Candan Yıldız
Barışı konuşmak sevilmese de…
"Kavramlar elimizdeki fenerlerdir..." Bu cümle bir dil birliğini anlatır; ana dillerin farklı olması halinde bile dil birliğini. Zira ardında uzun yıllara dayanan ortak mücadelenin kazanımı, sorumluluğu vardır.
Kadınların barış mücadelesinin kavramları da böyledir. Asla erkeklerin anladığı barışı tarif etmez, kavramsallaştırmaz. Hayatın her alanındaki itirazın cinsiyetlendirilmesinin müthiş gücü ve dönüştürücülüğünü taşır. .
Toplumsal alanın tarumar edildiği savaş zamanlarının bir alt seviyesini yaşıyor Türkiye. Barışabilme ihtimalini yaşamış bu toplum şimdilerde ölüm, "medeni ölüm", yıkım, abluka, baskı, ihraç, yargısız infaz, adaletsizlik ve yoksulluk soluyor; çözüm sürecinin bitirilmesine gerekçe yapılan Ceylanpınar olayından yani 20 Temmuz 2015’ten beri. Demem o ki, barış artık konuşulmuyor, konuşan da pek sevilmiyor. Lakin konuşulmasa da barış mücadelesi ve bu mücadelenin deneyim paylaşımları sürüyor. Hafta sonu yapılan Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Mükemmeliyet Merkezi’nin "Toplumsal Cinsiyet ve Barış Konferansı" bunun sadece bir örneği.
Akademi-aktivizm arasındaki bağın dikkate alındığı, hatta bunun öne çıkarıldığı konferansa adını kitaplarından bildiğimiz 79 yaşındaki feminist teorisyen yazar Cynthia Enloe katıldı ve etkileyiciydi. Tavırlarına, ilişkileniş biçimine sinmiş "dilsel kızkardeşlik" , evrensel olanın yıllar içinde nasıl değiştiğini anlatıyordu. Enleo sunumunda 1960-70’lerde kadınların yüzüne kezzap/asit atılmasının sistematikliğini, örüntüsünü ortaya çıkaran Bangladeşli feministler örneğini vererek, "Kadınlara karşı kezzap atma şiddeti" kavramsallaştırmanın ardındaki çabayı, sahanın gücünü anlattı. Aslında teori ve pratik arasındaki asimetrinin pozitif manada nasıl bozulduğuna güçlü bir örnek verdi. Bu mücadeleydi "dilsel kızkardeşliği" yaratan.
Savaşı feminist bir okumayla yeniden tanımlayan Enleo, "Aile içi şiddet, şiddetin bir devamı. Savaş da kolektif şiddetin dışa vurumu" derken, bu topraklarda uzun yıllardır sadece savaşı değil barışı da cinsiyetlendirmeye çalışan kızkardeşlerinin yolunun doğruluğunu teyit ediyordu. "Kadının nesneleştirilmesinin sonucu yaşanan aile içi şiddeti görmezseniz, dikkate almazsanız ne militarizmi ne de Şili diktatörü Pinochet’i eleştirebilirsiniz" karmaşık örüntüyü salondaki her kadın anlıyordu. İngilizce bilmenin ya da simültane çevirinin olanağı değildi bu. Enloe, Trump sonrası sokaklara çıkan, sonrasında 8 Mart’ta uluslararası kadın grevi eylemine dönüşen kadın mücadelesinin rüzgarından mı bilinmez ama "feminist zamanda yaşıyoruz" tespiti ile tarihin akışının değiştirici öznelerinden kadınlara başka bir sorumluluk da yüklüyordu. .
İsrailli feminist barış aktivisti Reza Mazali de Enleo gibi düşünüyordu. " Zor tuhaf özel bir zamanda yaşıyoruz. Barış için çalışmak, feminist olmak için muhteşem bir zaman" diyen Mazali, uzun zamandır sessiz kalan Yahudi ve Filistinli kadınların son bir yılda yeniden bir araya gelerek başlattıkları "Tabancasız Mutfak Masaları" kampanyasından söz etti. "Kitlesel itaat ettirme aracına dönüşen silahlara" karşı başlatılan bu proje kadınların barış mücadelesinin yeni ve özgün bir deneyimi. Mazali’nin anlatımlarından anlıyoruz ki, özgürleşmeyi içermeyen barış geciktikçe savaşın coğrafyası da genişliyor. Savaş farklı biçim, içeriklerle gündelik hayatımıza taşınıyor.
2017’nin ilk 3 ayında bireysel silahlanmanın bir önceki yıla göre yüzde 10 arttığı Türkiye’de, resmi kayıtlar bize 338 bin kişinin silah sahibi olduğunu söylüyor. Ya resmi olmayan rakamlar? Kürtlerle barışmayı reddeden devletin savaşı geniş sahaya yaymasının bir sonucudur bu. Uzun yıllardır "Bireysel silahlanma" ya karşı kamuoyu yaratmaya çalışan sivil toplum yapılarının neden olduğu körlük ise Türkiye’deki silahlanma ile erkek egemenliği-devlet- militarizm arasındaki bağın görülmesine engel oluyor. "Feminist zamanda yaşamak" bunların da tartışılmasını gerektiriyor.
Sahi bir barış sürecinin niteliğini, derde deva olup olamayacağını, kalıcı mı geçici mi olacağını nasıl anlarız? Bu soruya, ruhu, sözü güçlü bir şekilde konferansta dolaşan, araştırma ve aktivizmini hiç birbirinden koparmayan Cynthia Cockburn net yanıt vermiş: "Toplumsal cinsiyet sadece savaştan etkilenen bir durum değil aynı zamanda savaşın kaynaklarından birisidir. Ve barışa ulaşmak da toplumsal cinsiyetten geçer."