Ragıp Zarakolu
Bayağılaşmanın sınırları zorlanırken
Şu andaki AKP ve MHP’nin RTE önderliğinde oluşturmuş olduğu Neo Milliyetçi Cephenin önder kadrosunun ne zaman oya ve çoğunluğa saygısı oldu ki?
Seçim hile hurdası ise daha 60’lı yıllardan kalma eski alışkanlıklar.
"Artık değiştik" söylemi ise en büyük yalan.
Demokratik ve katılımcı bir üniversiteyi amaçlayan 68 hareketi, bir anda bütün üniversite kitlesini kucakladı. Ve orada tutuşan yangın, 68 yılı Eylül'ünde Ankara’da SBF’de toplanan öğrenci, akademisyen ve öğretmen temsilcilerinin katılımıyla toplanan Devrimci Eğitim Şurası aracılığıyla tüm Anadolu’ya yayıldı.
Buna Demirel’in, restorasyoncu Demirel Hükümetinin verdiği yanıt ise, üniversite gençliğini kendi kitlesel örgütlerinden yoksun kılmak için her türlü anti demokratik uygulamayı hayata geçirmek oldu.
Zaten daha 68 öncesi, Demirel’in baş hedefi üniversite gençliği ve onu meşru kitlesel örgütleri oldu.
Gençlik, Demirel’in en büyük korkusu olduğu kadar bir nefret objesiydi aynı zamanda.
Yeni İstanbul Gazetesi önünde toplanan üniversite gençliğinin, protestoları sırasında gazetenin arka bahçesine camdan korkuyla atlayışını asla unutmadı. Ve intikam almaya ant içti.
RTE gibi o da bir "proje adamı" olarak iktidara taşındı, AP’nin başına geçirelerek… O da popülist bir söylem kullanıyordu RTE gibi.
"Çoban Sülü", İstanbul ve Ankara elitinin ağzında bir dalga geçme unsuru iken, Anadolu kasabalarında ise bir sempati yaratma aracı idi.
Çoban Sülü, koyu bir antikomünist idi, TKP’nin kuruluşundan beri yasaklı olduğu ülkede.
TC’ye göre; zaten solun her türü, komünizmle bağlantılı idi. 50’li yılarda, artık komünist propagandayı şiirlerde, resimlerde pervasızca arar duruma düşmüştü mahkemeler.
Demireller ve Erbakanlar yanında gelecekteki kimi CHP önemli isimlerinin ilk "kariyeri", 1945 yılı Aralık ayında İstanbul’da sol eğilimli gazeteleri, yayınevlerini, kitapçıları yakıp yıkmak olmuştu.
Bu ekipler, siyasette önder konumuna geçince de, bu kez gerçekten kitleselleşen sola karşı, parlamentodan, sosyal faaliyetlere, öğrenci derneklerinden sendikalara kadar, aşırı milliyetçi ve muhafazakar unsurları harekete geçirmelerinden daha doğal bir şey olmazdı.
İlkin, sendikalara, TİP’e konferansları için salon sağlayan MTTB, CHP gençliğinin de aymazlığı ile düşürüldü ve burası gerçekten İslam-Türk sentezci eylemci gençlerin bir üssü hareket merkezi oldu.
Şimdi isyan ediyoruz, seçimlerde yapılan hile hurdalara karşı. Ama bu TC tarihinde yeni bir olgu değil.
Tek parti rejiminin sözde seçimlerini tartışmaya gerek yok. 1946 yılında sözde demokrasiye geçiliyor görüntüsü ile yapılan hile hurda yıllarca tartışıldı.
1950 seçimine de öyle bir seçim yasası ile girildi ki, bir ilde çoğunluğu alan parti bütün milletvekillerini alıp götürüyordu. Aslında beklenti, halkın "artık yeter!" demeyeceği, CHP’nin seçimi yine alacağı yolundaydı.
Bunu önlemek için 1961 yılında uygulanan seçim kanunu ise, DP kökenli partilerin çoğunluğunu önlemek için en küçük oyun bile değerlendirilmesine olanak sağlıyordu. Bundan AP kadar, CHP de mutlu olmadı.
71 Darbesi ile solun üzerinden silindir gibi geçtiler.
1967 yılında muhafazakar gençliğin kalesi olarak bilinen İTÜ Öğrenci Birliği, demokratik bir seçimle sosyalist gençlerin eline geçince Demirel’in alarm zilleri çalmaya başladı.
Bunun için üniversite öğrenci birliklerinin üst organı olan TMTF kongresinde, turancı ve muhafazakar gençlere olay çıkartılarak, cemiyetler masasının kongreyi askıya alması sağlandı. Öğrenci kitlesini temsil etmeyen sözde delegelerle düzmece bir kongre düzenlendi. Biz bu tür kongrelere "minübüs kongresi" derdik. Daha sonra iş mahkemeye intikal ettirilip, TMTF’nin Cağaloğlundaki tarihi binasına el konulup kapısı mühürlendi. Gençlerin bina mührünü kırma ve kendi binalarını geri alma eylemi ise, "fruko" dediğimiz Demirel’in yeni oluşturduğu sözde "toplum polisi" tarafından zor kullanımı ile engellendi.
Buna rağmen 68 hareketi ile, üniversiteler, özellikle İ.Ü. (İstanbul Üniversitesi) solun hegamonyasına geçince, başkanı minibüs kongresi ile seçilmiş İ.Ü. Öğrenci Birliğinin seçimine yönelik derin devletin operasyonu, Demirel hükümeti tarafından kararlaştırıldı.
68 Üniversite işgalleri sonucu öğrenciler birçok yönetime katılım hakkı kazanmış, bir çok fakülte cemiyeti seçimlerinden sosyalistler başarı ile çıkmıştı. Artık İ.Ü.’nün İktisat ve Hukuk Fakültelerinde yönetim kuruluna, anfilerde düzenlenen yığınsal oy ile seçilen öğrenci temsilcileri de katılıyordu. Örneğin İktisat Fakültesinde; fakülte yönetimine katılan öğrenci temsilcisi Sıtkı Coşkun, Hukuk Fakültesinin öğrenci temsilcisi ise Ertuğrul Günay’dı.
Fakat verilen sözler tutulmadığı gibi, Oya Sencer (Baydar) gibi yeni kuşak bir akademisyenin, Türkiye İşçi Sınıfının tarihini konu alan doktora tezi, İ.Ü. tarafından reddedilince bir mini işgal olayı daha yaşandı. Deniz Gezmiş’in ilk tutuklanma gerekçesi TMTF’nin mühürlenmesi olayını ptotesto eden gençlere şiddet uygulanmasını emniyet müdürü nezdine eleştirmesi idi. İkinci tutuklanma gerekçesi ise, İ.Ü. üniversite işgali. Üçüncüsü ise, Oya Sencer özelinde akademik özgürlüğe sahip çıkmasıydı.
1969 Eylül'ünde toplanan İ.Ü. Talebe Birliği Kongresi, Demirel’in bir oldubitti ile kapattığı TMTF’nin yeniden işlev kazanması bakımından hayati önem taşıyordu. Ve bu kongre de olay çıkartılarak, hükümet komiseri tarafından askıya alındığı gibi, Ankara’dan dayanışma amacıyla gelen ODTÜ öğrencesi Taylan Özgür, bir derin devlet elemanı tarafından vuruldu.
69 seçimlerinde yeni seçim yasası ile TİP’in yeni bir grup kurmasının önüne geçildi.
69 yılında özel Komando kamplarında özel eğitimden geçirilen aşırı milliyetçi militanlar, İstanbul ve Ankara’da sosyalist gençlere yönelik infazlarına başladılar.
MTTB’de üslenen dinci militanlar ise, "Yeni Endenozyalar" diye sloganları atıp, Kanlı Pazarlar düzenlemekle meşguldü. Erzurum şubesinin başkanı Fetullah Gülen olan Komünizmle Mücadele Dernekleri ise sola karşı mitinglerinde bunların hepsini buluşturuyordu.
Savunma ihtiyacıyla sosyalist gençler ise, örgütleri Fikir Kulüpleri Federasyonunu, Devrimci Gençlik Federasyonuna dönüştürüyorlardı.
Ve sonunda RTE gibi muhteris bir lider olan Demirel’in arabasının freni patlıyor, 15 Temmuz örneği gibi darbe içinde darbeler yaşanıyor, bundan rejimin otokrasileşmesi için fırsat olarak yararlanılıyordu.
Artık bu bayatlamış senaryolu filmi, tekrar tekrar görmekten bıktık. Üstelik iyice bayağılaşmış versiyonları ile.