Keşke dünyanın bütün şarkılarını söyleyebilsem

16 Nisan’da çıkaracağı single ile 4 yıllık sessizliğini bozmaya hazırlanan yarı şarkıcı yarı anarşist ama tam insan Yasemin Göksu ile neler konuştuk neler!

Seran VRESKALA


Yıllar evvel ilk kez bir Rumeli türküsünde duymuştum sesini; araba kullanıyordum, hemen sağa çektim çünkü duyduğum ses olduğum yere mıhlamıştı beni. Böyle berrak su gibi, sakin ve huzurlu bir sesti duyduğum; size kendi içinizde bir yolculuk yaptıran… Sonra kader bu ya, tanıştık ve duyduğum o sese hayalimde oturttuğum yüz beni hiç şaşırtmadı. Röportajın çoğu yerinde parantez içinde ‘gülüyor’ kelimesi göreceksiniz; çünkü her şeye rağmen hayata karşı ve hayatla gülen biri var karşımda. Solcu bir aileden geldiği için 80’leri ve faşizmi dibine kadar yaşamasına rağmen hala insanlığa ve barışa inanıyor. İşine çok aşık ama tam bir çocuk manyağı; evi, kalbi, hayatı çocukla dolu; bu yüzden belki de o kahkahalar… Oğlu Evrim, yeğenleri ve birkaç yıl evvel hayatına aldığı kızı Dilan için hiç düşünmeden canını verebileceğini söylüyor. 4 yıl evvel çıkardığı ‘Ah’ albümünden sonra ilk kez yeni single çalışmasıyla gündeme gelen Yasemin Göksu ile yaptığımız sohbette her telden çaldık. 

- Bir insan neden müzik yapmayı seçer, çünkü hiç kolay bir yol değil. Sadece yetenekli olmak yeterli mi?

Aşk… Bir insan neden müzik yapar bilmiyorum. Yetenek, elbette… Ses ve kulak, elbette…  Ama şarkı söylemek benim için kesinlikle ‘aşk’. Yoksa çekilir mi Allah aşkına! Çok dertli iş…

- Seni bildim bileli politik ve aktivist birisin. Kadınlar, çocuklar, silikozis hastaları, hatta kot kumlama işçileri için bile mücadele ediyorsun. Sanat yapan bir insan neden aktivist olur? Dünyayı, insanları bu kadar umursuyor musun gerçekten?

Aileden politiğim ben… (Gülüyor) Sorumluluk duygusu ve empatinin bana aileden geçtiğine inanıyorum. Görev insanıyım. Babam demokrat, abim solcuydu. Ama eski solculardan değil şimdi; hala öyle. Ailece hep birlikte 12 Eylül’ün en vahşi yanlarını yaşadık. Gözaltı, hapislik, işkence, şiddet… Annem bile… Ve evet, dünyayı çok umursuyorum. Sebepsiz değil buradaki varlığımız. Ömrü belli bir gezegende, milyarlarca canlı, çoğalarak birlikte yaşıyoruz. Koskoca bir evi paylaşıyoruz. Sorumluluk almadan, taşımadan, korumadan olur mu?

- Peki, sanat siyaset yapar mı?

Platon ve Aristo, "Politika bir çeşit sanattır" demişler. (Gülüyor) Sanat da politiktir. Dünya kurulduğundan bu yana asırlar ve toplumlar arasındaki en büyük taşıyıcı sanattır. En ortak nokta, en haz duyulan dil... Bu kadar güçlü ve etkileyici bir unsurun politik olmaması mümkün mü? Yaşam politik, sokak politik… Yaptığın resim, yazdığın şiir, söylediğin şarkı, yüzünü hiç görmemiş insanların aklına, kalbine giriyor. Binlerce insana hitap edebiliyorsun. Üstelik, döneminde fırtınalar estiren, kendini ölümsüz dünyayı emrinde sanan siyasiler değil, asırlar sonra sen hatırlanıyorsun. Boşluğa saldığın sesin, müzedeki resmin, küf kokan bir kitaptan sözcüklerin…

"Sen sanatını yap, politikayı da siyasilere bırak" diyorlar. Kime bırakıyorum kardeşim? Niye bırakıyorum? Siyasilerin dünyayı ne hale getirdikleri ortada. Dünyayı daha yaşanır bir yer haline getirecek bir zemin sunuyorsa sanat bize, ben de üzerinde dikilip sözümü söyleyeceğim elbet. Ayrıca, dünyada şarkı söylemek için gittiğim yerlerde birebir yaşadım bunu. Sanatın hem birleştirici hem iyileştirici büyük bir gücü var. İnsanlar birbirlerine dokunmaya, sarılmaya hazırlar. Dünya halklarının savaşla işi yok bence. Hemen hepsi savaşın, faşizmin zulmünden paylarını onulmaz yaralarla almışlar. Savaş, dünyayı yöneten açgözlü siyasilerin ve onlardan nemalanan kan emicilerin işi. Ama biz biliyoruz ki, "dünyayı güzellik kurtaracak" değil mi? (Gülüyor)

