Ergun Babahan
Aysel Tuğluk’tan Nusret Muğla’ya Erdoğan zulümle ve toplumu bölerek yönetiyor
Cezaevinde koronavirüse yakalanan 86 yaşındaki "FETÖ" hükümlüsü Nusret Muğla’nın vefatı etti. Muğla’nın eski Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanı ve AKP’nin kurucularından Bülent Arınç’ın çok eski dostu olduğu öğrenildi.
Öte yandan Kocaeli Adli Tıp Kurumu, Kobanê Davası kapsamında yargılanan demans teşhisi konulan hasta tutuklu Kürt kadın siyasetçi Aysel Tuğluk hakkında sağlığının cezaevinde kalmasına elverişli olduğu raporu verdi.
Bu arada Ankara Barosu, Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde yaşanan işkence olaylarını anlatan raporu hasıraltı etti. Baro’nun Kürt ve Cemaat davalarında Saray’a yakın bir çizgide olduğu ortaya çıktı.
Türkiye’de olaylara taraf olarak bakıldığından, temel haklar asla gündeme gelmiyor. Adil yargı, işkencenin kabul edilemez oluşu, delilsiz keyfi yargılama konuları gündem olamıyor. Böyle bir ortamda akşam serbest kalacağını bilerek sabah cezaevine giden "muhalif" bir gazeteci, yurtdışındaki meslektaşlarına "yargıya güvenmeleri" çağrısı yapabiliyor.
Hem de bir programdaki sözlerinin ardından hızla tutuklanan ve cumhurbaşkanına hakaretten 12 yıl hapsi istenen Sedef Kabaş’ın avukatlarının Anayasa Mahkemesi’ne yaptıkları başvurunun da red edildiği bir ortamda.
Türkiye’de hukuk hep siyasiydi. Anayasa değişikliğine "Yetmez ama evet" diyerek destek verenlere öfke duyanların anlamadığı buydu, hala da anlamıyorlar açıkçası. Adli Tıp Kurumu o zaman da devletin isteği doğrultusunda rapor yazar, yargı muhalifleri keyfi biçimde tutuklar ve cezalandırırdı. Fark, şimdi artık gemin azıya alınmış olması ve kararları verenlerin "Beyaz ve laik Türk" değil de, "İslamcı-gerici" kişiler olması.
AKP muhalifi kesimde büyük mutluluk yaratan altı parti liderinin buluşmasına da bu açıdan yaklaşınca geleceğe umutlu bakmak çok mümkün olamıyor açıkçası. Tek umut, zulmün azalması olarak görülüyor.
Enflasyonun nedenleri ve çözümü konusunda kolaylıkla anlaşan siyasiler, toplumsal gerçekliği inkarda ısrar ediyor. Bu tablo, toplumun bir kesimine "PKK"li, diğer kesimine "FETÖ"ci diyerek muhalefeti bölen ve zayıflatan Erdoğan’ın elini güçlendiriyor çünkü başta İYİ Parti olmak üzere bir kısım muhalefet aynı dil ve söylemi kullanıyor.
Bu söylediklerim, herkesin aynı fikirde olması anlamına gelmiyor elbette. Hukuka; inancı, rengi, kökeni ne olursa olsun tüm insanların hakkına saygı anlamına geliyor. Muhalefet partilerinin bu konudaki ölçüsü, "Bu yasayı ben kendime ve tabanıma uygular mıydım?" sorusu olmalıdır. Şu anda Türkiye’de belirli toplum kesimlerine hiçbir muhalefet partisinin kendi tabanına layık görmeyeceği yasa ve yasadışı uygulamalar yapılıyor ve muhalefet bu gerçeği görmüyor.
İnkar, aşağılma ve red politikalarının ülkeyi getirdiği nokta ortada. Demokratik, insan haklarına, azınlık haklarına, yerel yönetimlerin haklarına saygılı ülkelerle Türkiye gibi faşizan ülkelerin gelişmişlik ve refah seviyelerini kıyaslamak doğru yolu bulmak için yeterli.
Bu partilerin ağırlıklı bölümünün demokrasi ve insan hakları konusunda, 2002’nin AKP’si kadar cesur bir duruşu yok. "Ben Kürt olsam ben de dağa çıkardım" diyebilen bir Bülent Arınç söylemi yok mesela. Ya da 2005’te Erdoğan’ın Diyarbakır’da yaptığı bu konuşmayı yapabilen bir lider:
"İlla her soruna bir ad koymak da gerekmez. Çünkü sorunlar hepimizindir. Ama illa 'Ad koyalım' diyorsanız Kürt sorunu bu milletin bir parçasının değil, hepsinin sorudur. Benim de sorunumdur' diye konuştu. 'Sorunların parça parça adresi olmaz. Bütün sorunlar Türk olsun, Kürt olsun, Çerkez olsun, Abaza olsun, Laz olsun bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının ortak sorunudur. Çünkü güneş herkesi ısıtır, çünkü yağmur herkes için rahmettir. Çünkü herkes aynı toprağın insanıdır, insanıyız; millet olmak işte budur."
Sonraki uygulamalarını hatırlatanlara, bu tip söylemlerin halklara alan açtığını, sonradan yaşanan kayıplara rağmen kazanımlar sağlandığını hatırlatmak isterim. Evet, Kürt halkı bugün çok ağır bedeller ödemektedir belki ama siyasi bir güç ve örgütlenme düzeyi bakımından 2005’ten kat ve kat ileridedir. Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni cumhurbaşkanını belirlemek, siyasi sistemini değiştirmek isteyen herkes bu gerçekle yüzleşmek zorundadır.
Siyaset biraz da tabanını eğitmek ve değiştirme sanatıdır. Türkiye’de bir çok şey gibi bu da eksik hâlâ...