Bir günde gözüme ilişen haberler ve ülkemiz

Mahkeme, Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın tahliye talebini reddetmiş. Gerekçe de şu: "Cezaevi koşullarının fiziksel ve ruhsal sağlıklarına tehlike oluşturmaması".

28 Haziran günü gazetelere göz atıyorum.

Karşıma özel bir seçki yapmadan çıkan haberler gerçekten dehşet verici.

Aşağıda size 28 Haziran günü, sadece bir günde, gazetelerden seçtiğim altı haberi aktaracağım; daha da uzatmak mümkün ama çok da uzun yazmamak lazım.

En sonunda da biraz daha eski (20 Haziran) bir haber var, bir köşe yazarının yazısından bir alıntı.

Gelelim önce rastgele seçilmiş altı habere:

1-AKP’nin Gümrük ve Ticaret Bakanı Bülent Tüfekçi Erzincan’ın Kemaliye ilçesinde yaptığı bir konuşmada şöyle demiş: "Yollar yapıyoruz, millet için yapıyoruz, teröristler yürüsün diye değil".

Görüyorsunuz, okuduğunuzda insanın içi açılıyor, böyle bir bakan bu millete Allah’ın bir lütfu diye düşünüyorsunuz.

Sayın ve müstesna Bakanımızın teröristten muradı muhtemelen Kılıçdaroğlu ve CHP.

Tam yerli ve milli bir ifade ve irade, tam yerli ve milli bir Gümrük ve Ticaret Bakanı.

Gümrük ve ticaret konularında böyle bir bakanınız varsa geceleri rahat uyuyabilirsiniz, çok değil 2019’a kadar ihracatımız mesela mutlaka en azından bir trilyon dolara fırlayacaktır. 

2-Alıntıyı aynen sizlerle paylaşıyorum.

"Koç Üniversitesi’nde 5.kez düzenlenen Türk Siyasi Ekonomi Topluluğu (TPES) Disiplinlerarası Atölye’de NewYork City University’de öğretim görevlisi olan Yasemin Yılmaz’ın sunumu "politik hassasiyetler" gerekçe gösterilerek iptal edildi. Yılmaz, sunumunun iptal edildiğini Facebook hesabından açıkladı."

Üstelik Koç Üniversitesi de ülkemizin iyi üniversitelerinden biri.

Gelinen nokta işte bu.

Bilimde mutlaka 2019’a kadar büyük sıçramalar yapacağımıza işaret ediyor bu gelişmeler.

2019’a muhtemelen on adet Harvard, beş adet Oxford ile gireriz böyle giderse.

En bayıldığım laf da bu "politik hassasiyet" lafı.

Sevsinler, yesinler sizin hassasiyetinizi.

3-Anayasa Mahkemesi KHK ile görevlerine son verilen iki eğitim sektörü çalışanı Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın tahliye talebini reddetmiş.

Gerekçe de şu: "Cezaevi koşullarının fiziksel ve ruhsal sağlıklarına tehlike oluşturmaması".

Sabıka kayıtları olmayan bu iki eğitim sektörü çalışanının yaptıkları açlık grevi nedeniyle tutuklu olmaları ise muhtemelen dünyada ilk kez görülüyor.

Yani tam da yerli ve milli bir mesele.

Ama zaten bizim Anayasa Mahkemesi de çok yerli ve milli bir yüksek mahkeme.

Yani ortada şaşılacak bir konu yok.

4-Suriye’deki savaştan kaçan bir çift Yalova’da derme çatma bir kulübeye yerleşmişler ve yirmi gün önce de Cuma isimli bir bebekleri dünyaya gelmiş ama maalesef Cuma bebek 13 günlük iken açlıktan ölmüş.

Bu da tam yerli ve milli bir konu.

Benim de aklıma "ensar millet"(ensar sıfat olarak Arapçada "herkesi seven, herkese yardım eden" anlamında) ifadesi geliyor, ne kadar da oturuyor değil mi?

5-Cuma bebeğin 13 günlük iken, üstelik Yalova gibi bir yerde, açlıktan öldüğü ülkemizde başka şeyler de oluyor.

Efes Antik Kenti içerisindeki Celcus (Romalı bir senatör) kütüphanesinin önündeki platformda turistlere akşam yemeği veriliyormuş.

Çok açık söylüyorum, hayatımda görgüsüzlüğün bu boyutuna ilk kez rastlıyorum.

Basına yansıyan resimlerde aşağıdaki platformda masalar, iskemleler var; şimdi moda ya, iskemleler giydiriliyor.

Ama, daha da ilginci, antik kütüphanenin basamaklarla çıkılan ön tarafında da bir masa ve dört beş iskemle görülüyor.

Buraya acaba kimler oturuyor?

Muhtemelen Kültür Bakanımız tesadüfen o akşam Efes’i teşrif ederse o oturacak.

Bakan gelmezse, ne beis, il kültür müdürü olur, Efes’in müdürü olur, AKP’nin Aydın ya da İzmir milletvekilleri olur ama mutlaka biri bulunur.

6-Dokuz Eylül Üniversitesinden Barış Bildirgesine imza atan 13 akademisyen da açığa alınmış.

Açığa alınan öğretim üyelerinin bir bölümü tıp fakültesi profesörleri ve doçentleri.

Bu insanlar kolay mı yetişiyor?

Başka önemli bir üniversiteden de kötü kokular geliyor.

Muhtemelen yeni bir KHK daha geliyor; şimdiye kadar ilişilmeyen önemli bir-iki üniversite de böylece hizaya sokulmuş olacak.

Sonuç sorusu: Bir güne böyle altı konunun sığabildiği bir ülke nasıl bir yerdir sizce?

Gelelim en son konuya.

Yeni Şafak gazetesinden Kemal Öztürk 20 Haziran günü "Medya İftarından Görünmeyen Notlar" başlığı ile bir yazı yayınladı; konu malum Cumhurbaşkanlığı iftar yemeği.

Aşağıda okurlara bu yazıdan bir alıntı aktarıyorum.

Bu alıntı muhtemelen 2017 senesinin basın özgürlüğü faciasını en net bir biçimde gözler önüne seren bir alıntı.

Kemal Öztürk’ün yakın geçmişte Anadolu Ajansı genel müdürlüğü görevini de yaptığını yani tecrübeli bir gazeteci olması gerektiğini de hatırlatalım.

İşte yazıdan kısa bir alıntı:

"Son yılların en geniş katılımlı medya iftarını düzenledi Cumhurbaşkanı Erdoğan. Tüm kesimleri çağırmıştı neredeyse. Hatta kendisi hakkında zaman zaman eleştiri yapan medya mensupları bile ordaydı. Bazıları birbirine dirsek attı, "gördün mü, o da çağrılmış" diye. Erdoğan insanları şaşırtmayı çok sever. ‘Aziz mübarek Ramazan gününün bereketi’ diye yorumlayanlar da oldu."

Öztürk Cumhurbaşkanının engin basın özgürlüğü anlayışına ve eleştirilere müsamahakar bakışına ilişkin "hatta kendisi hakkında zaman zaman eleştiri yapan medya mensupları bile ordaydı" ifadesini kullanıyor.

Cümledeki "Hatta" ve "Bile" kelimelerine özellikle dikkatinizi çekmek isterim

En sert muhalif bile muhtemelen 2017 basınının içler acısı durumunu daha iyi anlatamazdı.

Çok yaşa sen Kemal Öztürk.

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eser Karakaş Arşivi