Ragıp Duran
Beyaz Saray’da sahte bir gazeteci yakalandı
13 Kasım 2019 Çarşamba günü Washington’da, Beyaz Saray’da Başkan Donald Trump ile Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ortak basın toplantısında Türk basın tarihi açısından son derece olumsuz ama bir o kadar da önemli bir olay yaşandı.
Olayın kahramanı resmi listelerde ‘’Gazeteci’’ olarak gözüküyor. İktidarın propaganda organı bir gazetede köşe yazarı görünümünde. Oysa ki bu şahsın geçmişte Erdoğan’ın ‘’speech writer’’lığını, yani konuşma/nutuk metinlerinin yazarlığını yaptığı biliniyor. Kendisinin halen Boğaz’da bir yalıda faaliyet gösteren gayrı meşru bir siyasi kliğin üyesi olduğu da medyada yazıldı. Bu konum ve bu geçmiş tayin edici olmasa da önemli.
Basın toplantısının soru-cevap bölümü başlarken, Trump ‘’Sadece dost gazetecilere soru sorma hakkı vereceğim’’ mealinde bir uyarıda bulunuyor. ‘’Dost’’ gazeteciden kasıt, Trump’a ve Erdoğan’a dost gazeteci. Salonda bulunan Amerikalı bir senatör bu uyarı üzerine ‘’Türkiye’de zaten başka tür gazeteci kalmadı’’ diyerek mümtaz matbuatımızın ne kadar vahim durumda olduğunun dünyaca bilindiğini teyit etmiş oldu.
Yerli ve milli ayrıca dost şahsiyet alıyor eline mikrofonu ve patlatıyor sorusunu. Konu, SDG Genel Komutanı Mazlum Ebdi Kobani’nin olası ABD ziyareti. Sorunun başında, Obama dönemi, YPG konusunda taraflı bazı mülahazalar belirtiyor söz konusu şahsiyet, sonra da ‘’Terörist’’ Kobani’nin Beyaz Saray’da ağırlanması halinde ‘’Türk ulusunun kırılacağı, incineceği, şehit ailelerinin güceneceği… vs…’’ yolunda bir kaygıyı belirtiyor soru sahibi. Ne var ki soru, gazeteci üslubuyla sorulmuyor. Çünkü, ABD’nin müttefiki ve dostu olan Kobani, daha ilk cümlede, tıpkı Türk devletinin yaptığı gibi terörist olarak niteleniyor. Zaten dünyada SDG’yi ya da Mazlum Ebdi Kobani’yi ‘’terörist’’ olarak kabul eden sadece iki güç var. Birisi Türk devleti, diğeri IŞİD. E müteveffa Bağdadi’nin basın müşavirleri Beyaz Saray’dan akreditasyon alamayacaklarına göre (Sahi mi?) Kobani’ye terörist diyenin kimin adına konuştuğu ortaya çıkıyor. Oysa ki gazeteci soru sorarken, yazı yazarken herhangi bir yargı anlamına gelecek sıfat ve sıfatları mümkün olduğu kadar kullanmamaya çalışır. Çünkü Kobani’yi daha ilk baştan terörist olarak nitelediğinizde, bağımsız, özgür, bütün taraflara eşit uzaklıkta bir konumda olan gazeteci kimliğini kaybediyorsunuz. Devletin kullandığı bir sıfatı, terminolojiyi benimseyerek ve çoğaltarak o devletin safına düşüyor hatta o devletin sözcüsü izlenimini doğuruyorsunuz. Ayrıca, gazetecinin işi gerçeklerle uğraşmaktır. Spekülatif bir yaklaşımla ulusun incinmesi, şehit ailelerinin gücenmesi, sorunun ya da haberin unsurları olamayacağı gibi gazetecinin endişeleri arasında olamaz. Bizim vakamızda ise amaç belli ki profesyonel gazetecilik filan değil. Propaganda yapmak.
Basın toplantısı, iki Başkan ve iki heyet arasındaki görüşmeler ile çalışma yemeği de bittikten sonra yapıldığı için, sahte gazetecinin sorusunun gerek içeriği, gerek formatı gerekse söylem tarzı o saate kadar yapılan görüşmelerde zaten Erdoğan, Akar, Çavuşoğlu, Kalın tarafından herhalde en az 3-5 kez gündeme gelmiş, telaffuz edilmişti. Dolayısıyla Trump için tekrarın tekrarı olmuştu bu soru.
Gazetecilerle arası aslında hiç de iyi olmayan, hatta bu konuda Erdoğan’la yarışan Trump bile, zaten fütursuz, dengesiz bir adam, soru sahibini rezil eden tepkisini koyuverdi hemen oracıkta: ‘’Böyle bir soru sorduğunuza göre, siz gazeteci olduğunuzdan emin misiniz yoksa Türk hükümetine mi çalışıyorsunuz?’’ Erdoğan’ın tercümanı, bu cümleyi tam olarak çevir(e)medi. Önemli değil. Dünya, basın toplantısını Türkçe çeviriden değil, orijinal İngilizceden izliyor/izledi.
Dahası var. Ne Erdoğan ne soru sahibi bu tepki karşısında ağızlarını açabildi. Hadi diyelim, Trump’ın tepkisi belki doğrudan Erdoğan’a yönelik değil (Dolaylı olarak ona) ama soru sahibi böyle bir aşağılama, saldırı karşısında kendini savunamadı bile. Çünkü o kişi, ‘’Hayır efendim ben Türk hükümetinin bir memuru değilim, ben bağımsız özgür bir gazeteciyim’’ diyemedi, diyemezdi. Deseydi yalanını şak diye çıkarırlardı ortaya. Onlarca gazetecinin arasında soru sorma hakkını bu sahte gazeteciye Türkiye’nin hakiki Cumhurbaşkanı verdi üstelik. Hazırlıklar çok iyi yani.
Beyaz Saray’ın basın toplantısı salonu ahaber stüdyosu değil. O basın toplantısına katılan, akredite olan bütün gazetecilerin kimliği/sicili Trump’ın kürsüsündeki (He speech kürsü!) dosyada mevcut.
Bir kaç sorun daha var: Bu iktidar propagandacısı sahte gazetecilerin esas yüzü deplasmanda ortaya çıkıyor. Çünkü onlar iç sahada iktidar yetkilileri, yandaş moderatörler, yandaş soru sorucular ile al gülüm ver gülüm yöntemiyle gazetecilik adı altında propagandalarını rahatça yapabiliyor. Ama yandaş olmayan siyasetçiler ya da gazetecilerle bir araya geldiklerinde maskeleri pat diye düşüyor. Bütün dünyada beyaz olarak bilinen ve kabul edilen bir olgu, işte bu nedenle Türkiye’de siyah olarak sunuluyor.
Bu sahte gazetecilerin bırakın İngilizcelerini Türkçeleri de kıt. Onlar mesela haddini bilmemeyi, özgüven olarak anlayıp uyguluyor. Ciddi bir anlam kayması. (Ne kayması, uçuruma yuvarlanması!)
Beyaz Saray’da hezimete uğrayan şahsiyette anlaşılan onur, dürüstlük, hata yaptığını kabul etmek gibi sıradan insani meziyetler de namevcut.
Kendisi önce, gazete köşesinde yaptığını savunmaya çalıştı. Sonra da RS FM’de ve Sputnik'te tutumunu aklamaya gayret etti. RS FM sunucusu, ‘’Embedded gazeteci’’, ‘’Soru acaba bir hükümet yetkilisinden mi geldi?’’ gibi sözlerle ince ince doğradı sahte gazeteciyi ama ‘’Aa galiba yağmur yağdı’’ durumu hasıl oldu.
Ne var ki, okuyun dinleyin siz de göreceksiniz, her iki açıklama da daha baştan büyük bir tahrifata dayanıyor. Beyaz Sarayzede önce ‘’Trump bana ‘Gazeteci misiniz yoksa Türk hükümetine mi çalışıyorsunuz’ demedi, ’Türk heyetinden gazeteci misiniz?’ dedi’’ diyor. Oysa ki kayıtlar ortada. Mesele İngilizce ya da çeviri meselesi değil. Üstelik yalan söylerken bile beceriksiz. Çünkü ‘’Türk heyetinden gazeteci’’ olmaz, basın danışmanı/basın müşaviri olur. Gazeteciler heyetin bir parçası olmaz, değildirler, onlar heyetin çalışmalarını dışarıdan izler.
Kendini savunmaya çalışırken Trumpzede şahsiyet, Türk devletinin yalanlarına sığındı, ama istemeden de olsa itiraflarda bulundu: Mazlum Ebdi Türkiye’de çok sayıda terörist saldırının sorumlusu imiş! Bu saldırılar gerçekleştiğinde ve soruşturulduğunda adı bile geçmeyen Kobani, Washington ziyareti öncesinde mi iddianameye girdi?
Sahte gazetecinin gazetecilik anlayışı da mesleğe aykırı. Neymiş efendim. Kendi deyişiyle ‘’Ben PKK konusunda, FETÖ konusunda devletimin yanındayım.’’ Başka?
Gazeteci, gazetecilik, insan hakları ve barış gibi 3-4 sınırlı konu hariç, hiçbir zaman diğer konularda çatışan taraflardan birinin safında olmaz. Olursa da gazeteci olmaz. Bkz. Beyaz Saray’daki sahte gazeteci.
Soru sahibi kendini savunmak için şehit edebiyatına sığınmayı da ihmal etmiyor. Gazeteci tabi ki her türlü şiddete ilke olarak/mesleki olarak karşıdır, barışı savunur, ama Şehit Aileleri Derneğinin sözcülüğünü üstlenmez.
Ne kadar sıkıştığını da açığa vurmuş. Diyor ki ‘’Bu soruyu sormasaydım neden uçağa bindin gittin diyeceklerdi. Trump’ın hoşuna giden bir soru sorsaydım o zaman da Trump’ı destekliyorsun diyeceklerdi.’’ Burada iki sıkıntı var: Birincisi gazeteci, başkalarının ya da muhaliflerin tutumuna göre soru sormaz ya da sorusunu onlara göre ayarlamaz. İkincisi, acar muhabir, bir noktayı eksik bırakmış: Erdoğan’ın hoşuna gitmeyen soru sorabildiniz mi?
Utanmadan arlanmadan kalkmış bir de ne diyor: ‘’Trump’ı zora sokan bir soru sordum. Net bir cevap veremedi. Kaçamak cevap verdi.’’ O sırada salonda mı değildiniz? Yoksa çok güvendiğinizi söylediğiniz İngilizceniz mi lastik patlattı?
Hükümet için çalıştığınızı herkes zaten biliyordu. Trump da teyit etmiş oldu. Ama bu kadar gayrete rağmen Erdoğan’ı desteklemek konusunda da başarısız oldunuz.
Trump, basın toplantısında Kürtleri öven sözler sarf ettikten sonra ‘’Ve şahane bir generalleri var’’ dedi. Yeteri kadar net değil mi?