Koray Düzgören
'Atı alan Tabqa’yı geçti'
ABD’nin IŞİD’e karşı savaşan YPG’ye (Halk Savunma Güçleri) ağır silahlar verme kararı ile IŞİD’in elindeki Tabqa’nın geri alınması aynı zamanda oldu.
Tayyip Erdoğan, hileli referandumun hemen sonrasında, "itirazcılar avuçlarını yalarlar" anlamında, "Atı alan Üsküdar’ı geçti" demişti.
Şimdi de aynısını söyleme sırası Suriye Demokratik güçlerinde ve özellikle de Kürtlerde.
Türkiye’nin bütün muhalefetine rağmen ABD Başkanı Donald Trump, YPG güçlerine ağır silahlar verme kararını üstelik de Erdoğan’ın ziyaretine bir hafta kala onayladı.
Türkiye bu kararın böyle çıkacağını bilmiyor muydu? Bunu tahmin etmiyor muydu?
Kuşkusuz ediyordu. Muhtemelen böyle bir kararnamenin hazırlandığını önceden öğrenmişti. Öyle ya, bu gibi şeyleri önceden öğrenebilmek için örtülü ödenekten para saçmıyor mu Washington’daki lobi şirketlerine?
Bu nedenle de üç önemli bürokratını, (Genel Kurmay Başkanı’nı, MİT Müsteşarı’nı ve aynı zamanda danışmanı da olan sözcüsünü) belki bir ihtimal, sonucu engelleyebilmek amacıyla ABD’ye gönderen de oydu.
Buna rağmen, ne Erdoğan-Trump görüşmesi öncesinde, öncü olarak Washington’a havayı koklamaları için gönderilen ‘üçlü’ ne de Erdoğan’ın manevraları sonucu engelleyebildi.
Daha önce de zaten Obama zamanında, "Ya biz ya Kürtler" demiş ama sesini kimselere duyuramamıştı. ABD ısrarla ve sürekli olarak Suriye’de IŞİD’e karşı Kürtlerle birlikte olacağını söyleyip durmuştu.
Erdoğan, "Obama kötüydü, o gitti. Trump bizi anlar" umudunu sonuna kadar korudu.
Ama öyle görünüyor ki, o da anlamamıştı Erdoğan’ı ya da Türkiye’nin Kürtlere karşı ‘haklı davası’nı (!)
Ve silah yardımı kararnamesini imzaladı.
SURİYE POLİTİKASI DUVARA TOSLADI
"Atı alan Üsküdar’ı geçti" diyeceğim ama tam bu sırada SDG güçleri ABD’nin ağır silahlarını dahi beklemeden Rakka’nın yanı başındaki stratejik Tabqa şehrini ve barajını IŞİD’den temizlediler.
Böylece "Atı alan Tabqa’yı geçmiş" oldu.
Bizim sokak kültürümüz fazla olmadığı için bunu engellemeye çalışanlara sadece, "Avuçlarını yaladılar" diyebileceğim.
Türkiye’nin, Erdoğan’ın dış politika merakı nedeniyle düştüğü vahim durum sadece bu cümleyle ifade edilebilse yine de iyi.
Bu kararla, bir yandan Türkiye’nin, daha doğrusu Erdoğan’ın Suriye politikası, tümüyle duvara toslamış oldu. (‘Bu kaçıncı toslama?’ diyenlerinizi duyar gibiyim.)
Aynı zamanda da Türkiye ile ABD ilişkileri, Kürt düşmanlığı ve büyük devletleri birbiriyle çatıştırarak kazançlı çıkacağını zanneden sokak politikaları çöktü.
Erdoğan buna rağmen, Trump’ı kararından vazgeçirebilmek amacıyla 16-17 Mayıs’taki görüşmelerde ona bazı belgeler vereceğini söylüyor. Değişik zamanlarda ABD ve bazı Batılı ülkeler tarafından Suriyeli Kürtlere dağıtılıp daha sonra PKK’nın eline geçtiği iddia edilen bazı silahların envanterini Trump’a sunacağını açıklıyor.
Trump ve kurmayları bu bilgilerden etkilenir mi?
Daha şimdiden etkilenmiş gibi görünmüyorlar.
Ankara’dan gelen tepkilerin hemen üzerine IŞİD’le mücadele için oluşturulan Koalisyon Güçleri Sözcüsü Amerikalı Albay John Dorrian, YPG’ye verilecek silahlardan bir bölümünün dağıtımına başlandığını açıkladı. Üstelik de silahların IŞİD’le mücadele tamamlandıktan sonra geri alınmayacağını da üzerine basa basa vurguladı.
Ayrıca Amerika bilmiyor mu, orası Ortadoğu ve bölgeye getirilen herhangi bir silah, hiç beklenmeyen bir gruptan çıkabilir.
Hele de söz konusu olan bu coğrafyanın en karmaşık hale gelmiş ülkesi Suriye ise.
Erdoğan’ın, ABD ile birlikte Libya’dan Suriye’ye getirtip muhalif denilen cihatçılara dağıtılan silahları unutmuş olması mümkün değil.
Erdoğan’ın talimatı ile MİT’in, insani yardım taşıyan TIR’lara yükleyip ilaç kutularının altında sakladığı ve cihatçı muhaliflere taşıdığı silahları dünyanın bütün büyük istihbarat örgütleri biliyor.
Peki, MİT ve başka kaynaklardan Suriye’deki değişik örgütlere savaşın başından bu yana gönderilen silahların yanısıra, askeri teçhizat, malzeme ve paralara ne demeli?
Bu silahların, malzemelerin ve teçhizatın bazıları da Suriye’deki çatışmalarda öldürülen ya da yakalanan IŞİD militanlarının üzerinden çıkıyor. Hatta MKE (T.C Makina Kimya Endüstrisi) damgalı, Aselsan mühürlü silahlara ne demeli?
Erdoğan buna rağmen, Amerikan silahlarının PKK ve YPG’ye verildiğinden yakınıyor ve ABD’yi eleştiriyor.
Ya Erdoğan’ın verdiği belgelere karşın Trump da bu belgeleri Erdoğan’a gösterirse ne olacak?
DURUMU DÜZLETEBİLECEĞİNİ HAYAL EDİYOR
Erdoğan daha önce de YPG’lilerle birlikte poz veren Amerikan askerlerinin fotoğraflarını Trump’a göstereceğini söylemişti.
Bu da oldukça komik bir durum. Bu fotoğraflar anında dünya basınına dağıtılmış, twitter’da elden ele gezmiş fotoğraflar, Erdoğan’a göre, herkesin bildiği bir olaydan sadece ABD yetkilileri haberdar değil.(!)
Şimdi Erdoğan, 16 Mayıs’ta yapılacak görüşmenin hatırına alt perdeden söylenmekle yetiniyor. Ve bu durumu, Trumpla yapacağı görüşme sırasında düzeltebileceğini hayal ediyor.
Bu hayali gerçekleşmez ve ABD ile ilişkileri Rusya ile ilişkilerini dengeleyecek düzeyde olamazsa varın seyreyleyin cümbüşü.
Hani şimdi, "Tosya’ya pirince giderken evdeki bulgurdan olmak" lafının tam zamanıdır.
Böyle bir durumda, Erdoğan ve maalesef eşittir Türkiye’nin dış politikası, Putin’in Türkiye’yi özellikle Suriye’de istediği gibi yöneteceği bir kıvama getirecektir.
Erdoğan, ecdadı Abdülhamid Han’ın uygulamak istediği, ‘büyük ülkeleri birbirlerine karşı dengeleyerek ayakta kalma’ politikasının kurbanı olacaktır.
Putin’in, ‘tabiri caizse’ oyuncağı haline gelecektir.
Yalnız Abdülhamid Han derken tarihin gerçeklerini de unutmayalım.
Erdoğan’ın ecdadı, dış politikada bu manevraları yaparak 33 yıl iktidarda idare edebilmiştir ama ne bahasına?
Şimdi Saray medyası bütün kapıların kapandığını görüp savaş kışkırtıcılığını had safhaya vardırmış bulunuyor. Erdoğan’ı çözüm ve barış yerine savaşa teşvik ediyorlar. "ABD’yi bırak, NATO’dan çıkalım, Suriye ve gerekirse Irak’ı işgal edelim, Kürtleri ezelim" diyorlar.
Peki; bu çılgınca inat, Kürtleri yok sayan, Kürtlerle bir arada yaşamayı reddeden anlayış nedeniyle sadece AKP ve Erdoğan mı kaybedecek?
Savaşın sadece kendi iktidarları için değil, bütün ülke için yıkım olacağını akıllarına bile getirmiyorlar.
Ya bizim, Türkiye’nin şimdiye kadar kaybettikleri ve bundan sonra kaybedecekleri ne olacak?
Bunun hesabını verebilecek misiniz?