Aykan Sever
Biden yönetimi oyunu sert oynayacak
Biden iktidarıyla birlikte ABD dış politikası, öngörülebilir olduğu gibi Trump dönemine kıyasla çok daha sert olmaya aday. Bu doğrultuda özellikle Asya'da hem Rusya hem de Çin'e karşı yeni adımlar atılıyor.
Nitekim daha Biden koltuğuna oturmadan yoklamalar başlamıştı, şimdi de devam ediyor. Geçen hafta Çin, Amerikan donanmasına ait bir savaş gemisinin Güney Çin Denizi’nde kendi sularına yasadışı şekilde girdiğini açıkladı. Amerika ise USS Curtis Wilbur savaş gemisinin Çin, Tayvan ve Vietnam’ın üzerinde hak iddia ettiği Paracel Adaları yakınlarında olmasını, "seyir hakkını kullandığı", "tek taraflı olarak izin dayatmasının uluslararası hukuka aykırı olduğu" gerekçelerine dayandırdı. Özetle ABD, bölgede varlığını göstererek Çin'e sınır çizmeye ve bölge müttefiklerine de destek olmaya devam edeceğini göstermeye çalıştı. Muhtemelen önümüzdeki süreçte de ABD'den benzer hamleler gelecektir.
Yine geçen hafta Biden, ABD'nin bölgeye dönük politikalarında önemli bir müttefiki olan Güney Kore Cumhurbaşkanı Moon Jae-in’i Beyaz Saray'da ağırladı. Basına yansıyan bilgilere göre, her iki lider de açıklamalarında "birlikte ve güçlü olma" vurgularını ön plana çıkardılar. Görüşmenin ana menüsü kuşkusuz Kuzey Kore'ydi. Biden, olası herhangi bir görüşme öncesi Pyongyang'ın nükleer silahsızlanma taahhüdünde bulunması gerektiğinin altını çizdi.
ABD'nin "özgür, açık ve müreffeh bir Hint-Pasifik bölgesi " politikasının doğal bir uzantısı olarak iki ülke arasındaki bir diğer gündem maddesi de Çin oldu. ABD, Çin'e karşı Güney Kore'yi yanında görmek istiyor. Muhtemelen bunun için biraz da "rüşvet" olarak 550 bin Güney Kore askeri için korona aşısı göndermeyi garanti etti. Güney Kore ise önemli ticari ortaklarından biri olan Çin'e karşı açıktan ortak bir cephe kurma konusunda temkinli. Bu konuda ABD biraz zorlanacağa benzer. Biden yönetimi, Japonya ile ilişkilerinde de Çin'e karşı bir konumlanış ve bölgede ortak bir cephe oluşturmayı öncelik olarak ele alıyor. Bu doğrultuda neler yapabileceklerini biraz zaman gösterecek.
ABD'nin Asya'daki diğer hamlelerine gelince, 11 Eylül'de tamamlanması beklenen Afganistan'dan çekilmenin geçen hafta yüzde 20'sinin yapıldığı açıklandı fakat bu çekilmenin gerçek bir tahliyeden çok ABD'nin savaşı özelleştirmeye dönük adımlarından biri olduğunun da altı çiziliyor.(1) Terörle mücadele bahanesiyle bir elinin hep Afganistan üzerinde olacağını zaten Biden yönetimi de saklamıyor. ABD'nin bölgeden hiç uzaklaşmayacağı ise çok daha görünür bir gerçek.
Geçtiğimiz hafta medyaya yansıyan bilgilere bakacak olursak ABD’nin başta Ortadoğu ve Orta Asya olmak üzere 20 ülkede askeri tesis yapımı için 240 milyon dolar harcamayı planladığı anlaşılıyor. Bu ülkeler içerisinden Kazakistan, Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan’ın ön plana çıktığı ifade ediliyor. Bunun en hafif anlamı, ABD'nin Afganistan yenilgisini, bölgeye daha fazla yerleşerek, Rusya ve Çin'e karşı askeri-stratejik bir kazanca dönüştürmeye çalışacağı.
Nitekim tepkiler de gecikmedi. Rusya Dış İstihbarat Servisi Direktörü Narışkin, Kolektif Güvenlik İşbirliği Örgütü’ndeki (KGAÖ) müttefiklerinin ABD'nin Afganistan'dan çektiği askerlerin yerleşmesi için Amerikalılara yardım etmeyeceğini umduklarını söyledi. Yeni askeri tesisler konusunda henüz bir açıklama yok ama muhtemelen bu da Rusya ve Çin açısından tedirginlik verecek bir politika, bu nedenle de engellemeye çalışacaklardır. Tabii ABD'nin bölge ülkelerini de kendi politikalarına ne kadar ikna edebileceği de şimdilik meçhul.
ABD, Ukrayna ve Gürcistan'a verdiği desteklerle buralarda da pozisyonunu güçlendirmeye devam ediyor. Son sınır anlaşmazlıkları üzerinden Ermenistan-Azerbaycan geriliminde de politikalarını Trump dönemine göre çok daha aktifleştireceği görülüyor. Bunu da NATO aracılığıyla Irak'a daha fazla yerleşerek pekiştirme yolunda.
Ayrıca İran'la nükleer müzakerelerde uzlaşmaya varmaya yakınlar. Suudi Arabistan'ın İran'a yakınlaşmak zorunda kalması biraz da bu yüzden olsa gerek. ABD’nin yönetimince SDG'ye yapılan üst düzey ziyaret de kuşkusuz bu politikaları destekler nitelikte. Türkiye'deki rejimin bu görüşmeye açıktan ses çıkaramaması bir yana ABD'nin bu bölgeye dönük halihazırdaki politikasının Suriye eski Özel Temsilcisi Jeffrey'nin başlattığı "tasfiyeci" yaklaşımdan uzak olduğuna dair de henüz bir işaret yok.
Şimdilik ateşkesle sonuçlanmış olan İsrail-Filistin gerilimi sonrası Biden'ın yaptığı açıklamalar içinde ilk aklına gelenlerden birinin İsrail'in "arıza" gösteren "demir kubbe" savunma sistemini onarmak ve daha da işlevsel kılmak için destek sözü vermek olması elbette tesadüf değil. Tıpkı sınırlı savaş boyunca Netanyahu yönetimine kayıtsız şartsız destek verdiği hatta bu dönem İsrail'e 735 milyon dolarlık silah satışını onayladığı gibi.
Kısaca içinde bulunduğumuz postmodern karakterli yeniden paylaşım savaşının bir numaralı aktörü ABD, Trump'ın savruk ve "içe kapanmacı" yaklaşımı yerine dünya sathına, özellikle Asya'ya, stratejik bir yaklaşımla, askeri-politik bir yığınak yaparak Çin'i ve Rusya'yı bloke etmeye çalışacak. Sorunları bir nevi onların sahasına yığarak ve zamanla onları içeriden ve dışarıdan aşındırarak savaşın seyrini kendi lehine çevirmeye çalışacak. Burada Rusya ve Çin'in bu sahalarda karşılık vermek bir yana aynı zamanda tıpkı ABD gibi asimetrik karşılıklar verebilecek yetenekleri olduğunun altını çizmeliyim. Fakat sonuçta çıkacak tablo, SAVAŞ'tan öte bir şey olmaz. Eğer Trumpvari bir zihniyete tapmıyorsanız, sanırım bu savaşı, ‘daha güzel bir dünya yaratmak için yapıyoruz’ diye kutsayamazsınız.