'Bana hiç kimse resmen teklifte bulunmadı'

Son 4 yıldır cumhurbaşkanı adayı olarak ismi gündeme gelen Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen ile seçimleri yorumladık.

81 yaşında olmasına rağmen hala işinin başında Sayın Yılmaz Büyükerşen; ne zaman arasam bir Edirne’de bir Antalya’da çıkıyor, şehir şehir geziyordu. Bu yaşta bu enerji ve zehir gibi hafıza herkese nasip olmaz. Ancak insan ister istemez ‘keşke 40’larında olsaydı’ diye düşünüyor, çünkü daha fazla zamanı olsa, değil Eskişehir’i, ülkeyi yola sokacağı kesin... Çok yoğun olduğu için de çok zor yaptık röportajı; adaylığı konusunda sorduğum sorulara verdiği cevaplar çok politik olmasına rağmen, genel sorulara yaklaşımı hayalindeki ülkeyi çok net anlatıyor. Tavır ve konuşmaları oldukça samimi; telefonda bile ‘kızım’ diye hitap ediyor. Halkın büyük çoğunluğu kendisini çok seviyor ama bu sadece Eskişehir’e yaptıklarından kaynaklanan bir şey değil. Karakteri, duruşu ve dürüstlüğü temiz siyasetin yapılabileceğinin kanıtı… İlginçtir, Eskişehir’den tanıdığım pek çok kişi Büyükerşen giderse Eskişehir’in bozulacağına dair minik bir panik yaşıyor.   

-Eskişehir'i dünyada yaşanılabilecek şehirler arasına soktunuz. Bu mucize gibi bir şey. Neden diğer belediye başkanları sizin yöntemlerinizi örnek almıyor? Sizin yaptıklarınız diğer şehirlere de uygulanamaz mı?
 
Eskişehir’i dünyanın en yaşanabilecek şehirlerden biri olarak görmeniz ve bunu mucize olarak nitelendirmeniz beni ve hemşerilerimi mutlu ediyor. Diğer belediye başkanlarının benim yöntemlerimi neden izlemedikleri ya da örnek almadıklarını açıkçası bilemiyorum. Bu konu hakkında yorum yapmayı da çok uygun görmem. Hani bizim bir atasözümüz vardır; "her yiğidin yoğurt yiyişi farklıdır" diye. Her belediye başkanının da şehrine hizmet etmek için öncelikleri, tercihleri farklı olabilir. Aynı şekilde bu hizmetleri hazırlama, kamuoyuna sunma, yapma biçimleri de farklı olabilir. Bunları doğal karşılamak gerekir. Bizim Eskişehir’de yaptıklarımız diğer şehirlere uygulanamaz mı? Elbette uygulanabilir. Ancak aynı sonucu yaratır mı, işte ondan emin değilim. Eskişehir’de yaşanan değişim ve gelişimi, yalnızca yapılan projelere, hizmetlere bağlarsanız yanılırsınız. Hem o şehri hem de o şehrin insanlarını çok iyi tanımak gerekir.

Ben bu şehirde doğdum, büyüdüm, okudum, hep burada görev yaptım. Askerliğim ve geçici süreli yurt dışı görevlerim dışında buradan hiç ayrılmadım. Ayrılmayı da hiç düşünmedim, istemedim. Bu şehir benim ailemden sonra hayatımdaki en değerli şeydir. Bunları şunun için anlatıyorum; siz şehri, şehir de sizi tanırsa, bilirse ve severse bazı şeyler kendiliğinden gelişiyor. Şehrin sahip olduğu potansiyeli, öncelikleri, özellikleri iyi bilmek gerekiyor. Onun için, aynı projeleri başka bir şehirde yaparsanız aynı sonucu alır mısınız, çok emin değilim.

- İstanbul artık o güzel yeşil yüzünü tamamen kaybetti ve her yer adeta bir betonarme cehennemine dönüştü. Taksim'deki ağaçları bile betondan yapılma blokların içine gömdüler. Tüm meydan betonla kaplandı; oturulacak banklar bile... Neden böyle bir şehircilik uygulanıyor? İstanbul'un bu halden kurtarılabilmesi mümkün mü? 
  
