Fadıl Öztürk

Fadıl Öztürk

Ben ortaokuldan beri HDP'liyim

Biz ateşin düştüğü ve asla söndürülmediği Dersim’in küllerinden doğmuş çocuklarıydık. Bir yanımızda mezarlık, diğer yanımızda yakıldığımızda görevini hiç yerine getirmemiş itfaiye vardı.

Sizi bilmem ama benim çocukluk ve gençlik yıllarımda yaşayarak muhatap olduklarım daha sonraki hayatımın bir özeti gibidir.

Domates tarlaları, hiç dolmayan havuzu bekleyen yorgun birkaç kavak ağacı, sağımızda kalan mezarlıklar, itfaiye ve nöbetçi kuleleriyle Askeri Ağır Bakım, tank tamircisi Haydar, hep açık olan fırın ve Devrim Ortaokulu. Şimdi adı Ata Park olmuş mezarlık, şehitlik ve İmam Hatip okulunun önünden geçip şehir merkezine varmamız… Bunlar bütün bir hayatımın şifrelerini kendi içinde taşıyan zamanlardır ya da Dejavu...

Dersim’deki köyümüzden Elazığ’a taşınmış, ilkokulun 4 ve 5. sınıflarını Elazığ’ın Sako Mahallesi’nde okumuştum. Köyden kente gelmiş olmanın ürkekliğiyle okula gidip gelirken, kırmızı saçlı ve suratlı, neredeyse benim iki katım büyüklükte bir çocuk her okul çıkışında bana musallat olup alay ederdi. Uyarılarıma rağmen sözden de anlamıyordu. Bu saldırganlığa bir çare bulmalıydım. Onluk bir çiviye tahta bir sap takarak ucu sivri bir biz yapmış ve okula gitmiştim. Okul çıkışında yine bana musallat olunca cebimdeki bizi çıkarıp kalçasına bir hamle ile saplamıştım. Bağırtıyla kaçıp benden önce evine yetişmiş, annesini alarak evimizin kapısına dayanmışlardı. İşte ben o gün ilk icadımı yapmış ve meşru müdafaa hakkımı kullanan biri olarak saldırgan okul arkadaşımın ailesi tarafından ‘terörist’ ilan edilmiştim. O günden sonra her meşru müdafaada hep ‘terörist’ damgası yedim.

Evden Devrim Ortaokuluna her türlü sebzenin ekildiği devasa tarlaların kenarından, domates ve salatalıkların kokularına bulanarak giderdik. Tarlaların biraz yukarısında başında yorgun birkaç kavağın beklediği ve asla dolduğunu görmediğim havuzu geçerek, sağı mezarlık, solu itfaiye olan daracık patika yoldan Askeri Ağır Bakıma varırdık. Biz zaten ateşin düştüğü ve asla söndürülmediği Dersim’in küllerinden doğmuş çocuklarıydık. Bir yanımızda hep mezarlık, diğer yanımızda yakıldığımızda görevini hiç yerine getirmemiş itfaiye vardı. Yandığımızı ne Allah ne de itfaiye gördü...

Ağır Bakım adeta sonraki yıllarda hayatımızı kâbusa çevirecek 12 Mart ve 12 Eylül gibi darbe dönemlerinden geçeceğimizin bir şifresiydi sanki. Mahallemizde oturan Haydar Abi’miz Ağır Bakımda tank tamircisiydi. Tamir ettiği tanka biner, akşam onunla eve gelir, Yaşar’ın Kahvesi’nin önüne park eder yaşlılarla kâğıt oynardı. Polis kahveyi bastığında kapıda duran Tankı sormaz, gelip bizim üstümüzde silah araması yapardı. Bugün olduğu gibi o zaman da devlet bizi tanktan, toptan daha tehlikeli görüyordu...

Askeri Ağır Bakımı geçince, 24 saat açık olan ve okul çıkışı taze ekmek aldığımız fırının köşesinden döner Devrim Ortaokulu’nun önüne çıkardık. Okulumuz 27 Mayıs’ta yapılmış ve o ismi almış bir okuldu. Bizi mezun ettikten sonraki yıllarda önce okulun adına tahammül edilemeyip adı değiştirilmiş, ardından da okulun devrimci öğretmeni Ali Baltekin faşist bir saldırıda hayatını kaybetmişti. O okulda her birimiz sanki sadece okumamış, sonraki hayatımıza hazırlanmıştık. Birinci sınıftan son sınıfa kadar, öğretmen masasının tam karşısındaki sırayı üç arkadaş paylaşmıştık. Bunlardan birisi Kürt ve Alevi olan ben, diğeri Ermeni ve Hıristiyan olan Senharip, üçüncüsü de Türk ve Müslüman olan Vehbi’ydi. O dönemlerde Pir Sultan Abdal tiyatro oyunundan dolayı çeşitli olaylar çıkarken bizim üç yıl boyunca aramızdan su bile sızmamıştı. Ben aslında o günden beri HDP’liyim…

Tıpkı her birimizin hayatında olduğu gibi okulumuzun da kuzeyinde bir türlü doymak bilmeyen bir mezarlık vardı. Sonraki yıllarda mezarlık yerinden sökülmüş, adına Ata Park dedikleri her türlü kadın ticaretinin yapıldığı, emekli erkeklerin dolandırıldığı, amacından sapmış kocaman bir park yapılmıştı. Olan sonsuz uykularına yatırılmış ölenlere olmuştu.

Devrim Ortaokulunun kuzey batısında yani Beyaz Çeşme denilen yerde Devlet Şehitliği vardı. Önemli günlerde bando takımı gelir orada bilmediğimiz kişiler için anma törenleri yapardı. Tıpkı o günlerde olduğu gibi, bugünlerde de kuzey batımız bizden her şart altında mutlak bir yas içinde olmamızı istiyor. Sevinmek, gülmek, gülümsemek yüzümüzden sökülerek alınmış.

Okulumuzun batısında içini hep merak ettiğimiz ama bir gün olsun merakımızı gidermek için de olsa içeri bakmadığımız İmam Hatip okulu vardı. Bizim okulumuz gibi şen şakrak bir okul değildi. Bahçesinde tek bir öğrencinin dolaşmadığı, mutlak bir sessizliğe gömülmüş, bir gün hortlayarak hepimizin hayatına el koyacak gibi duruyordu. 12 Eylül öncesi anti faşist çatışmalardan adeta özel olarak uzak tutulan bu kesim, 12 Eylül’ün bir numaralı paşası tarafından elinde Kuranla gün be gün uyandırılarak bugünlere taşındı. Devrimciler belki yenildiler ama hayallerini kaybetmediler, ümmetçi kesim ise yine kendi ‘önderleri’ tarafından tümden sıkılmış, içi boşaltılmış bir hale getirildiler. Bugünler tıpkı Devrim Ortaokulu’ndan çıkıp, şehir merkezine giderken İmam Hatip okulunun önünden geçtiğimiz günler gibi. Bir değişimle içinde barışın hüküm sürdüğü bir şehir merkezine giremedik hala…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fadıl Öztürk Arşivi