Beyaz yakalı dünya

Barcelona’da fuar inşaatında çalışıyorduk. Sarı işçi yeleklerimiz vardı. Sandviç yapıyorduk öğlen için, termosta bira taşıyorduk. Beyaz yakalılar bardan dönerken bize imrenerek bakıyordu ya da bize öyle geliyordu. Belki imrenmeyi bile bilmiyorlardı.

Barcelona’da bir fuar inşaatında çalışıyorduk. Bildiğiniz düz ameleydik. Güzeldir böyle çalışmak. Bir arkadaşım vardı ‘Ben çalışırken türkü söylenebilen işleri severim’ diyordu. Sonra avukat oldu ama. Bu dünyada herkes istediği şeyi olamıyor. Çok saçma. Belki arada türkü söylüyor olabilir, ne biliyim duruşma sırası beklerken, iki mübaşir çağırışı arası ya da bir mahkeme kaleminde, kahverengi ve gri duvarlara inat ama kısık bir sesle…

Sarı işçi yeleklerimiz vardı. Sürekli kontrol ettikleri kasklar ve güvenlik ayakkabıları. Sandviç yapıyorduk öğlen arası için, termosta bira taşıyorduk yanımızda. Biraz tadı bozuluyor gibi oluyordu biranın ama sıcak olmasından iyiydi. Molada yaptığımız işten hiç bahsetmiyorduk. En büyük özgürlüğümüz buydu. Yemeğe iş getirmiyorduk yani. Futboldan, kadınlardan, kadınlardan ve futboldan bahsediyorduk.

Politika da yoktu aramızda konuştuğumuz, patronları yıkmadan, politika konuşmanın pek manası olmadığındandı herhalde. Bira ısınırdı hemen, eğer böyle bir şey yapsaydık. Sandviçin ucuz iberik salamları sarkar, peynirleri bulaşık bulaşık ekmeğe yapışırdı.

Boş paletlerin üstüne oturup, yemek yiyorduk. Biraz önce biz boşaltmış oluyorduk ve manzaramız biraz sonra boşaltacağımız paletler oluyordu. Onların yüksekliğine aldırmıyorduk. İşçiler yüklemişti zaten ve biz taşıyacaktık bir yerlere, onlar gibi. Kravatlı işçiler geçiyordu önümüzden. Onlara üzülüyorduk, pek paletlere oturamıyorlardı. Daha çok yakındaki barlarda yemek yiyorlardı ve yemek sırasında daha çok, öğleden sonra ne iş yapacaklarını konuşuyorlardı.

Onların beyaz yakası onları sıkarken, biz ayakkabılarımızı çıkartıp, uzanıyorduk. Yanımızdan geçenlere hiç aldırmıyorduk. Victor, Ekvatorlu arkadaş, telefondan bir Latin Amerika şarkısı açıyordu, neredeyse her gün aynı şarkıydı. ‘Un Cerveza Por favor- Bir bira lütfen’ diyordu şarkı. Aşık olup, sarhoş olmak isteyen birisini anlatıyordu. Biranın yanında çok güzel gidiyordu.

Demiştim, biraz tadı değişik oluyordu termosta biranın ama soğuktu…

Şarkıyı bitirmeden işe dönmüyorduk. Paletler karşımızda sessiz sedasız bizi bekliyorlardı. Beyaz yakalılar bardan dönerken bize imrenerek bakıyorlardı ya da bize öyle geliyordu. Belki imrenmeyi bile bilmiyorlardı. Okullar duyguları törpülerdi çünkü. Makul insan fabrikası gibiydiler ve beyaz yaka dikmekte mahirdiler.

Sonra biz kalkıp, türkü söyleyerek çalışıyorduk. Herkes kendi dilinden söylüyordu. Beyaz yakalıların haline üzülüyorduk. Yakalarından patronlar düşmüyordu. Yaka kiri gibiydi patronlar, yapış yapış.

Ve beyaz yakalardan, her boyda, küçük küçük patronlar yapmakta, okullar kadar mahirdiler.

Yoksa iki çitileme ve üç türkü kadar ömürleri vardı, hep birlikte söylenecek…


Metin Yeğin: Yazar, belgeselci, sinemacı, gazeteci, avukat, seyyah... CNN-Türk, NTV, Kanal Türk, Al Jazeera, Telesur televizyonlarına 200'e yakın belgesel ve kurmaca filmler yaptı. Türkiye'de Cumhuriyet, Radikal, Birgün, Gündem; Gazeteduvar, dünyada, Il manifesto, Rebellion gazetelerine köşe yazıları yazdı. Dünyanın sokaklarını anlattığı 10'dan fazla kitaba sahip. Dünyanın farklı yerlerinde yoksullarla birlikte evler inşa etti, bir sürü farklı işte çalışarak yazılar yazdı, filmler çekti. Birçok ülkede kolektif çalışmalara katıldı, kooperatif örgütlenmelerine öncü oldu. Ekolojik direnişlere katıldı, isyanlara tanıklık etti. Türkiye ve birçok ülkede öğretim üyeliği yaptı... Ve dünyayı değiştirmeye çalışmaya devam ediyor hâlâ...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Metin Yeğin Arşivi