Seran Vreskala
'Bizler karşımızdakinin önyargısıyız'
Seran VRESKALA
Programda seslendirdiği Ali Ekber Çiçek’e ait ‘Haydar Haydar’ isimli parçayla, eşsiz sesi ve şarkı söyleme tarzıyla herkesi kendine hayran bırakan Dodan, Muş Vartolu ama 15-16 yaşında şehri terk etmiş.
22 yıl sonra beklemediği bir anda gelen şöhret onu pek sarsmamış; sanki hep bu anı beklemiş ve en sonunda beklediği gerçekleşmiş gibi. Hem çok transparan hem de fazla ketum. Çocukluğu, gençliği, ailesi ile ilgili bir şey anlatmıyor, elinde olmadan bir açık vermemeye çalıştığını düşünüyorsunuz. Zamanında şarkıcılığın yanında boyacılık, amelelik, garsonluk yaptığı da olmuş; onlara ‘gündüz işleri’ diyor. Kimliği ve pasaportu hep yanında; her an bir yerlere gidebilecekmiş gibi. İçinde kitap, yedek kıyafet, parfüm, deodorant, kalem, defter olan sırt çantasını da cevahir bir yükmüş gibi daima yanında taşıyor. Bir nevi şahsına münhasır karşımızdaki anlayacağınız…
-Muş’u çocukken terk ettin, bir gün geri döner misin?
Yok dönmem ama yılda bir mutlaka giderim.
-Aile kursan Muş’ta büyütür müsün çocuğunu?
Muş’u çok seviyorum ama Van, Diyarbakır, Mardin bana daha uygun olur çocuk büyütmek için. Çocuğu köyde büyüteceksin bence, şehirden uzak. Aile kurmak istiyorsan, köye yerleşeceksin. Okula bile göndermek zorunda değilsin. Öyle özgür büyümeli!
-Mardin, Diyarbakır birbirinden çok farklı değiller mi? Biri Arap biri Kürt…
Bunlar aslında birbirleriyle iç içe geçmiş kültürler; ideolojik olarak baktıkları zaman ayrışıyorlar. Bence insanlık için en tehlikeli şeylerden biridir ideoloji, çünkü benim yaratmış olduğum bir şey insanın önüne geçiyorsa, benden önce geliyor, beni yönetiyor, ne yapacağımı söylüyorsa benim var olmamın vasfı nedir? Dünyada dalga dalga büyüyen milliyetçilik de aynı noktada; çünkü semboller üzerine oturtulmuş bir şeyden söz ediyoruz.
-Kendini özgür hissediyor musun?
Ben tabiatın bana sunmuş olduğu güzelliklerin içinde olmayı tercih ediyorum. Ama uygulayabiliyor muyum? Hayır. Eğer ben evren içerisinde yaşayan mikro makro organizmaları eşit derecede aynı mesafede var edebiliyorsam, ben evrenselim. Ama ‘önce insan’ dediğin zaman, yaşayan diğer canlıları görmüyorsun. O canlıları öldürme hakkını elde ediyorsun, alanlarını tahrip etme hakkını elde ediyorsun, yok etmeyi hükmetme hakkını elde ediyorsun… Bir insan başka bir canlının üstüne postalıyla nasıl basar? Bu hakkı nereden alır? Hani nerede eşitlik, nerede kardeşlik, nerede insanlık? Bu yüzden umut hayatımda duyduğum en saçma kavramdır. Umut bence özgürlüğe atılmış bir prangadır. Ama hayal insanın gerçeğidir. Hayal sadece sana aittir, hayalini kendi içinde nakşettiğin zaman gerçeğe gidersin.
-Bu düşünceni şekillendiren unsur, senin Alevi yapından mı geliyor?
Hayır ben Alevi değilim ki!
-Nasıl yani? Neredeyse eminim Alevi olduğundan.
Yani mezhepsel bir arayışım, inancım yok. Babaannem Alevi, Varto’nun Alevilerinden ama annem Sünni’dir. Ben iki tarafı da gördüm, iki tarafa da mesafem aynıdır ama hiçbir tarafa ait değilim. Ben doğaya aitim. Doğa bana öğretiyor, sunuyor, ben de öğrenmeye çalışıyorum.
-Bunun bir ismi var mı?