- Seni kime sorduysam yardımseverliğinden, asla vazgeçmediğinden, evinin kapılarını herkese açtığından, kalbinin iyiliğinden söz etti; bilgi toplayabilmek için nereye baktıysam bir tane kötü yorum görmedim. Nasıl bir insansın sen?

Eyvah… (Kızarıyor resmen) ben kendimde ekstra bir durum görmüyorum valla. Annem, babam nasıl yetiştirdiyse öyleyim. Doğallığında olması gerekenin erdem sayıldığı bir zamanda yaşıyoruz artık maalesef. Bizim evimiz, soframız hep doluydu. Babamın, kendisinden yardım isteyen birini geri çevirdiğini bir kez bile görmedim. Zaman, zaman "şimdi bana yalan söylüyor, aldığını geri getirmeyecek biliyorum, ama bu bizim imtihanımız, bunlar sadece aracı…" derdi babam. Demokrat ve mütedeyyin bir ailede, Ramazan sofralarında önce dilenciler, desteğe, yardıma muhtaç insanlar, evinden uzak öğrenciler, kimsesizlerle açılırdı büyüklerin orucu. Kapı çalındığında, ‘kim geldi ki bu saatte’ diyemezdik. Çok kızardı babam. Bizim kardeşlerim dışında evde hep bakılan, büyütülen, okutulan çocuklar olurdu. Getirilen çikolatalar, şekerler, hediyeler önce onlara verilirdi. Hal böyle olunca, verip teşekkür eden çocuklar olduk biz de. (Gülüyor)

- İclal Aydın şarkı yorumlamanı Barbra Streisand’ın oyunculuğuna benzetiyormuş. İlginç bir yorum!

(Gülüyor) Galiba her türden şarkı, türkü söylemeyi sevdiğim için böyle bir yorum yapmış. İclal benim hakkımda en çok yazı yazan insandır diyebilirim. Hayatımı çok yakından biliyor. Yazdığım şarkıların öykülerini, bana bunları yazdıran nedenleri, olayları… Yaptığım her albümü, basılmadan önce dinlemiştir. Bazı kitaplarını yazarken benim şarkılarımı dinlemiştir. İşte böyle bir duygudaşlıkta, böyle bir yorum yapmış canım benim.

- Rumeli, Balkan, Rum ezgileri, türküler, deyişler, kısaca her yöreden şarkılar söylüyorsun ama senin en çok etkilendiğin yöre hangisi?

Hepsi. Vallahi, billahi hepsi. Türkçesi, yabancısı… Benim kalbime dokunan her şarkı, her türkü benim yörem. Hiç ayırt etmiyorum.

- 24 yıldır müzik piyasasının içindesin, neler değişti? Son yıllarda yapılan müzik için neler düşünüyorsun?

Hadiii, o kadar olmuş mu? Vay arkadaş! (Gülüyor) Doğruyu söylemek gerekirse, ben müzik piyasasının içinde olmadım pek. O camiada da olmadım. İşte derler ya hep ‘Falanca Müzik ailesi’ diye; hep birlikte yemeklere çıkılır, partilere gidilir vs. Benim öyle bir ‘şirket ailem’ olmadı. Tercih ettiğim bir tarz değil. Sakin, duru, doğal yaşamayı seviyorum. Bütün o hesaplar, rekabet, elektrik, yarış bana göre işler değil.

Eskiden iyi türkü mekanları vardı; bizler de zevk alır, konser tadında programlar yapardık. Her şey yozlaştı şimdi. Dinleyici gitti, yerine müşteri geldi. Bir bardak rakı parasına, sahnedeki insanı emir eri zannedenler… müziği sadece hoplayıp, zıplayıp eğlenmek olarak algılayanlar… İnsan canından beziyor. Sağlam sesler, gurur duyulası müzisyenler de var, çok iyi besteler yapan… Beş dakikada tüketilen parçaları kovalayanlar da… Ben yorumcuyum, uzakta durur, bütün sevdiğim şarkıları söylerim. Bal tutan parmağını yalar! (Gülüyor)

- Flamenko bile söyledin; söyleyemeyeceğin bir tarz var mı?

