Birinci Semih Kaplanoğlu hezimeti

Sıradan ve aslında nazik bir protestoydu sadece. Ama karşı taraf öyle bir gocundu öyle bir saldırdı ki... Anladık o zaman ne büyük hezimetmiş meğerse.

Aslında çok önemli bir hadise değildi. Sonuç olarak taş çatlasa 60-70 saniyelik bir sahne: Bir yönetmen ödülünü almak üzere sahneye çıkıyor, iki sunucudan ikincisi, yönetmenin kendisine uzattığı eli havada bırakıyor ve ödüllü yönetmene bakmadan ters istikamette yürüyor.

Son derece nazik, ince, doğal bir protesto. Bu tür karşı çıkışlara aslında sık rastlarız sahnelerde ve başka mekanlarda. Elia Kazan'a Oscar Ödülü verildiğinde de bir çok sinemacı ayağa da kalkmamış, alkış da tutmamıştı. Alman futbolcu Breitner da Arjantin diktatörü Videla'nın elini sıkmamıştı.  

Avrupa'da kremalı pasta da fırlatırlar sevilmeyen siyasetçilerin, sanatçıların suratına.  Ya da ayakkabı. Protesto edilenler arasında polise ya da mahkemeye gidene rastlamadım. Protestodan sonra yayınlanan sayfalarca yazı okumadım. Başkalarının protesto hakkına saygıdır bu.

Şiddet ve küfür-hakaret olmadıkça, herkesin her zaman her yerde protesto hakkı var bal gibi. Kimi protestolarda hafif şiddet ve kimi zaman bol hakaret olsa bile, hedef kişi tarafından anlayışla karşılanabiliyor. Protesto meşru bir eylem. Bir hak.  Protesto kanunla yasaklanabilecek bir eylem tarzı değil.

Meltem Cumbul'un Semih Kaplanoğlu'nun elini sıkmaması iktidarperver cenahta şok etkisi yarattı. Tepkilere bakıyorum, müthiş sinirlenmişler. ''Saygısızlıkla'' başlıyor, ''kabalık'' diyor,   ''açık bir faşizm''e kadar gitmiş mağdur rolündeki yönetmen. 

Reis hayranları çok gocunmuş, acaip tepkiler veriyor. Oysa ki Cumbul, olayın hemen ertesi günü,  açıklamıştı da neden Kaplanoğlu'nun elini sıkmadığını. Bu açıklamaya değinen yok o taraf yazarlarda. Pratikte uzmanılar  ya, ''hoşgörü'', ''ötekileştirme'', ''nefret suçu'' gibi sözcükler ne çok yakışıyor ağızlarına.

Yandaşların celallenmesini anlamaya çalışalım madde madde:

  •  Kutuplaşma nedeniyle, iki kesim zaten pek fazla ya da neredeyse hiç, bir araya gelmiyordu. Son zamanlarda iktidar yanlısı sanatçılarla muhalifler galiba ilk kez Adana'da aynı mekanı paylaştı. Cumbul'un sembolik jesti, kamusal bir alanda, iktidar yanlılarına aslında sert bir mesajdı: Biz sizi tanımıyoruz, sizi protesto ediyoruz.
  • Saray'da ağırlanan, yandaş medyada baştacı edilen kesim ve kişiler için,  o kadar seyircinin ve meslekdaşının önünde, böyle hiç beklemediği ve alışık olmadığı bir tecrit ve ince saldırıya uğramak, ağır geldi. Cumbul'a doğru heyecanla ve mütebessim bir şekilde gelen Kaplanoğlu'nun eli havada kaldıktan sonra nasıl bir bozguna uğradığını anlamak çok zor değil. İktidarperver sanatçılar, arkalarında Reis var diye, sanıyorlar ki, her yerde her zaman krallar gibi karşılanacaklar,  herkes onlara hayranlık duyacak. Halbuki iktidar insana kibir yükler. Ama sonra, kibirdir yorulup yollarda kalan. Ararsın da bulamazsın, yatacak yer.
  • Cumbul'un nazik protestosunun önem ve değeri şu ki, el havada kalınca, yapacak bir şey yok. Top doksandan filelerle kucaklaşmış, yardımcı hakem santraya doğru koşuyor, orta hakem düdüğünü çoktan çalmış, gol atan takımın seyircileri ayakta...
  • Twitter'da gördüm mealen şöyle diyordu: ''Cebinde evine dolmuşla gidecek kadar paran olmasın, ama eli sıkılmayacak insan olma''. Öf öf öfff!
  • İktidar, en yetkili ağızdan kültür ve sanat alanında hegemonya kuramadığını itiraf etmek zorunda kalmıştı. İktidarın bu protestoya karşı verdiği tepki, bu itirafın ne kadar doğru ve haklı olduğunu kanıtladı. Üstelik hadise, Saray'ın ve AKP'nin sadece kültür sanatta değil, Belediye Başkanlarına işten el çektirme sürecinin başladığı günlerde, yani siyasette de hegemonyasının zayıfladığı günlere denk geldi. Kamuoyu araştırmalarında, iktidara desteğin yüzde 45'e düşmesi de dönemin bir başka parametresi.
  • Hadiseden sonra yandaşların fevkalade hiddetli ve şiddetli bir şekilde, Kaplanoğlu'nu savunmaktan çok Cumbul'a saldırmaları da manidar. Çünkü onlar da farkında: İktidar artık her geçen gün daha fazla mekanda daha çok insanın katılımıyla bir şekilde protesto ediliyor, edilecek. Cumbul'a bugünden gözdağı verip yarın ki olası protestocuları ürkütmeye/korkutmaya yönelik saldırılar bunlar. İktidar, her türlü eleştiri ve protestoyu, konumunun meşruluğunu sorgulayan bir girişim olarak algıladığı için, bütün muhaliflikleri terörizm olarak niteliyor. Ardından da savcılar soruşturma açıyor. Maksat muhalefetsiz bir dünya...  Hadi Amerikan dizilerinin diliyle söyleyelim: Üzgünüm ahbap, yok öyle bir şey!
  • Bir ayrıntı: Kaplanoğlu, iktidar evreninin doğuştan üyesi yani öz ve doğal bir mensubu değil. Laik bir aileden geliyor, tanıyanlar, iktidara yanaşmadan önce nispeten düzgün bir sinemacı olduğunu söylüyor. İktidar, kültür sanat alanında, kendi içlerinden öyle çok parlak  sanatçılar çıkaramadı. Bu alandaki eksiğini gediğini,  daha çok dışarıdan gelen sanatçılarla gidermeye çalıştı. Bonservisi elinde olanı transfer ediyorlar.  Örneğimizdekigillerden  2-3 zırtapoz daha var. Önemsiz ve değersiz şahsiyetler. Ama, bunlardan birinin bir protestonun hedefi olması, hatta manevi olarak ağır yaralanması,  iktidar sözcülerinde bir başka sorun yarattı: ''Adamlar dindar değil bir şey değil, kalkmış gelmişler Reis'i savunmaya, biz onları bir protestodan koruyamadık''. İktidarda olmalarına rağmen, dostunu ya da müttefikini koruyamayan muktedir(?) konumuna düştüler.  

Nazik, efendi, hatta komik protestolar oldu, daha da olacak. Her protestocu en etkili eylem yöntemini bulur, geliştirir. İçeriği, hedefi ne olursa olsun protestoları engellememek gerekir. Protesto edilen, arkasına aldığını sandığı iktidar mahfillerine güvenip, sağa sola saçma sapan demeçler vermesin. Yaratıcılığı yetiyorsa, faul yapmadan, ofsayta düşmeden, zeka ile mizah ile cevap vermeye çalışsın protestocusuna. Yok bu yetenek mevcut değilse, açmasın ağzını, sussun otursun yerine.   

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ragıp Duran Arşivi