Bunun bir ismi yok! Doğanın içine dahil olduğunda, onunla haşır neşir olduğunda, onu sahiplendiğinde, onun var edebilme haline şahit olduğunda ve bunlardan beslendiğinde bu durum kendiliğinden oluşuyor. Doğa beni çok etkiliyor gerçekten. Herkes birinin önyargısı oluyor bu evrende, o kadar yanlış ki! Maalesef ki insan karşısındakini yargılayacak hükmü buluyor kendisinde; cinsi rengi ırkı yaşı fark etmiyor.
-Bir gazetenin genel yayın yönetmeni senin hakkında bir yazı yazmıştı yarışmadaki duruşunla ilgili. Kısaca Kürt kimliğini rahat taşıyamadığını söylemişti o yazıda. Okuduğunda ne hissetmiştin?
Hiçbir şey bilmiyor ki diye düşündüm. Benimle aynı masada mı oturmuş, sohbet mi etmiş, bir aş mı paylaşmış, kahve mi içmiş, nerden biliyor ki beni? Dediğim gibi hepimiz karşımızdakinin önyargısıyız işte, onun önyargısı da o. Ben yaptığım işlerle anılmalıyım, kimliğimle değil. Çünkü bu beni bağlar ama yaptığım herkesi bağlar.
-Senin Kürt kimliğinle bir problemin mi var?
Bu çok yanlış bir şey, böyle bir şey olur mu hiç! Hayatımda hiçbir zaman kimin ne olduğunu önemsemedim; dünyada etnik kimliğimle değil insan kimliğimle buradayım. Nereden geldiğimin nereye gittiğimin hiçbir önemi yok! Mevzu ne kadar vicdan sahibi olduğumuzla ilgili; olaylara ne kadar duyarlı yaklaşabildiğimizle ilgili… Bu ülkede yaşanan bir soruna sen duyarsız kalırsan, bunun vicdanla alakası var; bir yere ait olmakla değil!
Senin böyle bir problemin yok o zaman!
Ne alakası var! Ben 22 yıldır bu işi yapıyorum, kimliğim üzerinden yapmıyorum ki bu işi… Belli bir kesime hitap etmiyorum ki; isteyen herkes beni dinlemekte özgürdür. Kürt, Türk, Laz, Arap, Fransız fark etmez. Mesele bu kadar basit. Bir eğlence programını başka yerlere çekerlerse, bizler hayattaki daha önemli konularla nasıl baş edebiliriz? Bu ülkede kadın cinayetleri var, çocuk istismarları var, yoksulluk, yolsuzluk, mutsuzluk var; bir de benim etnik kimliğim var, bunların yanında bunun ne önemi var gerçekten? Dünyayı en iyi ve doğru şekilde ifade edebilecek tek şey vardır; o da sanattır.
-Sanat siyaset yapar mı peki?
Sanat insana aittir. Bak, bugün elektrik faturası ödedim; benim yakmış olduğu elektrik 63 lira. 130 lira fatura geldi bana, ne eklenmiş üstüne, 55 lira vergi eklenmiş. Şimdi ben bu ülkede fazladan 55 TL bir faturaya veriyorum. Bunu kimi şarkıyla yapar, kimi sokağa çıkar, kimisi de piyanoyla söyler.
‘AÇIK HAVA BENİ İSTEDİ DE BEN Mİ HAYIR DEDİM?’
-‘O Ses Türkiye’ye kadar ismini hiç duymamıştım.
Bu senin eksikliğin. 22 yıl verdim ben bu işe. Birçok projede yer aldım, konserler verdim, 2 albüm yaptım, eğer beni duymadıysan sorun sendedir. Çünkü ben sana ulaşabilmek için elimden geleni yapmışım.
-Öyle tabii ama yeterli olsaydı O Ses’e çıkmazdın sen de. Senin de bir eksikliğin var demek ki!
Olabilir ama Harbiye Açık Hava beni istedi de ben mi hayır dedim?
-Neyse, Youtube’da seni izlediğimde çok şaşırmıştım, ama sesinden dolayı değil de şarkı söyleme tarzından dolayı… Sanki şarkı seni ele geçirmiş; o seni söylüyor gibiydi. Sen o anda sahnede yoktun; bir şey ele geçiriyor seni o anda, o nedir?
Ben hiçbir zaman sahnede değilim ki zaten şarkı söylediğimde. Beni sahnede izlediğinde de fark edersin bunu, o anda başka bir moda geçiyorum. Herhangi bir şarkıyı söylerken, eseri yorumlarken hikayelerine çok özen gösteriyorum. Bütün şarkılarda bir yaşanmışlık var ya; şarkıyı söylerken ben o yaşanmışlığı anlamaya çalışıyorum. Mimiklerimle, bedensel hareketlerimle tamamen bir trans halindeyim.