Maalesef, hem de çok… Keşke dünyanın bütün şarkılarını söyleyebilsem. Çeşitli etnik, dil ve tarzda pek çok şarkı söylüyorum ama kesmiyor. (Gülüyor) Şarkı söylemek, söyleyebilmek çok şahane bir şey. Ama her oturduğun masada, "hadi şarkı söyle" dedikleri vakit, pek öyle olmuyor tabii.

- Bir ara müzik sektörüne küsmüştün sanki, sebeplerin neydi? Neden uzaklaştın?

Hiç barışmadım ki! Ruhuna, isteklerine, tarzına uygun yapımcı bulmak çok zor. Çok incindim o ilişkilerde. Kendim olarak kalmak için çok çaba sarfettim. Kimsenin kopyası, tekrarı olmak istemedim. Aman çok tutar diye, dilime, kalbime oturmayan şarkıları söylemedim. Çok kaygan bir zeminde, bir kadın - bir anne - bir insan olarak, düşmeden, savrulmadan hem şarkı söyleyip, hem insan olmanın gereklerini yerine getirmeye çalıştım. Şunu gururla söyleyebilirim ki, hep zor bir yaşamım olmasına rağmen, para ve çıkar uğruna değerlerimden, ilkelerimden zerre ödün vermedim. Hayatta maddi olarak tek dikili ağacım yok. Hala kirada oturuyorum. Birikmiş param yok. Ama kişiliğimi, onurumu, ruhumu satılığa hiç çıkarmadım. Valla bu da benim hazinem yani. (Gülüyor)

- Ülkede ayrımcılık hiç olmadığı kadar üst seviyede; müzikte de ayrımcılık, ötekileştirme olduğunu düşünüyor musun?

Olmaz mı? Hem de dibine kadar. Dönemin sahipleriyle aynı gemiye binmeyenleri, hain ve terörist ilan edip, denizde sürüklenmeye, boğulmaya terk ediyorlar.  

- Mesam’a üye misin? Ne düşünüyorsun son olanlar hakkında?

Mesam’a üyeyim ama asil üye değilim. MüyorBir’de asil üyeliğim var. Bu kurumlardaki iktidar savaşı da azımsanacak gibi değil! Yönetimlerde basit bir rotasyon kuralı yok. Yönetime gelen bir daha gitmek istemiyor. Bazı kongrelerde, insanın orada olmaktan utandığı anlar yaşamadık mı; yaşadık! Yanlışlar, hatalar yapılmadı mı; yapıldı! Ama her şeye rağmen kurum yönetimine kayyım atanması hazmedilir, kabul edilebilir bir şey değil. Problem varsa, yönetim ve üyeler arasında demokratik çözüm yollarına gidersin. Böyle tepeden inme, antidemokratik bir müdahale ile değil. Bir de bazı ismi lazım değil sanatçıların, bunu sevinçle karşılaması ve kayyımlığı içselleştirerek, kurumun sahibi olmuş gibi davranması var tabii… Korkunç. Mide bulandırıcı hatta!

- Yeşiller Partisi üyesisin. Hapisteki HDP’li milletvekilleri hakkındaki düşüncelerin neler?

Meclise, temsil ettiği milyonlarca seçmenin oyuyla gelmiş olan vekillerin, antidemokratik uygulamalarla, şiddetle, zorla görevlerinden uzaklaştırılması, cezaevlerine gönderilmesi, vekilliklerinin düşürülmesi, insan haklarına saygılı olan herkesi derinden yaraladı. Demokrasi ve insan hakları adına çok üzücü, çok endişe verici… Maalesef aidiyetler, etnik kimlikler üzerinde döndürülen kirli hesaplarla, bu ülkede birlikte yaşayan halkların arasına aşılmaz uçurumlar inşa edildi. Kolay kolay aşılacağa da benzemiyor. Çok yazık!

- Barış için birçok projeye katıldığını biliyorum. Barış kelimesinin artık tehlikeli olduğu bir dönemde barışa inancın hala var mı?

Evet var. Olmak zorunda. Barışı, "iki savaş arasındaki sessiz dönem" olmaktan çıkarıp, gerçek bir yaşam biçimi haline getirmeliyiz. Başka türlü yaşayabilmemiz mümkün mü? Barıştan vazgeçmek, dünya tarihinde, bu uğurda canını veren, ömrünü feda eden insanların hatırasına ve çocuklarımızın geleceğine ihanet olur. Ayrıca bugün barışı ve demokrasiyi reddeden insanlara da lazım olacak bir gün. Geçmişte olduğu gibi…

- Kürt meselesi, Afrin Operasyonu, adaletsiz yargı, kandırılmış siyasetçiler, KHK’lar, akademisyenlerin durumu, 15 Temmuz, FETÖ, kadına şiddet haberleri, hapisteki gazeteciler, 7000 çocuğa tecavüz, Suriye, Faşizm, Trump, Putin, Kim vs... Ülkede ve dünyada bu kadar sorun varken şarkı söylemekte ya da eser yaratmakta zorlandığın oluyor mu ya da ben ne yapıyorum dediğin?

