Fadıl Öztürk
Biz hiç az değiliz
Hiç az değiliz ve hiç hak etmediğimiz halde bir seçim yenilgisiyle yine başa döndürüldük. Her birimizin kendince yaşayarak deneyimlediği onca hayat, o hayatların karşılığı olan onca zulme bedel ödemiş olmamıza rağmen bir seçimle kenara itilerek, yine başa döndürüldük. Yenilgiden sonraki süreç yıkımı olduğu gibi umarım yeniden yapılanmayı da beraberinde getirecek.
Üzüldük elbet. Dilimizde binlerce küfür bilenirken dışımıza akıtmadan içimizde uslamak hiç kolay olmayacak. Ama olan hayat tecrübelerimizle o gün yeni işe başlamış gibi tekrar işe gideceğiz, ya da işten eve yorgun döner gibi veya heyecanla sevgilimizle buluşur gibi, çocuğunu okula götürür gibi, doğal ve sıradan akan bir hayat gibi zalim karşısında bir araya geleceğiz.
Bir boyumuz, bir kilomuz, altında numaralar yazılı olan bir devlet fotoğrafımızın olduğunu unutmayacağız elbet. Üstünde ‘Görülmüştür’ damgası olan mektupları, uzun açlık günlerini, karıştırarak asla barıştıramadıkları o çile zamanlarını, dışarıda akan hayatın içeride kaça katlanarak yaşadığımız hep elimizin altında olacak. Her birimiz, durduğumuz yer ve meslekte devlet şiddetinden yeterince nasibini alıp da gelmiş bir kuşağız. Ömrümüzde zaman su gibi akıp geçmedi.
Hayatımıza bir kâbus gibi çöken zulümden kurtulmamızın başkaca seçeneği de yok. Ayrılık ve gayrılığı bir kenara koyacağız; tıpkı hava kadar doğal, su kadar vazgeçilmez, toprak kadar gerekli olacağız birbirimize. Ne kimseye yük olacağız ne de kimse onları taşımamız için yük olacak bize. Ciğerlerimize çektiğimiz havanın kanımıza oksijen taşıyıp hakkıyla dudaklarımızdan çıkması gibi üstümüze düşeni yapmak dışında bir seçeneğimiz olmayacak.
İnsan insanla tamamlasın kendini. Dağla, başını alıp gitmek olan gurbetle, yakasına asılmış acılarla, gözlerinde kalmış yurduyla, hep geleceğe ertelediği hayallerle kendini tanımlamasın artık. Onlar bizi ayrıştırdıkça biz onların tersine karışacağız birbirimize. Üstelik geleceğimizi kendi ellerimizle kurduğumuz için, keyfimiz de yerinde olacak o gün.
40 yıldan fazladır vurma, kırma, yıkma, sürgün ve cezaevi koşulları içinde doğmuş, büyümüş ve bugüne gelen kuşakları yaşayarak bilmedikleri hangi zulmü uygulayabilirler ki? Bu şiddet iklimini yaratanlar kendi sonlarını da getirmediler mi? Bu elbet bir cümle kurmak gibi kolay olmayacak. Zor ve zahmetli bir zaman dilimi uzanıyor her birimizin önünde. Çok hırpalanacağız yine, üstelik sadece muhalefet etmemize paralel yürümeyecek bu hırpalanma, çoğunluğu ellerinde tutmak, azınlığa düşmemek için çok gelecekler üstümüze. Durduk yere düşmanlaştırılacağız, parmağımızı kaldırmasak bile. Ama ‘çıkmayan candan umut kesilmez’ derler ya, öyle olacak.
Bu yenilgiyi, bu yıkılmayı tartışarak, zaman zaman yakınlaşacak, zaman zaman da uzaklaşacağız. Çok kişi hak etmediği makamı terk edecek, çok kişi de dipten çıkacak yukarıya. Doğasında var, acımasızdır yenilgi süreçleri. Er ya da geç kimsenin gözyaşına bakmaz.
Kim neye inanıyorsa inandığına sığınarak/ Kim hangi dilden konuşuyorsa konuştuğu dili konuşarak/ Kim hangi renktense diğer renkleri de yanına alarak/ Kim hangi yaştaysa yaşına başına bakmayarak/ Kim hangi cinsiyettense cinsiyetinin farkında olarak/ Kim hangi göğün altındaysa, o yerle ve gök arasında dolaşan bir seda olarak/ Kim haritanın neresindeyse, orasında kapısının açıldığı sokağa çıkarak, her türden zulüme karşı olduğunu haykırmalı. Yoksa bunca zulüm bir başına çekilmez...
Biz kendimizden bahsederken kuşlar kendilerinden, serin gölgeleriyle ağaçlar kendilerinden, kıyıları yalayan dalgalar kendinden, gökte yolunu arayan bulutlar kendilerinden, mevsimini bekleyen kar, dolu, yağmur kendilerinden bahsettiğimizi sanmalı. Yerle gök arasında ne varsa onların hepsiyle karışmalıyız. Çünkü hayat çok parçalı olsa da, bir bütündür. Unutmayın biz hiç az değiliz...