Çetin Gürer
Allah’ın Lütfu
Her şey kanuna uygun; aynı Hitler’in seçimle parlamentoya girmesi; 1933-34’te Gleichschaltung -siz KHK diye okuyun- yasasıyla tüm muhalifleri, demokratları, Yahudileri devlet memurluğundan çıkarması gibi…
Çetin Gürer
Yine saati şaşmadı. Gece yarısına doğru, tam "artık uyuyayım" ile "biraz daha bekleyeyim" duygusunun yaşandığı gelgit saatlerinde, yeni kanun hükmünde kararname yayınlandı.
15 Temmuz darbesinin ilk saatlerinde Erdoğan, ekşimiş yüz ifadesiyle yaptığı basın açıklamasında "allahın bir lütfu" demişti ya, işte o lütfun ne demek olduğunu ziyadesiyle anladık. OHAL vatandaşa değil, devlete diye açıklamışlardı birde. İşinden, gücünden, ekmeğinden etmedikleri insan bırakmadılar memlekette. OHAL devlete, ama çaycı işten çıkarılıyor. OHAL devlete, ama öğretmen işten çıkarılıyor. OHAL devlete, ama akademisyen işinden çıkarılıyor. Devleti yöneten siyasetçinin kılına zarar gelmedi şimdiye kadar.
Bir kez çıkarmakla da yetinmiyor, öncesinde zorbalık ve hukuk bilmezlikle işinden ettikleri akademisyenleri ikinci kez çıkarıyor. Allah’ın Erdoğan’a lütfu işte.
Tam liste elime geçtiğinde durumun ne kadar vahim olduğu daha da anlaşılıyor. Benim de doktoramı yaptığım Ankara SBF’de ne kadar barış imzacısı varsa hepsi Allahın lütfuyla işten atılıyor. Akşam ajanslarında Alman kanalı haberi "atılanların Fethullahçı örgüte üye olduğu iddia ediliyor" diye veriyor. İddia edenleri söylemeye gerek var mı?
Yavuz hırsız ev sahibini bastırırmış. 15 yıllık iktidarı boyunca Fethullah ve hareketini Türkiye siyasetine önce bir "sosyal hareket" olarak ve ardından "politik aktör" olarak sokan, Fethullah’a duydukları hasretten, sevgiden gözyaşlarına boğulan AKP ve Erdoğan, kendileri dışında kalan herkesi "Fethullahçı" yapmakta pek bir usta. Öyle ya onlar kandırılmıştı, onlar Fethullahçı olamaz! Ülkeyi yöneten saf çocuklar işte!
Ama faşizm dediğimiz de işte bu değil mi? Kitlenin liderle kurduğu sıkı bağ. Asıl felaket. Liderin ağzından çıkan her söz yasa kabiliyetinde. Bugünün yasası "fetöcü hainler"; dünün yasası "muhterem Fethullah Efendi". Her ikisine de inanan aynı kitle. Her ikisini de söyleyen aynı dil. Dil bu işte, kemiği yok ki. Anlıyoruz ki sorun, dilin kemiksiz olması değilmiş insanı, dik tutan kemiğin yokluğuymuş.
Ankara Cebeci Siyasalı, yüzyıllık fakültenin hocalarını tasfiye ettiler. Ankara DTCF, tiyatro bölümünde hoca bırakmadılar. Tam 26 faklı üniversitedeki 184 imzacı akademisyen "Allahın lütfuyla" tasfiye edildi. Bu tasfiyelerle birlikte son bir yıl içinde, "suçunuza ortak olmayacağız" diyen akademisyenlerden ve benim de aralarında bulunduğum işini kaybedenlerin sayısı dört yüze yaklaştı. Biz çoğaldık, onlar çürüdü. Biz işimizi kaybettik, onlar…
8 Şubatta tam bir yıl oldu, çalıştığım binanın sahipleri işten çıkartalı. Bina diyorum, zira böyle yerlere "kurum" denmez, üniversite hiç denmez. Oralarda eğitim almaya giden öğrenciler de hiç boşuna üniversitede okuduğunu sanmasın. Ne demek istediğimi, üniversitenin ne demek olduğunu, ileride anlarsınız.
İşte bu faşizm. Dur durak bilmiyor. Ama her şey anayasaya uygun, hiçbir şey kanuna aykırı değil diyebilirsiniz. OHAL de, işten atmalar da, TV, Gazete kapatmalar da, gazeteci tutuklamalar, milletvekilleri, belediye başkanları tutuklamak da, yerlerine kayyım atamak da. Ve tabi insan öldürmek de. Evet her şey kanuna uygun; aynı Hitler’in seçimle parlamentoya girmesi; 1933-34’te Gleichschaltung -siz KHK diye okuyun- yasasıyla tüm muhalifleri, demokratları, Yahudileri devlet memurluğundan çıkarması gibi; aynı 24 Mart 1933’te çıkarılan Ermächtigungsgesetz ile Führer’in çıkardığı kanun hükmünde kararnamelerin anayasaya aykırı olmasını mümkün kılan yasa gibi. Yanisi, anayasaya aykırı yasalar için yasa. Yasanın Almanca adı öyle ihtişamlı ki, Errr-mächtigung (muktedir, güçlü kılma). Meclisten AKP-MHP oylarıyla geçen ve önümüzdeki aylarda referanduma sunulacak olan başkanlık yasasıyla çok benzer… Bilginize.
Faşizmin kanunla uyumlu olması da bir şey mi. Faşizm demokrasi diye diye de inşa edilebilir pekala. Geçtiğimiz günlerde denk geldi Adorno’nun şu cuk diye oturan sözü: "Faşistlerin faşizm maskesiyle yeniden ortaya çıkmasından korkmuyorum, bilakis faşistlerin demokrat maskesiyle ortaya çıkmasından". Faşizmler çağı aydın ve entelektüellerinin yaptığı en önemli tartışmalarından biriydi bu. Faşizm liberal demokrasiye içkin bir sorun mudur yoksa Avrupa modernleşmesindeki "yol kazaları" mı? Elbet, her ikisinin de argümanlarını savunanlar oldu, oluyor…
Askeri darbe dönemlerinin zamanı artık geçti; asker bir daha bu çağda darbe yapmayı aklından bile geçiremez diye düşündüğümüz/düşündürüldüğümüz zamanlar çok geride kalmadı. Bırakın darbeyi, bugün Türkiye’de Faşizmi, AKP-MHP tipi faşizmi konuşmaya başladık. Faşizmi konuşuyorsak, faşizme karşı her çeşit doğru mücadeleyi, araçlarını, yöntemlerini ve direnişi de konuşmanın, örgütlemenin zamanı.
Devleti yönetenler Esadlaştıkça, ülke de Suriyelileşmekten kurtulamayacak. Bugün örgütleyemezsek, Esadlaşan Erdoğan gerçeğinden kurtulmak da bir o kadar imkânsız olacak. Demokrasilerde yol kazaları olmaz. Özünde olanı keşfedip filizlendirecek bir otokrata ihtiyaç duyar. O otokrat bilir, işin sırrını. Claude Lefort’un tespitiyle, "iktidarın sembolik boş yerini süresiz ele geçirmek". Tam 15 yıl oldu…