Ergun Babahan
Bay Kemal, Ergenekon’u temizleyebilir mi?
Türkiye temel meselelerini isimler üzerinden tartışmaya devam ediyor, kurumsal gerçeklikleri, devlet hafıza ve geleneğini görmezden geliyor. Oysa temel mesele bu kurumlar ve hafıza. Bunlarla yüzleşmeden ülkenin düze çıkması, tam demokrasi olması ve hukuk devleti haline gelmesi mümkün olmayacak.
Oysa Resneli Niyazi’nin 3 Temmuz 1908’de dağa çıkmasıyla başlayan olaylar zinciri bu topraklarda çeteciliği meşru hale getirmiş ve devlet temeline bu gelenek üzerine kurulmuştur. Mustafa Kemal de Kurtuluş Savaşı’nı bu gelenek üzerine kurulmuş Karakol teşkilatları üzerinden yürütmüştür. Karakol teşkilatı da bugünkü Milli İstihbarat Teşkilatı’nın nüvesini oluşturmuştur.
Devlet, tepeden tırnağa İttihatçı gelenek üzerine kurulmuştur. Bu geleneğin temel özelliği devletin sürekli tehdit altında olduğuna inanması, Batı’nın ülkeyi bölmeye çalıştığını düşünmesi ve "Her şey vatan şiarı" altında insanı harcanabilecek bir malzeme olarak görmesidir: "Söz konusu vatansa, gerisi teferruattır…"
Bu sözün arkasına cinayetler, suikastler, İstiklal Mahkemeleri, sürgünler, katliamlar, soykırımlar gizlenmiş ve Türkiye her 15-20 yılda bir çetelerin
kucağına düşmüştür. Ayrıca "Vatan" kelimesinin ardına her türlü yolsuzluk, hırsızlık gizlenmiştir. Bugünün en büyük hırsızlarının da vatan kelimesini ağızlarından düşürmediğini hatırlarsak, "Vatan" soyguncuların bir zırhı haline gelmiştir.
Bu tablonun değişmesi, devletin topluma hizmet eden, insanı yücelten bir kurum haline dönüşebilmesi için tarihiyle ve devlet içindeki çeteci zihniyetle yüzleşmesi gerekir. Maalesef ne toplumda, ne de siyaset sınıfında böyle bir irade yoktur. Toplumda şu anda hakim olan talep ülkeyi talan eden bu zihniyetin sona ermesi ama vurgun sisteminin bir şekilde devam etmesidir. 20 yıllık yağma ve zenginleşmenin dışında kalan siyaset erbabı, pastayı kendisinin yeme zamanının geldiğine inanmaktadır.
Kimi televizyon programlarında izlediği demokrat kişilikler AKP ve Erdoğan döneminin kapanmasıyla yepyeni bir döneme girileceğini ve temiz bir sayfa açılacağına inanıyor. Tıpkı bizim 2002’de Avrupa Birliği yolunda ilerleneceğine ve çeteci zihniyetin tasfiye edileceğine inanmamız gibi. Oysa, CHP dahil siyasi parti lider ve kadrolarına baktığımızda bu yüzleşmeden özenle kaçınıldığını görüyoruz.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’a verdiği "Bay Kemal" cevabı çok beğenildi, çok konuşuldu:
"Bay Kemal olmak için beş cent, 1 milyon dolar para bulur muyum diye Körfez ülkelerine gidip el avuç açmayacaksın. Bu ülkenin itibarını koruyacaksın. Bay Kemal olmak için hiçbir çocuğun yatağa aç girmediği bir Türkiye'yi düşleyeceksin. Bay Kemal olmak için kadın-erkek eşitliğini
savunacaksın. Ve Bay Kemal olmak için İstanbul Sözleşmesi’ni bir hafta içinde yürürlüğe koyacaksın. Sen kim, Bay Kemal kim?"
İçinde doğrular olan eksik bir konuşma. Süleyman Soylu, Mehmet Ağar, Bekir Bozdağ, Binali Yıldırım… Bunlar teferruat. Elbette yaptıklarının
sorumluluğunu taşıyor ve bunun hesabını bağımsız yargı önünde vermek zorundadırlar ama onlar gidince yerini yeni isimler alacak, toplum isimler üzerinden tartışıp oylanırken çeteci o yapı varlığını ve gücünü koruyacaktır.
Türkiye’nin düze çıkması için İttihatçı zihniyetle yüzleşmesi kaçınılmazdır ancak Ermeni Soykırımı’da sahip çıkan, Dersim Soykırımı’nı yok sayan, Kürt meselesiyle yüzleşmekten kaçınan ve kadrolarının bir kısmını Ergenokon veya Derin Devlet denilen yapının atamasını kabullenen bir CHP’nin, İyi Parti’nin bunu yapması mümkün değildir.
CHP hâlâ AKP döneminin tartışmalı bir bürokratı olan Öztürk Yılmaz’ın kimin talimatıyla CHP Genel Başkan Yardımcılığı koltuğuna oturduğunu ve Ümit Özdağ’dan farklı olmayan dünya görüşüyle dış ilişkilerden sorumlu yapıldığını açıklayamıyor. CHP delegesi kendisini "Musul Fatihi" gördüğü için o göreve atanmadı. Bir talimatla geldi o mevkiye… Şu andaki bir çok isimde olduğu gibi…
Evet, Erdoğan ve AKP zihniyetinin sona ermesi ülkeye nefes aldıracak, iflas etmiş ekonominin toparlanmasına fırsat verecek ve çarpılmış kaportada görünüşü kurtaracak düzeltmeler yapılmasını sağlayacaktır. Ama ülkenin sürekli ırkçılık, yoksulluk ve faşizm üreten yapısı varlığını sürdürecektir.
Siyasi partileri devletten kopup topluma yaklaşmadıkça Türkiye’nin düze çıkması mümkün değildir. Acı ama gerçek budur.