İnci Hekimoğlu
Beni o hekimlere emanet etmeyin
Yakın bir dostum anlatmıştı.
70’li yıllarda ağır bir mide kanamasıyla Ankara’da bir devlet hastanesine yatırılır.
Günler geçer ama iyileşmesi beklenirken, her gün daha da kötüye gider.
Sararır, solar, zayıflar ve bitkinlikten parmağını kıpırdatamaz hale gelir.
Sevenleri endişe ve panik içinde sorumlu doktoru soru yağmuruna tutarlar ama "elimizden geleni yapıyoruz, bekleyip göreceğiz" dışında umut verici bir yanıt alamazlar.
Oysa artık beklenecek zaman kalmamıştır ve yakınları harekete geçer.
Tanıdık doktorlar bulunur, görüş alınır ve apar topar güvenilir buldukları başka bir hastaneye naklederler.
Bu karar hayatını kurtarır.
Sevgili dostumun aslında tedavi edilmediği ölüme yatırıldığı anlaşılmıştır.
Daha vahimi gözünü kırpmadan hastasını ölüme terk eden doktorun MHP’li olduğu ortaya çıkmıştır.
Kutuplaşmanın sokak çatışmalarına dönüştüğü, "darbe koşullarının olgunlaştırıldığı", bilmem kaçıncı MC hükümetinin iş başında olduğu yıllar…
Milliyetçi Cephe iktidarının devletin bütün kilit noktalarını ele geçirdiği, tıpkı bugünkü gibi kadrolaşmanın her alanda fütursuzca uygulandığı yıllar yani, bahsedilen dönem…
Devlet hastaneleri de payını almıştı elbet faşizmin örgütlenmesinden.
12 Eylül Darbesi’nden sonra işkencehanelerde görev alan, Adli Tıp’ta "işkence yoktur" raporları veren, cezaevlerinde işkenceyi örtmekten sorumlu olan o doktorlar 70’li yıllarda yapmıştı ‘staj’larını.
Şimdi yeni bir ‘doldur-boşalt’ uygulamasıyla sağlık alanı tümüyle kontrol altına alınıyor.
Sağlık çalışanlarına yönelik şiddeti önleyecek tedbirler almak yerine bunu da bir ‘fırsat’a çeviren iktidar, adeta şiddete yeni boyutlar kazandıran yasayı anıldığı gibi "sağlıkta şiddet" olarak Komisyondan geçirdi.
Galiba artık öğrenmemiz gereken ilk ders, bu iktidardan hiçbir soruna çözüm üretmesini talep etmemek.
Her talep iktidar tarafından toplum mühendisliğinin bir başka basamağına tırmanma vesilesi yapılırken, topluma eza olarak geri dönen yeni bir mağduriyet alanı yaratıyor.
Meclis yeni rejimin basit bir manivelası haline gelmişken hâlâ alternatif, yaratıcı, kapsayıcı örgütlenme ve siyaset üretme kanallarına yoğunlaşmamak, mağduriyet alanlarını giderek çeşitlendirip, genişletiyor.
Komisyon görüşmelerinin sosyal medyadaki video kayıtlarını herkes izlemeli.
Hukuku çoktan geçtik, Komisyonun tabi olduğu/olması gereken yasaların, tüzüğün, geleneklerin nasıl zorbalıkla çiğnendiğini herkes görmeli.
Anayasa başta olmak üzere, İLO Sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi ulusal ve uluslararası hukukun bir emirle yok sayılmasının ibret-i alemlik kaydıdır çünkü.
Ve iktidar üyelerinin kendilerine saygısının geldiği seviyeyi…
Artı Gerçek yazarı ve HDP’li komisyon üyesi Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun twitter hesabından yaptığı paylaşım bugün hiçbirini utandırmıyor olabilir ama yarının garantisi yok.
"Gece yarısı her türlü zorbalıkla, uyduruk bir oylamayla, tamamen usulsüzlük içinde güya 5. maddeyi komisyondan geçirdiler. Mazlumlardan aldıkları beddualar arşı inletir, bu yürekten kahırlarla sonları kesin berbat! Tek bir vekilleri madde lehinde konuşamadı, yüzleri yoktu."
Konuşamadıkları için muhalefet milletvekillerini de konuşturmamakta bulmuşlar çareyi.
CHP’li Doktor Ali Şeker isyanını bu mesajla duyurdu:
"Sağlık Komisyonu üyesiyim. 5. madde üzerine söz istedim. 11 saat beklettiler. Bana, bekleyen komisyon üyeleri ve milletvekillerine söz vermediler. Komisyon Başkanı AKP Grup Başkanları’nın talimatıyla oylamaya geçti. Faşizme karşı direnmek haktır."
HDP’li Meral Danış Beştaş ise mesajında "KHK’lı doktorlara medeni ölüm getiren 5. maddenin oylaması bile yapılmadan kabul edildiği ilan edildi. Bir AKP klasiği..." diyerek bize eğitimde 4x4x4 uygulamasının komisyondan geçişini hatırlattı.
Genç, yapılı adeta dövüş sporları eğitimi almış milletvekillerinden küçük bir ordu komisyonu basmış ve muhalif milletvekillerini döve döve yasayı geçirmişlerdi.
Gerçekten bir AKP klasiği.
Tamam da "faşizme karşı direnmek hak" ise dayak yiyerek, zorbalık karşısında çaresiz kalarak ve bunların karşılığında mesaj atarak mı olacak o iş?
Bu yasayla mağdur edilecek doktor sayısının 7 bin civarında olduğu belirtiliyor.
O da şimdilik…
Sayısız mezun atanmayı bekliyor, hem de hastanelerde en az 20 bin uzman, 10 bin pratisyen açığı bulunurken.
Türk Sağlık-Sen’in geçen yıl açıkladığı verilere göre, 141 bin 259 doktor görevdeydi ve 100 bin kişiye sadece 179 doktor düşüyordu.
Niye atama yapmadıkları malum. MİT veya Emniyetten gelecek fişleme sonuçlarını bekliyorlar.
Yani artık hastaneleri de yandaş, dinci-kinci, iktidar emrini Hipokrat Yemini’nden üstün tutan doktorlarla dolduracaklar.
Üstelik bunların çoğu tabela üniversitelerinden mezun olmuş ‘seçkin’lerden oluşacak.
"Yargıya güven"in, yanılmıyorsam tarihimizde ilk kez "polise güven"in bile altına düştüğü ülkemizde sağlık çalışanları ve doktorlar da artık güven endeksinde yargının altında bir yere yerleşirler.
Şahsen sevenlerime diyebileceğim tek şey mümkünse beni rejimin kindar-dindar ve yetersiz doktorlarına emanet etmeyin.