Yetvart Danzikyan

Yetvart Danzikyan

Bir gece ansızın KHK ile gelmek

Ülke içinde ve ülke dışında çözüm masasını yeniden kurarak yeni bir çıkış yolu yaratmak varken, karanlıkta iş yapanların sözlerinin yeniden dolaşıma sokulduğu bir sürecin içindeyiz.

29 Nisan Cumartesi akşamı saat 19.00 sularında basına iki Kanun Hükmünde Kararname daha yansıdı. Yine binlerce kamu görevlisini ihraç eden,  barış imzacısı akademisyenlerin ders verdikleri üniversitelerle ilişiğini kesen bu son iki KHK’nin ilginç bir özelliği daha var ki, bize 12 Eylül darbecilerinin yaptığı anayasayı hatırlatıyor.

Hatırlanacaktır 12 Eylül darbecileri de kendi yaptıkları ve halka onaylattıklarını anayasaya ekledikleri geçici 15. Madde ile kendilerini "yargılanamaz" kılmışlardı. Bu madde uzun süre onlara ve o dönemdeki hukuksuzlukları gerçekleştirenlere hukuki bir zırh sağladı. Siyasal bir zırh sağlamasına ise gerek yoktu çünkü 80’ler ve 90’lar boyunca baskın durumda olan siyasi aktörlerin hiçbirinin böyle bir derdi, yani onları yargılamak gibi bir derdi yoktu. Yıllar geçip de bu madde -partilerin ittifakıyla- yürürlükten kalktığında ise gördük ki rejimin artık çok yaşlanmış iki üç sembol isim dışında kimseyi yargılamaya niyeti yoktu, bu madde HSYK ve Anayasa Mahkemesi’nin yapısı ile ilgili değişikliklere bir süs fiyongu olarak eklenmişti.

Neyse, bugüne gelecek olursak son KHK’lar ile yeni rejim şöyle koruyor kendini: Öncelikle OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu (ki hala göreve başlamış bile değildir) üyelerinin, aldıkları karar, görev ve fiilleri nedeniyle hukuki, idari, mali ve cezai sorumlulukları kalkıyor. (30 Nisan 2017, Cumhuriyet, Sinan Tartanoğlu’nun haberi)

En az bunun kadar önemli bir başka madde de şu: OHAL Komisyonu ile aklanan ya da aklanamayan kamu görevlisi sadece daha önce çalıştığı kurumla ile ilgili dava açabilecek. Bu davaların KHK’ları yayınlayan Başbakanlık’a yönelmeleri ise yasaklanıyor.

Başbakanlık ve OHAL Komisyonu üyelerine böylece bir zırh getirilmiş oluyor. Yani rejim istediği kişiyi kamudan ihraç edecek, ancak ihraç edilen kişi, bu işlemleri kesinleştiren OHAL Komisyonu’na tazminat davası açamayacağı gibi, komisyon yargılamadan da muaf tutulacak.

Bu KHK maddelerinin hukuki anlamda geçerliliği elbette tartışmalıdır. Ancak hukuki düzeydeki tartışmalı oluşu bir yana, herhalde teknik olarak da tartışmalıdır. Hukukçu değilim ama KHK ile yaratılan hak ihlallerine yine KHK ile zırh getirmek işin doğrusu biraz fıkra gibi görünüyor. 12 Eylülcüler bunu anayasaya koymayı tercih etmişlerdi, mesela.

Neyse, bunlar işin teknik kısmı ancak ayan beyan görünen şudur: Zaten uygulamaları ile ülkeyi yeniden 12 Eylül dönemine geri götüren rejim, belli ki aynı 12 Eylülcüler gibi kendine zırh arıyor. Olayların gelişimine bakılırsa burada şaşırtıcı bir durum yok. Hatta Kenan Evren’in o dönemlerde Bülent Ersoy ile uğraşması gibi yeni rejim oturup bir de evlilik programları ile uğraşıyor, bu programları ekrandan kaldırmanın yolunu açıyor. Halbuki gençlere  "Evlenin,  3 çocuk yapın" diyen Erdoğan’ın ta kendisi idi. Devlet belli ki bu işin gözler önünde yapılmasını istemiyor ya da işin içinde başka hesaplar var.

Yine bu KHK ile birlikte gelen düzenleme ile 7.000 mahalle bekçisi istihdam ediliyor. Muhtemelen bu düzenlemenin altında yatan asıl hesap, gitgide yükselen işsizliğe yine devlet kapısıyla çare bulmak. Ancak olay bu kadar masum olmasa gerek. Elbette insanın aklına asıl olarak bu her mahalleye bir rejim gözcüsü atanacağı ihtimali geliyor ki, sanıyorum yaratacağı asıl sonuç bu olacaktır.

Gelelim başlıkta yaptığım benzetmeye. Teşbihte hata olmaz derler. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu iki KHK’nın yayınlandığı 29 Nisan günü gündüz saatlerinde yaptığı bir açıklama da es geçilecek gibi değil. Yeni rejim bilindiği gibi Suriye’deki Kürtlerle uğraşma politikası çerçevesinde son olarak Irak topraklarındaki Sincar’a ve Suriye topraklarındaki Karaçok Dağı’na hava harekatı düzenlemiş vaziyette. Türkiye’nin kendine hedef bellediği bölgenin bir kısmı Irak toprağı. Bir kısmı da Suriye’nin kuzeyinde Kürt güçleri ile ABD’nin birlikte hareket ettiği topraklar. Geçtiğimiz hafta gerçekleşen operasyonun ardından ABD bu harekattan memnun olmadığını belli eden açıklamalar yaptı ayrıca bölgedeki Kürt güçleri ile dostane fotoğraflar çektirerek, sınırda devriye gezdirerek bu açıklamalarını jestlerle destekledi. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise bahsettiğim açıklamada tüm bu gelişmelere değindi ve şöyle dedi: "En önemli merkezlerini vurduk. Niye? Çünkü bu milletle oyun oynanmaz. Herkes bunu görecek. Dolayasıyla vakti saati gelince ne yapacağımız biz gayet iyi biliriz. Bir gece ansızın gelebiliriz…"

Son cümleye gelene kadar klasik bir hamaset nutku olarak dinlerken, son cümlede birdenbire takıldım kaldım. Çünkü biz bu cümleyi bir yerlerden çok iyi biliyorduk. Hrant Dink, öldürülmeden önce davalarla boğuşurken, gazete önünde, mahkeme önünde eylem yapan unsurların da dilinden düşmezdi bu slogan. Ve tabii daha öncesi de var. Genel itibariyle öldürmeye, şiddete yönelik, ülkücü, faşist kesimlerce kullanılagelmiş bir cümle bu. Ancak ne yazık ki Hrant Dink cinayeti ile yeniden gün yüzüne çıkmıştı.

Erdoğan bunu bilmiyor olabilir mi? Olmaması gerekir. Haber televizyonlarının alt yazılarına bile müdahale eden bir siyasetçiden bahsediyoruz. Biliyordur. Ve buna rağmen bu cümleyi kullanması belki bir türlü kendi saflarına katamadığı ülkücü çevrelere bir mavi boncuk dağıtma operasyonu gibi görülebilir, ama sonuçta kendisini Agos önünde eylem yapanlarla benzer bir çizgiye de çekmiştir.

Ama bir yandan da diyeceksiniz ki, bu da şaşırtıcı değil. Evet, ne 90’lardan çıkabiliyoruz, ne 12 Eylül’den. Ülke içinde ve ülke dışında çözüm masasını yeniden kurarak yeni bir çıkış yolu yaratmak varken, karanlıkta iş yapanların sözlerinin yeniden dolaşıma sokulduğu bir sürecin içindeyiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Yetvart Danzikyan Arşivi