İnci Hekimoğlu
‘Bay fıtrat’ın turuncu sahtekârlığı
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü, Türkiyeli kadınların dünya kamuoyu önünde de sergilemek zorunda kaldığı zorlu mücadelenin bir örneği oldu.
Polis önce öğle saatlerinde Kadıköy’de toplanan ve aralarında yakınlarını erkek şiddetine kurban vermiş ailelerin olduğu grubun seslerini kamuoyuna duyurma ve protesto haklarını kullanmalarına engel oldu.
Akşam yürüyüşü için Tünel’de toplanan binlerce kadına karşı da aynı tavır sürdürüldü. Galatasaray Meydanı’na yürümeleri cop, biber gazı, kalkan, TOMA ile engellenmeye çalışılsa da kadınların kararlılığı statükonun statik aklını kolayca aştı.
Tünel meydanına hapsedilmeyi reddeden kadınlar, ara sokaklara dağılarak, bütün İstiklal Caddesi’ni ve caddeye çıkan sokakları eylem alanına çevirdi.
O sıralarda İstanbul Belediyesi, BM’nin kadına yönelik şiddete karşı başlattığı "Dünyayı turuncuya boyayalım" kampanyasına destek için Galata Kulesi ışıklarının turuncu yanacağını Twitter hesabından ‘müjde’lemişti.
Ama aynı belediyenin, aynı gün İstanbul Beşiktaş’ta erkek şiddeti sonucu hayatını kaybeden kadınlar anısına yaptırılan dijital anıtı söktüğü haberi düşmüştü sosyal medyaya.
Bir "turuncu sahtekarlık" örneği olarak…
İktidar zevahiri kurtarsın diye Kule, 3. Köprü gibi kamusal alanlar turuncuya boyanırken, ataerkil sisteme biat etmeyen kadınlara şiddet uygulamakta beis görmedikleri gibi şiddeti görünür kılan anıtlara bile tahammül gösteremez haldeler.
İkiyüzlülük bununla kalsa iyi.
Meydanları, caddeleri, sokakları kısaca kendi ‘aile ve ev’ tanımları dışındaki bütün alanları kadınlara dar etmeyi önüne koymuş bu iktidar, bir de kalkıp Fransa’daki polis şiddetini kınamaz mı?
"Ar damarı çatlamak" deyimi böyle durumlarda kullanabilmek için icat edilmiş olmalı.
2012’de çıkarılan Kürtaj Yasası’ndan, iktidarın ‘yol haritası’ olarak okunması gereken Boşanma Komisyonu Raporu’na farkındayız ki, fıtratları eşitlik, adalet ve özgürlük kavramlarına uygun değil.
Daha dün ‘Sayın Başkan’ 25 Kasım dolayısıyla yaptığı "kadınla erkeğin fıtratları eşit olamaz" derken tam da bunu itiraf ediyordu.
Kadınların "eşitlik" derken ne söylediğini bilmediğinden ya da anlamadığından değil elbet.
Aslında iki kesime yönelik mesaj veriyordu.
Bir yandan eşitlik talebinden vazgeçmeyen kadınların önüne devletin tüm barikatlarını yığacağını söylüyor, bir yandan da eğip büktüğü kavramlardan yararlanarak muhafazakâr kadınları ikinci sınıflığa razı etmeye çalışıyordu.
Bu konuşmayı yapmak için, kızı Sümeyye Erdoğan’ın kurucusu olduğu KADEM’in düzenlediği Kadın ve Adalet Zirvesi’ni seçmesi de bir göstergeydi.
İktidar kadını, toplum mühendisliğinde önemli bir araç olarak gördüğünden itaatkar bir eş ve anne rolüne ikna etmeye özel önem veriyor.
Nitekim Çalışma ve Aile Bakanlığı, Eğitim Bakanlığı ve Diyanet ile adeta kafa kafaya verip, kadını her alanda kuşatmak, dört duvar arasına hapsetmek için entegre politikalar üretiyorlar.
Bu 25 Kasım’da çok daha tehlikeli bir stratejiyi yürürlüğe koyduklarına tanık olduk.
BM’nin "Turuncu Kampanyası"nı adeta kutuplaştırma siyasetini kadın hareketi içine de yaymak üzere kullandılar.
AKP’li kadınlar, bağımsız kadın platformlarının yürüttükleri ortak mücadelenin bir parçası olan yürüyüşe katılmak yerine "Turuncu Kampanya" ile sınırlanmış etkinlikler yaptılar.
Yani kadın kimliği ile ortaklaşmayı değil partili kimliği ile ayrışmayı seçtiler.
Kadınlar her zaman giyimlerine, inançlarına, görünüşlerine, statülerine göre ayrıştırılmalarına karşı mücadele etti ama gelinen nokta, üzerinde özenle çalışılan ve kurumları oluşturulan çok daha keskin bir ayrımcılık kategorisini işaret ediyor.
"Yeni rejim"in sürprizlerine karşı hazırlıklı mıyız bilmiyorum. Ama kadınların bundan böyle bütün ayrımcılıklara karşı direnecek yeni dayanışma ve örgütlenme modelleri üzerinde daha fazla düşünüp tartışmaları gerektiğine inanıyorum.