Doğrusunu isterseniz bu konuda çok iyimser değilim. Çünkü İstanbul 15 milyonluk dev bir metropol. Türkiye’nin pek çok şehrinden daha büyük nüfusa sahip ilçeleri var. Tarih süresince İstanbul’un hiçbir döneminde hiç bu kadar bozulmadığını düşünüyorum. Tabii ki İstanbul bu hale gelmeyebilirdi. Sayın Cumhurbaşkanı da bizzat defalarca dile getirdi. Yanlış uygulamalar, yanlış projeler, rant yağmasının, yanlış belediyecilik hizmetlerinin İstanbul’un bu hale gelmesinde payı çok fazla. Şunu da gözden kaçırmamak gerekiyor; İstanbul ülke yönetiminin merkezi olma dışında neredeyse her şeyin merkezi. Ekonominin, sanayinin, sanatın, hatta sporun bile... Yaşadığı şehirden memnun olmayanların göç etmeyi düşündükleri ilk şehir. Güvenlik ve suç oranından tutun, çarpık şehirleşmeye kadar birçok olumsuzluğu da doğal olarak içinde barındırıyor. O nedenle İstanbul için devlet olanakları ile beraber hem emniyet hem de belediyeler beraber hareket etseler bile düzeltilmesi imkansız ve ümitsiz bir kent. Bence İstanbul için kısa vadede yapılabilecek şey, en azından bugünkü gidişatı durdurabilmek olmalıdır.

- İmar konusundaki yasalar hala müteahhitleri koruyor; özel yapı ve denetim şirketlerinin çoğu da müteahhitler ne diyorsa öyle rapor hazırlıyor. Mesela benim oturduğum yepyeni binada pek çok gizli ayıp çıktı ve yapı denetimini yapan firmanın ruhsatının elinden alındığı anlaşıldı. Suçlu oldukları aşikar olmasına rağmen bizler ne müteahhitte ne de yapı denetim firmasına bir şey yapamıyoruz çünkü bu konudaki kanunlar yetersiz. Müteahhitleri değil de ev sahiplerini koruyan yasa ne zaman çıkacak? Müteahhitlerin daha sıkı bir denetimden geçmeleri gerekmez mi? 

İmar konusundaki yasalar ve mevzuatlar inanılmaz karışık. Anlaşılması, yorumlanması çok zor. Çok da sık değişir. Güncellemeler yanı sıra değişiklikler, farklı düzenlemeler çok sık olur, imar konusunda. Bu durum işin kendi doğasından gelse de yasa koyucu ve bürokratlar da sanki biraz böyle istiyorlar gibi geliyor bana. Müteahhitleri koruma noktasına gelince, biliyorsunuz inşaat sektörü Türkiye ekonomisinin belkemiklerinden biri, hatta en önemlisi… Ekonomiyi ayakta tutan ana unsur diyebiliriz. Beraberinde neredeyse yüzlerce sektörü sürüklüyor. Diğer taraftan müteahhit olmak, dünyanın en kolay şeylerinden biri. Eğitim istemiyor, diploma istemiyor, tecrübe istemiyor. Belli bir miktar parası olan bu işe soyunuyor. Elbette çok büyük, çok önemli inşaat şirketleri var. Ancak benim sözünü ettiğim, piyasada "yap-satçı" olarak bilinen ve tanınan müteahhit kesimi. Özellikle Anadolu şehirlerinde, o şehirlerin yapılaşmasında çok önemli etkileri var. 

Sektörün ve müteahhitlerin kontrol ve denetim altında tutulması için 1999 depreminden sonra yapı denetim şirketleri ile ilgili düzenleme yapıldı. İnşaatların belli kriterlere sahip olmalarını sağlamak açısından çok önemli bir araçtır yapı denetim şirketleri. Biz Eskişehir’de iki merkez ilçe belediyemizle birlikte bu işi çok sıkı tutuyoruz, taviz vermiyoruz. Ancak bu, İstanbul gibi şehirlerde daha güç olabilir. Yapılaşma çok daha büyük ve hızlı olduğu için kontrol ve denetim açısından güçlükler, aksaklıklar yaşanıyor olabilir. Ancak sonuçta insanlarımızın canı söz konusu. Hiçbir şey insan hayatından daha önemli değildir. Ülkemizin birçok şehri gibi İstanbul da deprem bölgesi. 1999’u unutabilmek mümkün değil. 

- Sizin bazı belediye başkanlarına göre çok mütevazı bir hayatınız var. İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerin belediye başkanları neredeyse Türkiye’nin en zenginleri arasında girmiş durumda. Belediye başkanlığından çok zengin olmak mümkün mü?

Çok hoş bir soru. Daha önce hiç böyle bir soruyla karşılaşmamıştım. Belediye başkanlığına kadar olan yaşamımda eğitimci olarak görev yaptım. Bunun yanında yönetici olarak da önemli görevlerde bulundum. Mutlu ve huzurlu bir hayatım var. Belediye başkanlığından çok zengin olmak mümkün mü değil mi bilmiyorum. İnanın böyle bir şeyi hiç düşünmedim, daha önce hiç aklıma gelmedi.

"BİR CUMHURBAŞKANI ADAYININ HAPİSTE OLMASI ÜLKEMİZİN İMAJI AÇISINDAN ÇOK SAKINCALI"

- 2104'te CHP'nin adayının siz olacağınız neredeyse kesindi ama Kılıçdaroğlu, son dakikada Bahçeli ile görüştükten sonra Ekmeleddin İhsanoğlu adını açıklamıştı. Bu sefer de yine adaylar arasında isminiz geçiyordu ve çok büyük sürpriz olmasa da Muharrem İnce'nin ismi açıklandı. Bu dönemde neler yaşandı? Neden son dakikada Muharrem İnce aday gösterildi? Strateji olarak sizce doğru bir hamle mi? 

2014’e geri dönmek istemiyorum. O dönem bir şekilde yaşandı ve bitti. Doğrusunu isterseniz şu anki durum için de aynı şey söz konusu. Üzerinden çok kısa bir süre geçmiş olmasına karşın, Cumhuriyet Halk Partisi’nin cumhurbaşkanı adayı Sayın Muharrem İnce’dir. Ben Cumhuriyet Halk Partisi’ne mensup bir belediye başkanıyım. Hem bu vasfım hem de adaylık sürecinde ismi geçmiş bir kişi olarak yorum yapmamın çok doğru olacağı kanaatinde değilim. Benim görev ve sorumluluğum partimin gösterdiği adayı desteklemek için elimden geleni yapmaktır.

- Nasıl haber aldınız adayın kim olacağını?

Gerek 2014 ve gerek bu sefer bana hiç kimse resmen teklifte bulunmadığı gibi ben de herhangi bir talepte bulunmadım. Adayın kim olacağı da son dakikaya kadar belli olmadı.

- Sizin isminiz ve Muharrem İnce ile birlikte Abdullah Gül'ün de ismi geçiyordu. Sizce bir şansı olabilir miydi sol çevre açısından; özellikle cumhurbaşkanlığı döneminde çok sessiz ve tepkisiz olduğunu düşünürsek?

Önümüzdeki süreç ülkemizin geleceği açısından çok önemli. Cumhuriyet Halk Partisi’nin de tüm ihtimalleri en ince ayrıntısına kadar düşünmesi, değerlendirmesi son derece normal. Üstelik önceki seçimlerde olduğu gibi, her parti kendi başına hareket etmiyor. Bir ittifak modeli var, biliyorsunuz. Belki ittifak yapma planı kurulan partiler, belki kamuoyunun nabzını yoklamak için, belki de basının da biraz üzerine gitmesi, belki de köpürtmesi sonucu farklı isimler de gündeme geldi. Sayın Abdullah Gül de o isimlerden biriydi. O yüzden artık geçerliği kalmamış varsayımlar üzerinde yorum yapmanın çok anlamı yok.

- Meral Akşener ve Selahattin Demirtaş'ın adaylıkları konusunda ne düşünüyorsunuz? Özellikle Demirtaş'ın hala hapiste olduğunu düşünürsek! Akşener milliyetçi ve sağ, Demirtaş da Kürt oylarını alabilir mi? 

Sayın Meral Akşener 250 binin üzerinde imza toplayarak partisinin cumhurbaşkanı adayı oldu. Sayın Selahattin Demirtaş da partisinin kararı sonucu aday oldu.Her ikisine de hayırlı olsun diyorum. Her iki partinin ve adaylarının kendi ifadelerinden siyaset yapma biçimlerini değerlendirmek mümkün. Görüş ve düşüncelerini, bize aktarıldığı kadarıyla biliyoruz. Seçim döneminde ne kadar başarılı olacaklarını hep birlikte göreceğiz.

- Bir başkan adayının hala hapiste olması, iddia edilen demokratik bir ülke yapısına ters değil mi? 

Ne yazık ki bu konudaki sıkıntılarımız çok büyük. Bir tarafta hepimizin kayıtsız şartsız kabul etmemiz gereken yargı kararları, bir tarafta adalete olan inancımızı yitirmemiz... Aradaki denge bozuldu. Çoğunlukla kendi vicdanımızla baş başa kalıyoruz ve bu da her insanı farklı yönlere götürebiliyor. Ülke olarak kararına saygı duyacağımız mekanizmaları fazlaca örseledik. Gazeteciler, sanatçılar, siyasetçiler, şimdi onlara bir de cumhurbaşkanı adayı eklendi. Bu herkesin vicdanında yara açıyor. Üstelik ülkemizin imajı açısından da sakıncalı. Böyle olmaması gerektiğini düşünüyorum.

- Türkiye’de 70 bine yakın tutuklu öğrenci ve yüzlerce tutuklu gazeteci var. Özellikle tutuklu Boğaziçili öğrenciler hakkındaki düşünceleriniz nedir? 

Bu örnekler 2018 Türkiye’sinde olmamalı. Fiili bir saldırı olmadıkça, sırf düşüncelerini açıklamaları nedeniyle ne öğrenci ne gazeteci ne sanatçı ne de herhangi bir insan hapse atılmamalı. Koşulların normalleşmesi, kutuplaşmanın sona erdirilmesi gerekli.  24 Haziran seçimleri bu nedenle çok önemli. Böyle anormalliklerin bir daha yaşanmaması için.

- CHP seçimlere hazırlıklı olduğunu söyledi. Bu hazırlıkları bizler somut olarak göremedik. Neler yapıldı hazırlık için, siz bir şey biliyor musunuz?

Bildiğim kadarı ile bütün strateji ve planlar Genel Merkez tarafından hazırlanıyor. 

- 2 yıl evvel seçim olacağı ve hatta erken seçim olma ihtimalinin yüksek olduğu belliydi. Neden CHP bu süre içinde aday üzerine bir çalışma yapmadı da son ana bıraktı? 

Biliyorsunuz bugün karşı karşıya olduğumuz seçimler, 16 Nisan 2017 referandumu sonrasında ortaya çıkan koşullara göre yapılacak. Referandum üzerinden henüz bir yıl geçti. O nedenle sorunuzdaki 2 yıl tabiri çok doğru değil. Erken seçim ihtimali her zaman olsa da karar verilmesi ve yapılması arasında kalan zamanın bu kadar kısa olmasını kimse beklemiyordu. Siyasi partiler böyle durumlara her zaman hazırlıklı olmalı. Cumhuriyet Halk Partisi de Genel Başkan da buna her zaman hazırdır. Gerekli inceleme ve değerlendirmeler yapılarak yasal zemin ve zaman içinde cumhurbaşkanı adayı da belirlenmiş ve kamuoyuna açıklanmıştır.

"SEÇİMİN HİLELİ OLUP OLMAYACAĞININ TARTIŞILMASI BİLE TÜRKİYE İÇİN BİR AYIPTIR"

- Geçen seçimde o kadar şaibeye ve milyonlarca fazla oy pusulası çıkmış olmasına karşın kayda değer bir adım atılamadı. Ne seçimler boykot edildi ne de mahkemeden düzgün bir sonuç çıktı. Bu seçimde de bir şaibe olmaması için ne tür önlemler almayı düşünüyorsunuz parti olarak? Bu seçimde de 'atı alan Üsküdar'ı geçecek' mi sizce? 

Beni asıl üzen mesele nedir biliyor musunuz? Son yıllarda yapılan tüm seçimlerde halkın aklına ilk gelen şey, seçimlerde hile yapılır mı, yapılırsa nasıl önlem alınır… Böyle bir şeyin tartışılması bile Türkiye için bir ayıptır. Ne yazık ki her seçimden sonra da bu tür şaibe iddiaları çıkıyor, herkes bir şeyler söylüyor ve bir süre sonra herkes her şeyi unutuyor. Son yapılan referandumda da yaşandı. Ancak orada partilerin ve insanların şaibe iddialarını ortaya atmalarında daha somut gerekçeler vardı. Seçim gününün ortasında YSK’nın mühürsüz zarfların geçerli sayılacağını açıklaması, şaibe yaşanmamış olsa bile kendi başına bir olumsuzluktur. Skandaldır, ama maalesef yaşandı. Artık ülkemizdeki seçmenin ve siyasi partilerin akıllarında böyle bir kuşkunun bile hiç oluşmaması gerekir. Türkiye’ye yakışan budur. Gelişmiş ülkelerde insanların böyle bir kuşku duymadıklarından eminim. Hem iktidar partisi hem de diğer partiler bu konuda dikkatli olmalılar. Böyle iddiaların ortaya çıkabileceği gerekçeler yaratılmamalı.

- Peki, seçimlere güvenli bir şekilde girme ihtimalimiz nedir? YSK'ya güveniyor musunuz?

Ben devlet umuru almış biri olarak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bir kurumu olan Yüksek Seçim Kurulu’na güvenmediğimi söylemem. Söylememem gerek. Siz de bana böyle bir soru sorma lüzumunu hissetmemeliydiniz. Ancak kendinizi bunu sormak zorunda hissediyorsunuz, bunu anlıyorum. Acı olan da bu zaten. Hepimiz YSK’ya güvenmek zorundayız, yoksa bu işin içinden çıkamayız. Bu güveni duymazsak kaos çıkar. Elbette kontrol ve denetim çok önemli. Bu kontrol ve denetim, istenmeden yapılabilecek hataları düzeltmek için de çok önemlidir.

- Ülkede 5 milyona yakın göçmen nüfus var; bunların seçimlerde oy kullanma olasılığı nedir? Bir de soyağacını çıkaran pek çok kişinin ölmüş yakınlarının bile hayatta görünüyor olması seçimlerde bir şaibeye sebep olur mu?

Göçmen nüfus hakkında bilgiler çok net değil. Oy kullanabilmeleri için Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını kazanmış olmaları gerekiyor. Ne kadarı bu şekilde hak sahibi ya da değil, açıkçası çok net bilgiye sahip değilim. Diğer konuya gelirsek, orada seçmene çok önemli görev düşüyor. YSK tarafından açıklanan listelerde hem isimlerini, adreslerini, bulundukları binada tanımadıkları, bilmedikleri insanlar olup olmadığını kontrol etmiş olmaları çok önemli. Soyağaçlarını öğrendikleri nüfus bilgilerinde ölmüş yakınları yaşıyor gözükenler de bu konuların düzeltilmesi için gerekeni yapmalılar. Yoksa bunu bir şaibe unsuru gibi görüp, düzeltilmesi için bir şey yapmamak da vatandaşlık görevinin yapılmaması demektir.

- Seçimleri iktidar kazandığı takdirde bizleri ve ülkeyi neler bekliyor?

Endişelerimizi biliyorsunuz. Bunları sürekli gündeme getiriyor, sürekli söylüyoruz. Öncelikle isimlere, partilere takılmadan olaya bakmak gerek. Önemli ve yanlış olan, Türkiye’de hemen hemen her şeyin bir kişinin düşüncesine, kararına bağlı olması. Böyle bir siyasal sistem yanlış. Bunu 5 yıl siz yaparsınız, 5 yıl sonra bir başkası gelir o yapar. O yüzden isimlerden önce sistemin yapısındaki bozukluğu iyi anlamak ve anlatmak gerekir. İnanıyorum ki, bu yanlışlık doğru şekilde anlatıldığında, bugün iktidar partisinin seçmenlerinin bile bu işe onay vermeyeceklerini düşünüyorum. Türkiye’yi ve bizleri nelerin beklediğini tahmin etmekten daha kötüsü, tahmin edememek. Böyle bir sistemde hiçbir şeyi tahmin edemezsiniz. Çünkü her şey bir kişinin iki dudağı arasında olacak.