Gerçekten böyle bir ruh haline girdim, evet. Bütün bunlardan çok etkilendim. Çok hastalandım. Ciddi fiziksel rahatsızlıklara sebep oldu stres bende. Eskiden ‘psikolojikmiş’ deyip geçerdik. Ama o ‘psikolojikmiş’ kısmı meğerse ne kadar önemliymiş. Canıma okudu benim son yıllarda olanlar. İki yıldır tedavi görüyorum ama sebepler değişmeyip, bir de üzerine koydukça, tedavilerin bir anlamı da olmuyor tabii… Müziği bırakmayı defalarca geçirdim aklımdan. Sadece şu son 5 yılda, onlarca konserime yasak geldi. Düzenlenen özel gecelerim iptal edildi. Çıkacağım mekanlar tehdit edildi. Neden? Ben bir barışseverim. Tercihimi demokrasi, hak, hukuk, adalet, eşitlik ve barıştan yana kullanıyorum. Eyvah! Bak işte yine fena sözcükleri kullandım görüyor musun? (Gülüyor) yani bütün bunlar olunca, çok ciddi ekonomik sıkıntılar da beraberinde geliyor, boğuluyorsun tabii… Sen kirayı nasıl ödeyeceğim diye sırtından terlerken, dün bir dilim ekmeği bölüştüğün arkadaşın, birlikte sahip olduğunu zannettiğin tüm değerleri ayaklarının altına, gücü ve iktidarı da arkasına almış yürüyor. İnciniyor, öfkeleniyor, küsüyorsun. Ama ne oluyor? Yine de kendi değerlerine ve müziğin iyileştirici gücüne sığınıp, bir şekilde devam ediyorsun.

- İnsanlar cinnet geçirir halde birbirlerine saldırıyorlar; konuşma dilimiz bile nobranlaştı, ne dersin, müzik bir yerde bizleri kurtarır mı?

Kötülük bulaşıcı bir şekilde her yanımızı sardı. Ah canım kadın ya… Hep aklıma geliyor Gülten Akın. Daha doğrusu şu dize hiç aklımdan çıkmıyor. "Ah kimselerin vakti yok, durup ince şeyleri anlamaya…" Ne güzel, ne çok şey demiş, değil mi? Derinlik, incelik, elbet biraz bilgelik de ister, empati de özen de… Onlardan kalmadı neredeyse. Beni en çok sarsan, yaralayan şeylerin başında geliyor kötülüğün bu kadar kabul görmesi. Ama demin de dedim ya, ruhunu sıvazlamanın yolu, sanatın iyileştirici gücüne sığınmakla mümkün.

- 16 Nisan’da yeni single’ın çıkıyor; şarkının sözlerini sen yazdın. Öyküsünü anlatır mısın?

Sözleri benim; müziği oğullarımdan biri olan Saki Çimen’e ait. Çok iyi bir besteci oldu, daha da iyi olacak biliyorum. Single fikri şöyle gelişti; Sevgili Murat Kınay aradı bir gece, dedi ki "abla ya, bir aşk şarkısı yazsan, söylesen" … Tamam dedim. E, ruhum zaten teşne; defalarca aşkzede olmuş bir kadınım sonuçta, değil mi ama? (Gülüyor) Büyük sevdalar geçti hayatımdan. İyi ki de geçti. Beste aradık, sonuçta Saki’den geldi o beste. Ben de kalbimin en incinmiş yerlerini bir açıp baktım ki, ooo, üst üste gelmiş kıyamet kadar yara var. Eskisi, yenisi… Bodrumlular "depili" derler. Aynı öyle… Oturdum yazdım…

Güzel şarkı oldu. Dinlettiğim dostlarımın hep kalplerinin bir yerlerine dokundu. Baktım ki, öyle pek de yalnız kalmamışım kırık kalpler mahallesinde. (Gülüyor) Bu da benim ruhuma iyi geldi. 16 Nisan’da yayınlanacak. Umarım dinleyici de bizim kadar sever.

--

Yasemin Göksu Twitter Sayfası
Yasemin Göksu Facebook Sayfası

Kot Kumlama İşçileri Dayanışma Komitesi

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi