diyarbakır, Suriçi neredeyse tamamen yok oldu 2015 sonbaharında.
Nereden bilebilirdim, Suriçi de eski Van gibi ölü bir şehir olacak bir süre sonra.
Ve Hrant gibi, Tahir Elçi de vuruldu, kadim Amed’in yıkımını engellemeye çalışırken.
Tam o sırada Van yerle yeksan olmaz mı? Yani alametler belirmişti Nazım’ın deyimi ile.
Batı Ermenicesinin en iyi genç şairlerinden Vercihan da oradaydı, gazeteci olarak.
Ama Van’a gidecek davetliler otobüsünde yer bulamaz her nedense. Bürokrasi/hiyerarşi ah! Bir an önce depremi haber yapmak üzere orada olmak zorunda.
Şanslı ki, Belge yazarlarından N. Mehmet Güler Amed’de o sıralar. Zaten Vanlı ve aklı orada, ailesinde.
Ondan rica ediyorum Vercihan’ı almasını.
Bana bir cep mesajı geliyor cepten. Yıkıntılar arasında sağ kalan birkaç insana ilişkin. Bu mesajı da onlara veriyorum. Galiba da işe yarıyor.
ANZ ile ilk evimizi Kuzguncuk’ta tutmuştuk, 1972 Aralık'ında ben Selimiye’ye konmadan önce. İthaka’ya dönmek gibi içimde bir dürtü vardı Kuzguncuk’a ilişkin. 27 Ekim akşamı, yukarılarda Koru’dan Boğaz’a bakan bir katı kiralamak üzere sahibi ile anlaştım.
28 Ekim sabahı Büşra Hoca'nın ve genç Büşra’nın gözaltına alındığını öğrendim. Sağa sola haber verdim. 28 Ekim akşamı 7 sularında Erenköy’deki evime vasıl oldum. Bahçe kapısını açarken gözaltına alındım TC’nin genç timi tarafından. Herhalde akşama kadar karar verememiş yukardakiler. Yoksa adetleri sabahın köründe gelirler. Zaten önceki gün de takip altındaymışım. İcadiye’de yürürken genç birileri "merhaba hocam" diye selam vermişlerdi. Okurlarım sanmıştım. Meğerse değillermiş!
Bütün bunları bana, önceki gün kapak safhasında çıkacağını öğrendiğim, N. Mehmet Güler’in "Yasak Nehrim" adlı yeni şiir kitabı hatırlattı. Bana sürpriz yapmak iştemişler anlaşılan. Uyarayım: 79. sayfadaki şiirin başlığı, "Yasak Hehrim" olmuş!
Güler’den, her yana çekilen, kimsenin de ne olduğunu anlamadığı 2007’den beri birçok kimsenin gözaltına alınan KCK hakkında bir kitap yazmasını istemiştim. Yazdı. Yazar ve yayıncı olarak birlikte yargılandık, mahkûm olduk. (**)
Ama nereden bileyim, KCK İstanbul (Asıl adı BDP Siyaset Akademisi Davası olmalıydı) davasından dolayı 2011-12 arası 5 ay tutuklu kalacağımı ve yıllar sonra 2018 yılında yeni heyetin benim için Kırmızı Bülten isteyeceğini!
(*) Garin K. Hovannisian, Anıların Gölgesinde/ Bir Ermeni Ailesinin Yüzyılı, Belge Yayınları, 2013.
(**) N. Mehmet Güler, KCK Dosyası, 2010. Ve 12 Eylül sürecini anlatan romanı, "Ölümden Zor Kararlar", 2 cilt, 2009, 2012). Ve şiir kitabı: Sessiz Dans, 2009.