Murad Mıhçı
Az bırakılan halkların ve inançların vakıf seçimleri
“Evimiz aşı boyalı, iki katlı, sıradan bir ahşap binaydı. Sokağa bakan pencerenin perdeleri hep kapalı dururdu; çünkü tam karşımızdaki Rum bakkal aynı yerde bir meyhane işletiyordu. Evdekiler günün büyük kısmını arka odalarda geçirirlerdi, buradaki pencereler art arda sıralanmış bağlara bakıyordu…”
Silahtar'ın Bahçeleri
Zabel Yesayan/Զապէլ Եսայեան
Bu hafta, az bırakılan halkların vakıf seçimleri üzerine yazacağım. Konuyla ilgili olan arkadaşlarımın yanı sıra bizleri tanımaya çalışan okuyucuların da ilgisini çeker diye umut ediyorum. Bu yazımın, günlük ve haftalık çıkan Ermeni gazetesinde ya da dergisinde okuyabileceğiniz bir yazı kıvamında olmaması, daha genel bir anlatım olması için çaba harcayacağım. Bizim sorunlarımızla biraz kafanızı ütüleyim.
Efendim yazının başlığına bakıp, ‘Altı üstü bir vakıf seçimi, ne kadar önemli olabilir ki? diyenler olabilir ama hemen ön yargılı olmayın. Bana göre bu seçimler ülkenin atmosferinin kısmi bir özeti kıvamında.
Bugün eski yerleşim yerlerinde yaşayan dostlar, okullarımızın, derneklerimizin ve kiliselerin ayakta duran en eski tarihi yapılar olduğunu bilir. Bu aslında bir yanıyla kent belleğidir. Bugünlerde bu tarihi yerlerin yönetim kurullarının seçimi yapılacak.
Geçmişte diğer yazılarımı okuyanlar olmuştur. Az bırakılan halkların yani Ermeni, Rum, Asuri- Süryani ve Yahudi toplumların vakıf yasasında yeni bir düzenleme yapıldı. Bu düzenleme, geçmişteki seçim yasasından çok daha sıkıntılı durumlara sebep oluyor. On yıldan daha fazla bir süredir seçim yapmasına izin verilmeyen vakıflar, yeni yasanın yürürlüğe girmesini bir nevi kurtuluş olarak gördü, çünkü yıllardır yönetici olmadan işlev görüyorlardı. Hatta benim gibi itirazı olanlara tepki verildi. ‘Aman susun, bu seçimleri yapalım’ kanaati genelde oluştu. Yıllardır seçim yapılmamasından dolayı bazı vakıfların yöneticileri, yönetici olmanın da ötesinde sanki vakfın sahibiymiş gibi davranıyorlardı. ‘Nasılsa seçim olmaz, nasılsa toplum bize hesap soramaz’ düşüncesiyle hareket ediyorlardı.
Devlet, yeni yasayı dayatma şeklinde yürürlüğe soktu. Yasaya göre yıl sonuna ertelenen her cemaate ait tek bir vakıf dışında tüm vakıflar seçim yapmak zorunda. Bunun anlamı zaten seçim pratiği az olan toplumların 20 Kasım- 24 Aralık arasına sıkıştırılan kısa bir zaman diliminde seçim yapmaları.
Diğer yandan eminim yazımı okuyan arkadaşlar, ‘Bree Murad, o seçimleri bir sene sonraya ertelen vakıflar hangileri ve neden seçimleri daha sonra yapılıyor?’ diye sorabilir. Efendim bu vakıflar az bırakılan halkların kurucusu olduğu hastanelerdir. Bu vakıfların yönetim kademesinde, iktidarın bağ kurduğu ve kendine yakın azınlık başkanları ve yönetim kurulları bulunur. Benim tezime göre bunun Türkçe meali, 2023 yılındaki genel seçimlerde bu vakıf başkanlarının öncülüğünde bizlerle bağ kurmak. Biraz yumuşak yazdım galiba. Nihai amaçlarının az bırakılan toplumları dizayn etmek olduğunu düşünüyorum. Bu vakıflarda seçim yapılmaması içie güzel de bir bahane yaratıldı. Hastanelerimizin yasal statüsü diğer vakıfların statüsünden farklı gösterildi. Fakat hastane olan vakıflarımızın diğer vakıflarımızla benzer tüzel durumları görmezden gelindi. Tarihte bir ilk.
VAKIF SEÇİM DAYATMASI
Bu arada seçimin nasıl yapılacağı üzerine de bilgi vermek lazım. Seçimler, Türkiye’de yapılan genel seçimler gibi yapılıyor. Bu ilk başta mantıklı gibi gelebilir ama bu ülkede tüm az bırakılan halkların, Fenerbahçe Stadı’nı bile dolduramayacak kadar az sayıda olduğunu düşünürsek ciddi sıkıntılı bir seçim şekli. (Bu arada adı değiştirilecek Fenerbahçe Stadı’nın yeni adı LEFTER Stadı olsun) Rumlar ve Asuri- Süryaniler başta olmak üzere sayıları çok az. Bölgelerde yaşayan bu halklardan veya inançlardan olanların ve bir de vakfın yönetimine girmek isteyenlerin durumunu düşünürsek işi vahameti ortada.
Geçen günlerde Asuri- Süryani vakıf seçimlerindeki sıkıntılar nedeniyle benden destek isteyen bir dostum Mardin’den aradı. “Murad, burada yapılacak vakıf seçimi demokratik yapılmıyor. Seçim sandığı tek bir yere konuyor.” diyerek sıkıntılarını anlattı. Seçimin sınırlı bir sürede yapılacağı kararı alınmış. Yakın köylerde yaşayan ve oy kullanma hakkı olan toplum üyeleri oy kullanamayacak. Benzer iç tartışmalar İstanbul’daki vakıflarımızda da oluyor. Vakıflar Genel Müdürlüğü, standart bir prosedür oluşturmadığı ve topluma iyi gelecek seçim düzeni oluş(a)madığı için karmakarışık durumlar ortaya çıkıyor. Muhtemelen yüksek geliri olan vakıflarda seçim sonrası itirazlar nedeniyle çokça sorunlar çıkacak. Bu durum aslında az bırakılan halkları hareketsiz bırakan ve kısır bir döngüye mahkum eden bir sistem.
Toplumumuzun seçimlere bakışını da yorumlamayı önemli buluyorum. Vakıf seçimlerinin kesinleşmesiyle yüksek gelirli olan veya daha önce toplumun tasvip etmediği vakıfların aday listelerine başvurular fazla oldu. Karşı listeler de oluşunca saygı çerçevesi bu süreçte unutuldu. Vakıf adayları belirlenirken birçok seçim listesi ‘Oy getirsin yeter’ kafasıyla oluşturuluyor. Bu bakış açısı, ülkenin son yirmi yılının az bırakılan toplumlara yansımadır belki de.
Diğer yandan seçim döneminde akil gözüken bazı isimler ortaya çıkar. Her dönem iktidar yanlısı bu bireyler azınlık mensubudur. Bu bireylerin aldığı güçle yönetimleri oluşturma çabalarını görürüz. Bu seçimlerde de buna benzer durumlar ne yazık ki seziliyor.
Fakat seçimlere dair en özel detayın, az bırakılan toplum temsilcilerinin kendilerini ifade edecek bir alan bulma çabası olduğunu söylemek gerekir. Bu aslında genel olarak siyasetten uzak kalmanın ve temsil edilmemenin göstergesi gibi görünüyor.
Aralık sonuna kadar sürmesi dayatılan vakıf seçimleri, az bırakılan toplumların can damarını besleyecek. Okullarımız, inanç kurumlarımız, mezarlıklarımız ve varlıklarımız bu seçimde seçilecek yönetimler tarafından idare edilecek. Geçmişte her beş senede bir yapılan bu seçimler en son on sene evvel yapıldı. Bir sonraki seçime ne zaman izin verileceği de bir muamma.
Neyse yazımın bu bölümünü umutla bitireyim. Buradan yeni seçilen tüm arkadaşlarımıza başarılar dilerim. Geçmişte yıllarca doğru bir şekilde emek vermiş yöneticilerimizi de selamlıyorum. Yakın zamanda yapılacak bölge seçimimizde tüm az bırakılan halk temsilcilerinin sandığa gitme çağrısını da yapmış olayım.
***
DARON ACEMOĞLU’NA NEFRET SÖYLEMİ
3 Aralık günü CHP lideri KEMAL KILIÇTAROĞLU, açıkladığı Vizyon Belgesi’nde ekonomi alanında dünyaca ünlü ekonomi Profesörü DARON ACEMOĞLU’nu ekonomi danışmanı olarak açıkladı. Sonrasında Ermeni olması nedeniyle Sayın ACEMOĞLU’na yönelik ciddi anlamda nefret söyleminde bulunuldu. ACEMOĞLU, dünyaca ünlü bir akademi olan Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT)mezunu olması dışında benim de ilköğretimini tamamladığım İstanbul Kadıköy’de bulunan MEB’e bağlı ARAMYAN UNCUYAN ERMENİ okulu mezunudur. Annesi de yine bu okulumuzun eski müdürlerinden biridir. Yani aslında tam bir Türkiyeli. Bu nefret söylemlerini özellikle bazı siyasilerin dillendirmesi esasen tüm Ermeni toplumu açısından da üzücüydü. Sevgili DARON ACEMOĞLU umarım ülkenin ekonomik istikrarını sağlayacak bir ortamın yapı taşı olur. Siyasi dili nefret ve savaş olanlara da böylelikle en güzel cevabı vermiş olur. ACEMOĞLU’na yapılan nefret söylemlerimi tüm kalbimle kınıyorum.
Murad Mıhçı: Ermeni yazar, siyasetçi, aktivist. 1975’te İstanbul'da doğdu. 2010’da Eşitlik ve Demokrasi Partisi Parti Meclis üyesi oldu. 2014’te İstanbul Halkların Demokratik Partisi İl yönetiminde görev alıp basın sözcüsü görevini yürüttü. 2015 yılında yapılan 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerinde HDP İstanbul 1. Bölge Vekil adayı oldu. 2016 ve 2017 'de Halkların Demokratik Partisi 2 Kongresi’nde Parti Meclis ve Merkez Yürütme Kurul üyesi görevlerini üstlendi. Halklar İnançlar ve Genişleme Komisyonlarında çalışma yürüttü. Turnusol, Agos Gazetesi (misafir yazar), Demokrat Haber'de yazarlık yaptı. ''Yeniden İnşa Et '' kitap yazarlarından.