Pelin Cengiz
Atamayla gelen atılarak gider
Son günlerde Türkiye'nin siyasi gündemini istifa ettirilen/görevden alınan AKP'li belediye başkanları kilitlemiş durumda. İsteyen metal yorgunluğu desin, isteyen "seçimle gelmişlerdi" desin, ortada epey anti demokratik bir hal var ancak bugün yaşananların kilometre taşlarını dizenler arasında bizzat bu belediye başkanlarının da olduğunu baştan söyleyelim.
Burada zaten bir tuhaflık yok, ön seçim, temayül yoklaması gibi süreçler işletilmeden, tek bir adam tarafından belirlenerek aday gösterilmiş olanlar, birtakım siyasi hesaplar değişince yine aynı adam tarafından görevden alınıyorlar. Erdoğan'ın, "istifa etmezlerse, bedeli ağır olur" sözlerinin altında yatan da bu.
İstifa ettirilen, istifa etmek üzere sıraya giren belediye başkanlarının hepsinin sırtında yumurta küfesi varmış ki, bir tanesi de çıkıp, "beni halk göreve getirdi, ancak halk götürür" diyemedi.
Bugün herkesin şikayet edip vahvahlandığı, kentlere yapılmış ihanetler, çevre ve yaşam alanlarına yönelik rant ve talan politikalarının hepsi merkezi yönetimle, AKP hükümetleriyle birlikte gerçekleştirildi.
Buradan kimse kendine siyasi mağduriyet biçmesin, kent suçları yerel/merkez işbirliğiyle birlikte işlendi, "seçimle gelmişlerdi, mağdur oldular" bahanesiyle unutturulamaz. Yargılanmaları gerekiyorsa yargılanmalılar, bu şekilde geçiştirilemez.
Eğer, illa belediye başkanlarının içinde bulunduğu duruma üzülmek isteyenler varsa, Kürt coğrafyasında yer alan belediye başkanlarının yaşadığı zulme üzülerek başlayabilirler mesela...
Kürt illerindeki belediyelerde seçimle gelenler önce görevden uzaklaştırılıp, hapse atıldı, yerlerine kayyım atandı, yetmedi o kayyımlar şimdi belediyelerin kasalarını boşaltmakla meşgul. Kayyımların yolsuzluk yaptığı bile ortaya çıktı.
Daha birkaç hafta önce Avrupa Konseyi'nin anayasal konulardaki danışma organı olan Avrupa Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu (Venedik Komisyonu) Türkiye'de OHAL'in uluslararası standartları ve Türkiye anayasasını çiğneyen bir hal aldığı yönünde bir açıklama yaptı.
Venedik Komisyonu'nun açıklamasında şu ifadeler dikkat çekiciydi: "Merkezi yönetimin seçilmemiş belediye başkanları, başkan yardımcıları ve belediye meclisi üyeleri ataması, yargı denetiminden bağımsız olarak yerel belediyeleri doğrudan kontrol etmesi bilhassa endişe verici. Dahası, OHAL döneminde çıkarılan KHK'lar geçici OHAL sürecini kapsamanın ötesinde, kalıcı yapısal değişiklikler getirmektedir. Yerel yönetimler demokratik bir toplumun ana temellerinden biridir. Bu yetkililerin yerel halk tarafından seçilmesi insanların siyasi süreçte söz sahibi olmasının anahtarıdır."
30 Mart 2014'te gerçekleşen son yerel seçimlerin ardından Demokratik Bölgeler Partisi'nin toplamda 102 belediyesi mevcuttu. Bu belediyelerin seçimle işbaşına geldikleri dönemde, barış müzakerelerinin başladığını, insanların müzakere sürecinde bile yaşadıkları görece özgürlük ortamında oy kullandıklarını göz ardı etmemek gerekiyor.
O dönemde milletvekilleri Halkların Demokratik Partisi çatısı altında Meclis'te yer almaya başlarken, Barış ve Demokrasi Partisi isim değiştirerek Demokratik Bölgeler Partisi adıyla yola devam etti.
2016'daki darbe girişiminin ardından başlayan OHAL ile birlikte ilk olarak, 11 Eylül 2016 tarihinde 24 DBP'li belediyeye kayyım atandı. Kayyım atamaları daha sonra da hızlanarak devam etti.
Son verilere göre, kayyım atanan belediye sayısı toplamda 94.
93 belediye eş başkanı hukuksuz bir şekilde görevden alınarak cezaevlerine konuldu.
Şu anda sadece sekiz belediyeye kayyım atanmamış durumda.
28'i kadın olmak üzere 72 belediye eş başkanı tutuklu.
10 belediye eş başkanı yargılamalardan ceza almış.
AKP'li belediye başkanları seçimle gelmişlerdi de, DBP'li belediye başkanları zembille mi yerleştirilmişti görev yerlerine?
21. yüzyıl demokrasileri adem-i merkeziyetçilik, çokseslilik, çoğulculuk temelinde yükseliyor. Demokrasi doğası gereği, temelini yerelden merkeze doğru şekillendiren nitelikte bir yönetim biçimi. Bireyin ve toplumun, devletin işleyişinde ve her türlü yaşamsal mekanizmada söz sahibi olabilmesi, adem-i merkeziyetçilikle, yerel temsille ve katılımcı bir idari yapının hayata geçmesiyle mümkün.
Maalesef, Türkiye tamamen aksi yönde ilerliyor, yerelin sesinin giderek daha fazla kısıldığı, yerelin her türlü hak ve talebinin yok hükmünde olduğu dönemlerdeyiz.