-Ne düşünüyorsun o anda?
Bir sürü şey. Sahnedeyken şarkının beni nereye götüreceğini merak ediyorum. Aynı şarkıyı yüzlerce defa okusam da her defasında farklı bir yolculuğa çıkarım onunla. Huma Kuşu’nu düzenlerken Erdem Altınses ile beraber öyle başka bir şey yaşadık ki! Normalde 3 dakikalık olan eser bir anda 10 dakika 24 saniyelik bir yolculuğa dönüştü. Şimdi bu bizi başka bir evreye sürükleyen bir şeyse bence devam ettirilmeli! Bırakılmamalı! Benim sahnem de genelde böyledir. Deneysel hikayeleri bu yüzden çok seviyorum.
-Bayağı uyuşmuş gibisin; kimseyi görmüyor duymuyor gibi…
Şarkıyı yazan, var eden, söyleyen, anonim dahi olsa bugüne kadar taşınmasına vesile olan her detaya duyduğum saygı beni böyle bir şeye dönüştürüyorsa, başım üstüne! ‘Avşar Elleri’ni okurken Muharrem Ertaş’a, o coğrafyanın yaşanan her duygusuna çok fazla saygı duyduğum için dinleyicilere bu yansıyor olabilir. Bu herhangi bir coğrafya da olabilir. Ancak hayal gücümü kullanarak nereden geldiğini hissettirebilmek için her şey. Beni yönlendiren başka bir güç var o anda; hislerin gücü. Çünkü mesela o anda bana diyor ki ‘elinle avucunun içine vur’ ya da ‘çık, yukarı çık’, ben de dediğini yapıyorum. Bu anlamda ben sadece bir aracıyım ama tek başıma bir ses değilim; ben çoğul bir sesim. Çünkü bana bunu böyle söylettiren bir sürü sebep var.
-Sesin gerçekten insanın tüylerini diken diken ediyor; sen sesini güzel buluyor musun?
İnsan kendi sesini duymaz ya, ben de bilmiyordum sesimi ama banyoda söylediğimde kulağıma iyi geliyordu. Akustik bir ortam ya! Her banyoya girişimde söylemeye başladım, hoşuma gidiyordu çünkü.
-Sesini keşfettiğin yer banyo yani…
Banyodur gerçekten de.
-Eğitimli değilsin, kendin mi eğittin sesini?
Değilim. Tamamen kendim eğittim sesimi, söyleye söyleye.
‘YILLARIN SANATÇISI İÇİN ONLAR NE YAPMIŞLAR?’
-Peki, yarışmada jüri seçimine gelince, neden Hadise’yi seçtin?
Mevzu biraz da bilmeyenle ilgili değil mi? Bilenle ne işin var?
-Hadise bilmiyor mu yani?
Bilmiyordur değil de yabancıdır diyelim. Deyişlere yabancı… Gökhan ile Hakan deyişlerin içindeler zaten. Amaç bilmeyene göstermek, öğretmek ya da bilmediğini öğrenmek değil mi? Ben de seçimimi ona göre yaptım.
-O anda mı karar verdin?
Yo, hayır. Yani daha evvel düşünmüştüm ama net değildim.
-Kazandığına göre doğru karar vermişsin.
Ben doğru karar verdiğime çok eminim zaten. Bugün de olsa bugün de Hadise’yi seçerdim.
-Senin sayende ilk kez birinci oldu, değil mi? Seni seçtiği an birinci olacağı belliydi gerçi. Senden daha güçlü bir rakibin de yoktu.
Öyle görünüyor ama mesele birinci olmak değildi.
-Mesele aslında ismini duyurabilmekti sanırım. Peki, hayat ne kadar değişti senin için yarışmadan sonra?
Hayatımda çok fazla değişiklik olmadı ama birçok insana ulaşma, pek çok kişiyle tanışma fırsatı verdi bana bu yarışma. Mesela hayatımda ilk kez ‘Haydar’ı orada okudum; daha evvel hiç okumamıştım.
-Sana bayağı kızan da oldu, o yarışmaya katıldığın için. ‘Yılların sanatçısı Dodan’ın ne işi var orada’ dediler.
