Ragıp Zarakolu
Bir doğruluk ve vicdan örneği: Eren Keskin
Hrank Dink ödülü ülkede bence vicdanı ve vicdanlılığı temsil eden en önemli ödül.
Ama itiraf edeyim, hiçbir Hrant Dink Ödülü beni Eren Keskin’inki kadar sevindirmedi. Eren Keskin bundan önce de birçok ödül aldı. İnanıyorum Dink Ödülü onu sonsuz mutlu etti.
Ülkenin onur anıtlarından biri olan Dr. İsmail Beşikçi, yaşamı boyu hiçbir ödülü kabul etmemişti. Hakkında verilen sayısız vicdansız mahkumiyet kararlarından dolayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gitmeyi de reddetmiştir.
Ve kabul ettiği tek ödül Hrant Dink Ödülü olmuştur.
Bir zamanlar Amerika’da bir Hollywood Onlusu vardı. Bunlar Hollywood tarafından kara listeye alınmışlardı. Cadı avı yapılan Maccarthy döneminde. Bunlardan biri de büyük senarist Trumbo idi.
Adam başkasının adıyla senaryo yazıp Oscar’ı almıştı da dünyanın haberi on yıllar sonra haberdar olmuştu.
Trumbo hiç olmazsa hapisten yırtmıştı, ama en iyi kriminal roman yazarlarından Dashiell Hammet 5 yıl yatmıştı, sorgusu sırasında "bunu yapma hakkınız yok" diye meydan okuyup, yurttaşlık haklarına ve insan hakları evrensel beyannamesine sahip çıktığı için.
Yaşam arkadaşı büyük tiyatro yazarı Lillian Hellman da yıllarca kara listede yer almış hiçbir oyunu sergilenmemişti.
Her ikisinin ölümünden sonra telif hakları Human Rights Watch örgütüne kalmış, HRW de bu kaynağı dünyada zulüm gören, adil olmayan yargılamalar muhatap olan yazar ve yayıncılara hasretmişti.
Hürriyet gazetesinden daha sonra görülen lüzum üzerine azledilen Çölaşan 90’lı yıllarda Hellman/Hammet ödülünü alan insan hakları ve düşünce özgürlüğü savunucularına köşesinde "Amerikalılardan para alıyorlar" diye onursuzca saldırmıştı da, Hürriyet editörlüğü ne yapıyorsun kardeşim dememişti.
Hani, Gomidas’ın heykeline köpek işeten görüntü ile manşet attıkları zaman da...
Entelektüel geçinenlerin entelektüellik düzeyini tartışmaya gerek yok. Ankara ruh hali! En aydın onlardır, en iyiyi onlar bilir, en üstün onlardır! Ah, ulusalcı kafalar, ah "yazdırmayın şu Ermeniye" diyenler! Onlar için 20 yıldır, Melik Gökçek’e tahammül etmek bence verilmiş en iyi ceza!
Düşmez kalkmaz bir TC! Bunlar olurken hiç kimse Adalet yürüyüşüne kalkmamıştı.
Ancak damdan düşünce Adaleti hatırladılar. Ama sanmayın herkes için.
Çölaşan kariyerine, 12 Eylül karanlığında, Mamak Temerküz kampında siyasal tutuklulara işkence yaptırılmıyor dedirtmek için görevlendirildiği röportajla parlamıştı. Görüşülenlerden biri de, yahu burada işkence yapılıyor demeye cesaret edememişti.
Ama Ankara’nın direniş ruhu taşıdığı, çakma değil gerçek entelektüellik barındırdığı dönemleri de es geçmeyelim. Humanist kültürün serpildiği günleri. Sebahattin Alili, Boratavlı, Berkesli, Sebahattin Eyüboğlulu, Orhan Velili, Erol Güneyli, Zeki Baştımarlı, Vedat Günyollu günleri.
Arthur Miller, Maccarthy dönemini simgeleyen bir oyun yazmıştı, "Cadı Kazanı" diye, Sebahattin Eyüboğlu tercüme etmişti 1959 yılında sıcağı sıcağına Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde çıkan Tercüme dergisinde yayınlanmıştı.
Sevgi Batur, Hellman’ın "Küçük Tilkiler" oyununu tercüme etmiş, o da 1958 yılında MEB’in modern tiyatro eserleri dizisinde yayınlanmıştı.
Çünkü Tercüme Dairesinin başında Sebahattin Eyüboğlu gibi gerçek bir aydın vardı. Amerika’daki Maccarthy dönemine, Türkiye’de kitaplarının yayınlayarak yanıt veren bir incelik.
AKM ateşe verildi derin devlet tarafından, sembolik olarak, tam da Arthur Miller’in "Cadı Kazanı" oyunu serginirken. Siz mi oynarsınız dercesine.
Devrim İçin Hareket Tiyatrosuna mı, Tersane İşçileri Sendikasına mı nelere nelere kimlere yıkılmaya çalışılmadı bu yangın. Büyük medyaya manşet oldu: "AKM’yi, Tersaneyi yakanlar yakalandı" diye.
1971 Temmuz’unda Sansaryan Handa sorguda iken İslamcı bir garibanın falakaya yıkılışına tanık oldum. Bir gün de beni hücreye geri götürürken, İktisat’tan sınıf arkadaşım Işıl Özgentürk’ün getirilişine tanık olmaz mıyım?
Tabi, 12 Martın cadı avı, Sebahattin Ali, Vedat Günyol, Azra Erhat gibi aydınların, torba bir davaya dühul edilmesi ile tavan yaptı. Derin devlet, size mi kalmış dünya klasiklerini tercüme etmek, Nazım Hikmet’e cezaevine çevirsin diye Tolstoy yollamak!
İlk silleyi yiyen Erol Güney oldu. 1955 yılında Menderes hükümeti tarafından Ankara Palas’dan alınıp, TC yurttaşlığından düşürüldü ve sınır dışı edildi. Yahudi olmanın ağır yükü!
Ama ondan önce Sebahattin Eyüboğlu, Haldun Taner, Azra Erhat, Hilmi Ziya Ülken, Abdülbaki Gölpınarlılar, 1960 cuntası tarafından üniversiteden atılmamışlar mıydı? Derin devlet sadece zaman kollar.
Eren Keskin’den çıktık nerelere geldik.
Eren Keskin, 1990 yılında, Beşikçi’nin "Devletlerarası Sömürge Kürdistan" davasının savunmasını yaptı, DOZ yayınlarının sorumluluğunu üstlenip, üstelik " Paris Kürt Konferansı" kitabından dolayı hapse girerek, ifade özgürlüğüne bedel ödeyerek de cesaretle sahip çıkmıştı. Bunu Özgür Gündem Gazetesi yayın yönetmenliğini üstlenerek de sürdürdü.
Ama daha da önemlisi, 90’ların ortasında Eren Keskin’in Yelda, Ayşe Günaysu, Neşe Ozan ile birlikte oluşturdukları İHD İstanbul Şubesi Azınlık Hakları Komisyonu, soykırım tabusunun kırılmasında bir koç başı işlevi gördü ve 2000’li yıllarda 24 Nisan anmalarını gelenekselleştirdi. İstanbul Ankara’ya bir kez daha fark attı!
90’ların ortasında tarihin tozlu sayfalarından 6-7 Eylül Pogromunu, tarihi Orient Circle binasında açılan sergi ile gündeme taşıdı bu komisyon. Ve Hrant ile birlikte, "Tuzla Armen Kamp" deneyimi sergi ve kataloglaştı. Ve Osmanlı Arşivinde çalışmaları engellenen Ara Sarafyan ve Hilmar Kaiser ilk konferaslarını İHD’de verdi.
Ama bence bundan da zor bir misyonu üstlendi Eren Keskin daha sonra. Onun çabasıyla oluşan "Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Komisyonu" Türkiye özelinde son derece risk taşıyan bir sorumluluğa omuz verdi.
Bu ödülü aynı zamanda İHD’ye verilmiş kabul ediyorum. İnsan Hakları Vakfı adına Şebnem Korur Fincancı’ya verilen ödülden sonra, jürinin bu karara varması çok anlamlı oldu.
İyi ki varsın sevgili Eren Keskin. Bu ödülü kabul ederek sen de Hrant Dink Vakfını onurlandırdın, İsmail Hoca gibi.