-Seçimleri muhalefet kazandığı takdirde bizleri ve ülkeyi neler bekliyor; yapacakları ilk icraat ne olacaktır sizce?

Türkiye’nin hem içerde hem dışarıda çok önemli sorunları var. İçeride, ekonominin gidişatı çok kötü. Dövizin halini görüyorsunuz. Gizli devalüasyon gerçekleşiyor. Paramız giderek eriyor, dış borcumuz katlanarak çoğalıyor, vatandaşın geliri düşüyor, her şeyin fiyatı ve borçlarımız artıyor. Diğer taraftan dışarıda, bazısı iktidarın tercihlerinden bazısı bize bağlı olmayan koşullardan kaynaklanan çok büyük sıkıntılar var. İşte Kudüs, işte Gazze’de yaşananlar. Avrupa Birliği ilişkileri… Daha birçok şey.

Kısacası seçimleri muhalefet kazandığında uğraşacak çok şeyi olacak. Bunlarla uğraşırken diğer taraftan da parlamenter sisteme dönmek için gerekli çalışmalar yapılacak. Bunu yaparken uygulanan parlamenter sistemde aksayan, yanlış ya da eksik olan yönler iyileştirilecek. Anayasanın birçok bölümü yeniden yazılacak. Parlamenter sisteme dönüş asıl hedef olmakla birlikte, ekonominin, dış ilişkilerin de onarılması gerekecek. Çünkü yaşam devam ediyor. 

- Aday siz olsaydınız, ilk ne yapardınız?

İsterseniz bunu, ileriki zamanlarda yeniden konuşalım.

- İktidarın uzlaşmasız ve kavgacı bir dış politika sürdürmesi alışılmışın dışında bir üslup. Çoğunlukla global güçlere boyun eğen bir tarza alışık bir ülke olarak artık hemen herkese kafa tutuyoruz. Her ne kadar izlenen bu politikanın getirileri olsa da götürüleri daha çok gibi duruyor. Olumlu ve olumsuz sonuçların arasında daha iyi bir denge tutturmak mümkün mü?

Cevap, sorunuzun son bölümünde gizli. Dış politikada denge çok önemli. Eğer, her şeye boyun eğen bir ülke olursanız bu yanlıştır. Kimse sizi dikkate almaz. Ancak bunun karşılığı da herkese kafa tutan bir ülke olmak değildir. Bu sefer de sürekli kavga eden bir ülke olarak çok ciddiye alınmayabilirsiniz. Bu dengeyi tutturmak elbette mümkün. Çünkü biz çok büyük ve çok güçlü bir ülkeyiz. Artılarımızı ve eksilerimizi çok iyi bilip, ona göre davranmamız gerekir. Sahip olduğumuz potansiyeli harekete geçirecek hamleler yapmalıyız. Gücümüzü ve enerjimizi sürekli kavga ederek tüketmek bize bir şey kazandırmaz. Kazandırmadığını da görüyoruz zaten.
 
- Tamam mı Devam mı kampanyası hakkında ne düşünüyorsunuz?

Artık farklı bir dönemdeyiz, dijital çağı yaşıyoruz. Bilgisayar, internet ve sosyal medya artık her eve girmiş durumda. İnsanlar arasındaki iletişim çok başka bir şekilde işliyor. Bu tür kampanyalar bir gecede bütün ülkeyi sarabiliyor. Bu kampanya da onlardan biri. Bu işin tuzu biberi. Gerçi bazı kesimlerce FETÖ kaynaklı olduğu falan söyleniyor ama çok ihtimal vermiyorum. Çünkü kontrolü ve belirlenmesi neredeyse olanaksız. 

- İktidarın seçimi kazanamaması halinde yargılanma ihtimalleri sizce var mı?

Böyle bir konuda bugünden görüş belirtmek bir önyargının ötesine geçmez. Buna ne hükümet ne de cumhurbaşkanı karar verir. Keyfilik asla kabul edilemez. Suç varsa elbette ceza da olmalıdır ancak bu konuda kararı bağımsız ve tarafsız yargı vermelidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Seran Vreskala Arşivi