Yılların sanatçısına kızan adam başka bir şey yapmış olsaydı keşke o zaman. Beni dinlemeye gelseydi mesela. Eleştiri bir haktır, herkes de bu hakkı kendinde görür; bence benim üzerimde herkes hakkını kullandı.
-Maxi bir single çıkardın yarışma sonrası, nasıl satışlar?
Çok iyi ama daha da iyi olabilir. İçindeki bir şarkı ‘Huma Kuşu’, diğeri de sözleri bestesi bana ait olan ‘Yoksun’ isimli bir şarkı. Alternatif sound’u zorladık, gerçekten farklı bir şey yapmaya çalıştık.
-Alternatif sound nedir?
Buna caz da diyebilirsin. Başka enstrümanlar, başka sesler kullandık. Şarkıyı kurgularken bile başka türlü kurguladık. Klibini de çektik. Ben anlarda yaşıyorum; o an ne yaşıyorsam benim için o önemli. An dediğin şey basit bir şey değildir asla.
-‘Yoksun’ nasıl bir anda çıktı peki?
Yolda yürürken çıktı. Yoksundur bu şehir, kaybedilmiş bir masal…
-Öyle bir konuşuyorsun ki sanki hayattaki tüm cevapları bulmuşsun da sevgiyi aşkı hayatı her şeyi biliyormuşsun gibi! Öğreten adam modunda gibi biraz…
Kesinlikle öyle bir iddiam yok! Kendimce biliyorum her şeyi. Aşkı da sevgiyi de. Bir öğretmen değilim asla.
-Yalnızsın ama. Her şeyi çözdüysen neden hala yalnızsın?
Benim öyle bir derdim yok ki! Bana göre aşk ille bir kadına duyulmaz sadece, şarkı söylemek de bir aşktır. Mesela bir kadına aşık olursun ama sadece kadına olmazsın; ona ait her şeye aşık olursun. İlişkilerde başarılı değilim belki de.
-Neden başarılı değilsin? Bir kadın senin hakkında ne düşünür mesela? Bencil misindir ilişkide?
Bak mesele bencillik değil. Yine başa döndük; bizler bir başkasının önyargısıyız. Hayatının arka planına, nereden nasıl geldiğine bakmadan konuşuyoruz; soru sormuyoruz. Bu yargılar olduğu için belki de başaramıyoruz kadın erkek ilişkilerini. Kurallara göre yaşıyorsun, kurallara göre var oluyorsun, kurallara göre seviyorsun. Ama neden ilişkini göz önünde yaşamak zorundasın? Neden insanlar buna odaklanır? Neden gazeteciler bu detayları öğrenmek isterler?
-Çünkü bu arz talep meselesi. Sen eğer sahnelere çıkıyorsan bunu göze almışsın demektir, televizyona adım attığın andan itibaren magazin bir tarafın oluyor. Bak, buraya gelmeden birkaç insana senin hakkında ne düşündüklerini sordum; çoğu Hadise ile olan ilişkini merak etti çünkü en son akılda kaldığın durum bu. E insanlar bunu talep ediyorsa, sormak da gazetecinin görevidir; ama ben zaten sana özelini sormuyorum, bizim misyonumuz bu değil, biz seninle genelini konuşuyoruz.
Anladım. Bu tip soruları çok cinsiyetçi buluyorum; insanlar neyi merak ediyor biliyor musun? O insanla ilişkim değil aslında merak ettikleri, popülerlikle kurduğum cinsel bağ onları ilgilendiriyor. Belki nasıl öptüğüm, nasıl kokladığım vs. ama kendi fantezilerini benim üzerimde yaşamamalılar. Kimsenin özeli kimseyi ilgilendirmez, senin ne işin var benim hayatımda!
-Evliydin, boşandın mı?
Hayır çünkü hayatımda hiç evlenmedim.
-Ama bir sürü haber yapıldı bu konuda.
O haberlere bakarsan benim bir de çocuğum varmış. Şimdi o çocuğu arıyoruz ilanla (gülüyor) Hayatımda bir kere nişanlandım ama hiç evlenmedim.
-En yakın konserin ne zaman?
21 Aralık’ta Jolly Joker’da konserimiz var. Eşini dostunu kapan gelsin, beni bilen bilmeyen, seven sevmeyen, eleştiren eleştirmeyen gelsin, bizim kapımız herkese açık! Sonra 14 Ocak’ta da Hollanda’da Zaan tiyatrosunda bir konserimiz olacak, sonra da Köln’de…