Barzani’yle Erdoğan’ın kazan-kazan ilişkisi

Kürtlerin alternatif bir yönetim modeli örnekleyen PYD yerine, ABD’nin bölgedeki sıkı müttefiki Barzani’nin etrafında toplanması pek çok ülke için tercih sebebi. Başta Türkiye olmak üzere.

Irak Kürdistan’ındaki referandum günlerdir Irak’tan çok Türkiye’nin en önemli gündem maddesi oldu.

Tanımı kendinden, "sınır ötesi"ndeki bir referandum için neden bu kadar fırtına koparıldığına ilişkin neredeyse söylenmedik söz kalmadı.

Özetlemek gerekirse devletin ‘muhalif gibi görünen yüzü’ ile devletin ‘iktidar gibi görünen yüzü’ üstlerine düşen rolü hakkıyla yerine getirdi.

Ortaya çıkan çıplak gerçek şu ki, Türkiye’deki egemen güçler yer ve rol değiştirse bile Kürtler söz konusu olduğunda milim farklılık göstermezler.

Bazı samimi sosyal demokratları dışında tutarak söylemek gerekirse, CHP’liler değil ama Kılıçdaroğlu ve ekibi devletin "muhalif gibi görünen" yüzüdür.

Bazı dönemler ‘derin devlet’, ‘gladio’ gibi isimlerle, yakın dönemde de ‘paralel yapı’ diye anılan oluşumlarda dahil, tamamı ikili devlet yapısının parçalarıdır.

Kullanma süreleri dolduğunda tasfiye edilir, yerlerine ihtiyaca binaen yeni isimler ya da yeni oluşumlar ikame edilir.

Değişmeyen bu ikili devlet yapılanması içinde muhalif partiler ve iktidar partisinin konumudur.

Dolayısıyla bu baskıcı, ırkçı, totaliter yönetimle mücadeleyi AKP’ye ve Erdoğan’a indirgemek  solun ve demokratların başından beri düştüğü en büyük yanılgı oldu.

Koray Düzgören’in "Kılıçdaroğlu’na açık mektup" başlıklı yazısında sıraladığı CHP’nin kritik kararlarını bir de bu açıdan okumakta yarar var.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, iç ve dış bir dizi nedenden dolayı ülke yönetiminde bugünkü modeli uygun buluyor.

Ne kadar sürer, daha önemlisi bu model kiminle sürer ve hedef nedir, yaşayıp göreceğiz.

Bir şey daha belirtmekte yarar var, bu sisteme rağmen siyasette belirleyici rol oynamaya başlayan her siyasi faktör, tıpkı HDP’nin başına geldiği gibi her tür yolla engellenmeye çalışılır.

Meral Akşener’le anılan yeni partinin de "muhalif" değil, olsa olsa devletin, yapılanmasında bazı aktörleri değiştirmeye karar verdiğinin göstergesi olabilir.

Bunu da zamanla göreceğiz.

Lafı uzattım ama Kürt düşmanlığının gelebildiği noktaları görmek için Irak’taki referandum bir turnusol olmamalıydı.
 

ŞEYTANIN AVUKATLIĞINI YAPMAK

Öte yandan referandumu ve Mesut Barzani’nin tutumunu değerlendirirken  "Kürt düşmanlığı-Kürt dostluğu" tartışmasının dışına çıkıp, boşlukları dolduracak soruları sormak gerekir.

Referandumun en çarpıcı sonucu, ezici çoğunlukla bağımsızlığa "evet" denmesi değil,  Mesud Barzani’nin Kürtler için, parlayan bir lider olarak imaj tazelemesiydi. 

Barzani, bağlı olduğu Irak merkezi yönetimi başta olmak üzere, bölgenin ve dünyanın en güçlü ülkelerine rest çekmiş ve tüm tehditlere rağmen Kürt halkının onurunu korumuştu!

ABD’ye, AB’ye, İran’a, Türkiye’ye ve Bağdat’a rağmen geri adım atmayan Barzani bu cesareti nereden buldu?

Herhalde Musul ve Kerkük’te IŞİD’le savaşmak yerine silahlarını bırakıp geri çekilen peşmerge güçlerine değil.

Acaba, ABD’nin zamansız bulmasına rağmen referandum sonrası yaptığı açıklamaların ılımlı tonu yanıt olabilir mi?

Hatta ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Heather Nauert’in, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun "Irak'a toprak bütünlüğünü korumak için her türlü destek verecekleri"ne ilişkin sözlerine, "Kulağa tehdit gibi geliyor. Ama yine de yorum yapmayacağız" yanıtını vermesi Türkiye’ye bir mesaj taşımıyor mu?

Peki AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan gerçekten savaş tezkeresini kullanıp "bir gece ansızın" gidebilir mi?

Deneyimli diplomatlar bunun pek mümkün olmadığını söylüyor. Örneğin emekli büyükelçi Ünal Çeviköz " Türkiye'nin Kuzey Irak'a askeri operasyon yapması bu koşullarda çok zor. Hükümet bu tezkereyi ancak iç politika malzemesi olarak kullanır, o arada da Kuzey Irak yönetimine aba altından sopa göstermiş olur" diyor.

Uluslararası ilişkiler boyutunda bakıldığında mümkün olamayacağı gayet açık olan askeri müdahale seçeneği yerine Almanya’dan sonra ikinci en büyük ihracat rakamını sağlayan Irak ve Kürdistan iken, "vana"yı kullanarak ekonomik müdahale seçeneği gerçekçi mi?

Buna yanıt olabilecek açıklama ise Barzani’ye yakın Rudaw Genel Yayın Yönetmeni Rebwar Kerim Wel’den geldi.

Wel’in, Irak Kürdistan Bölgesi yönetimine "Petrolün vanasını kapatırız" diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’a verdiği yanıt, ellerinin boş olmadığına ilişkin güçlü imalar da taşıyordu.

"Sattığınız Kürt petrolünün paraları nereye gitti? Bağdat’ın itirazlarına rağmen paralar Halkbank’a yatarken vanayı kapatmak aklınıza neden gelmedi?"

Wel yanıtında "Esad sizi aldattı, Netahyahu aldattı, Obama aldattı, en son da Sayın Barzani mi? Nasıl oluyor da bu kadar kolay aldatılıyorsunuz? Hayır Sayın Cumhurbaşkanı, Kürdistan ve Başkanı Barzani sizi hiç yanıltmadı. Ama siz belki de başkanlık yolunda ihtiyaç duyduğunuz oylar için, Kürdistan halkını aldattınız" sözlerine de yer verdi.

Erdoğan aldanıyor mu gerçekten?

Erdoğan’ın tüm sert açıklamalarına rağmen, referandum öncesi ve sonrası  Bölgesel Kürt Yönetimi’ne dönük, edilen laflarla paralel bir girişimde bulunulmaması dikkat çekici.

‘Dünya lideri’miz, Türkiye kamuoyunu savaş tezkeresine ikna etmek için aldanmış gibi yapmayı tercih ediyor. 

Herhalde Türkiye’yi yönetenler de gerek uluslararası ilişkiler,gerekse Irak’la süren ticari ilişkiler nedeniyle, kısa süreli ve kısmi kısıtlamalar dışında bir müdahalede bulunamayacaklarını gayet iyi biliyorlar.

Zaten AKP’li birkaç bakan, Kürdistan’a yönelik ekonomik ambargoların doğru olmayacağını ifade etti. Ötesi, AKP Sözcüsü Mahir Ünal referandum sonrası Rudaw’a, "AK Parti bölge halkı ve Kürtlerin kazanımları için uzun yıllardır mücadele ediyor. Kürtler bizim bölgedeki kadim müttefiklerimizdendir" dedi.

Açık ki tezkere, Barzani’ye değil ama,PYD ve PKK’ya,içeride de muhaliflere karşı güçlü bir aygıt olarak kullanılmaya çalışılacak.

Nitekim Suriye, kendi topraklarındaki Kürt oluşumlarına ilişkin "İŞİD sonrası masaya oturabiliriz" açıklamasıyla, yalnız PYD’ye değil Türkiye’ye de seslenerek, "niyetini biliyorum. Topraklarımda bir müdahaleye izin vermem" mesajı verdi.

Referandumun sonuçlarına bütün bu olupbitenler ışığında bakarsak, Barzani-Erdoğan ilişkisi adeta bir kazan-kazan ilişkisi oldu.

Erdoğan seçim öncesi bir savaş tehdidi yaratarak iç siyasette elini güçlendirirken, bölgede etkinliği sıfırlanmış bir siyasetçi olarak  "ben de varım" dedi.

 Barzaniisetüm anti-demokratik uygulamaları, mezhepçiliği, yolsuzluk iddiaları ve Ezidileri IŞİD’e bırakan politikasıyla, neredeyse sıfıra inmiş imajını cilalayıverdi.   

Kürt halkının referandumda tüm dünyaya verdiği güçlü mesajdan bağımsız olarak, Barzani’nin adeta PKK, PYD ve diğer Kürt oluşumları karşısında parlayan bir lider olarak sahnede boy göstermesi pek de beklenen bir durum değildi. 

Öte yandan IŞİD’le mücadelede öne çıkan, cihatçı çeteler karşısında seküler yaşam biçimiyle Batı kamuoyunun sempatisini kazanan PYD/YPG’nin, bölgede emperyal çıkarlar uğruna bulunan devletler için ‘geçici bir müttefik’ olabileceği çok yazıldı.

"Geçici müttefik"lik tezinin temelinde ise, PYD’nin  özgürlükçü, eşitlikçi, halkın doğrudan katıldığı yönetim modelinin, başta ABD olmak üzere, bölgenin zengin kaynaklarına yatırım yapan  ülkelerinuzun vadede çıkarlarına engel olabileceği endişesi var.

Dolayısıyla, Kürtlerin alternatif bir yönetim modeli örnekleyen PYD yerine, ABD’nin bölgedeki sıkı müttefiki Barzani’nin etrafında toplanması pek çok ülke için tercih sebebi. 

Başta Türkiye olmak üzere.

Metin Gürcan’ın T24’de yer alan uzun makalesinin "Sonuç" kısmı, farklı bir açıdan da olsa Türkiye’nin  PYD-PKK’ye bakışını, tezkerenin ne işe yarayacağı konusunu açıklayacak önemli ipuçları taşıyor.   

"PKK’nın, başta ‘Rojava deneyimi’ olmak üzere pek çok aktör/süreç ve ilişkinin şekillendirdiği bir dönüşüm sürecinde olduğu görülüyor. Türkiye her ne kadar ülke içinde PKK ile mücadelesine amansız devam etse de yeni durumda Suriye kuzeyi ‘asıl cephe’, Türkiye içi ise ‘tali (ikincil) cephe’ görünümünde. O nedenle PKK’nın dönüşümünü anlamak için Suriye kuzeyinde yapmak istedikleri, yapabildikleri ve yapamadıklarını iyi analiz edip bu sonuçlara yol açan faktörleri iyi incelemek gerekmekte."

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi