Eser Karakaş
Alayınız sahtekar diyeceğim ama...
Demiyorum, diyemiyorum.
Yandaş basını ve hatta basının tümünü bir dedektif gibi izleyen biri değilim.
Yandaş basından birisinin ya da inşallah birilerinin bu sahtekarlığın dışında kalma ihtimalinin olmasını temenni ediyorum.
Reşat Petek’in başında olduğu bir 15 Temmuz Komisyonu var.
Bir de yılan hikayesine dönen, bu Komisyona MİT Müsteşarının gelip ifade verip vermeyeceği meselesi var.
Rahmetli Teoman Koman’ı hatırlayacaksınız.
28 Şubat günlerinin muhalif basını daha da iyi hatırlayacaktır çünkü Koman üzerine çok yazdılar.
Teoman Koman Jandarma Genel Komutanı bir orgeneral idi ama bir dönem de, çok önemli bir dönemde üstelik, MİT Müsteşarlığı da yaptı.
Susurluk skandalı patladı, biraz da gönülsüzce TBMM’de bir Susurluk Komisyonu kuruldu, Teoman Koman da bu Komisyona bilgilerini TBMM ile paylaşması için çağrıldı.
Koman bu davete icabet etmedi, meraklısı internetten o günlerin tartışmalarına ulaşabilir.
Mesele Teoman Koman meselesi değil idi.
TBMM bünyesinde kurulan bir komisyon bir vatandaşı bilgisine başvurmak için çağırdığı zaman bu davete icabet bir yurttaşlık görevidir.
Liberal demokratlar bu davete icabet etmeme keyfiyetini çok sert eleştirdiler.
Ama yalnız da değiller idi.
Dönemin muhafazakar basınında yazanlar da bu durumu çok sert eleştirdiler, yazılar arşivlerdedir.
Seneler aktı, geçti, önce yeni bir MİT kanunu çıkarıldı, sonra da 15 Temmuz olayı oldu.
TBMM’de yine bir komisyon kuruldu, "TBMM Güvenlik ve İstihbarat Komisyonu", MİT Müsteşarı Sayın Hakan Fidan davet edildi ama Müsteşar, tıpkı 28 Şubat günlerinde olduğu gibi, bu davete icabet etmedi.
Türkiye’de devlet zaten adeta bir "deja vu" akışı gibidir.
Hakan Fidan 15 Temmuz darbe girişimini araştırma komisyonuna da gitmedi.
İddia Hükümetin izin vermediği ama bu iddia da çok garip zira Cumhurbaşkanı da, Başbakan da, Hükümet üyeleri de Teoman Koman’ın ifade vermemesini en çok eleştiren isimler idi 28 Şubat günlerinde.
Liberal demokratlar, 15 Temmuz sonrası yazı yazabilme olanağı kalanlar, bu durumu yine eleştirdiler.
Tekraren söylüyorum, bu mesele ne Teoman Koman ne de Hakan Fidan meselesidir, TBMM’nin saygınlığını, üstünlüğünü gözetme meselesidir.
Ama bu kez 28 Şubat’ın muhalif, bugünün yandaş kalemleri Hakan Fidan’ın bu TBMM davetine icabet etmeme meselesini eleştirmediler, eleştiremediler.
Bu yüzde "alayınız sahtekarsınız" demem gerekiyor ama yapmıyorum, bu "alayınız" arasına haksızlıkla birilerini sokma endişem nedeni ile.
Aralarında mutlaka birileri çıkıp bu garip durumu eleştirmişlerdir, aksini düşünmek bile istemiyorum.
Bu sahtekarlığın kökeninde de paçalardan akan ilkesizlik yatıyor.
Mesele Koman’a, Fidan’a karşı olma meselesi olmamalıdır.
Mesele bir ilkeyi her koşulda savunma meselesidir.
Bu ilke de TBMM’nin yaptığı çağrılara icabet etmenin vatandaşlık vazifesi olduğudur.
Milli irade lafını ağızlarından düşürmeyen kimileri iş hoşlarına gitmeyen bir yöne çevrildiğinde tüm ilkeleri ayaklar altına alabiliyorlar.
İnşallah alayınız sahtekar değildir.
İnancımı, insanlar, hatta yandaşlar için bile korumak istiyorum, koruyorum.
Ama, beni en çok güldüren konuların başında bizden birilerinin yabancıları çifte standartlı olmakla suçlamaları gelir.
Eskiden maçlarda, tezahürat çok nezihmiş, galip durumda iseniz, rakip takıma ve rakip seyirciye "tabelaya bak, tabelaya bak" diye bağırılırdı.
Şimdi de bize en çok yakışan muhtemelen "aynaya bak, aynaya bak" diye bağırmak olmalı.