Bozuk devlet su kaynatırken...

'Kuvvetler ayrılığı' mı demiştiniz? Atalarımız ne demişti unuttunuz mu? 'Birlikten kuvvet doğar!' Öyle gavur icadı işlerle kafa meşgul etmeyin.

Devletin ayarları zaten bozuktu, şimdi öyle bozuyorlar ki, devran değişse yeniden işler hale getirmek için ömürler yetmeyecek.

'Bozuk devlet' bir 'yeni düzen normu' olarak kabul görürken, hayatı birbirine hakaretle geçmiş sözüm ona 'elit eşhas' Atatürk üzerinden bağırış çağırışla gün dolduruyor. Onlara sorarsanız, memleketin en mühim meselesi şu anda bu.

Her memlekette ağzından çıkanı kulağı duymayan birtakım tipler vardır.Bunlar kenarda köşede yaşarlar, şanssızları dikta rejimlerinde doğmuş olanlardır, ya sopa yer, kodese tıkılırlar, ya da kelleleri uçar gider. Demokratik düzen bunları tolere eder, ama taş çizgisine yakın tutar, kamusal tartışmaya pek bir faydaları olmadığı bilindiğinden kendi kendilerine söylenmelerine izin verilir. Hepsi o kadar.

Şu son Atatürk'e hakaret meselesinde insanın ağzını açası gelmiyor, ama şuna dikkat edin: Ne kadar psişik vaka, ne kadar tımarhanelik tip varsa ortaya döküldü, ama bunlara cevap veren sözde 'merkez entellektüel'lerin de holiganlıkta onlardan aşağı kalır yeri olmadığı anlaşıldı.

Sonuçta Mustafa Armağan ile Murat Bardakçı arasındaki 'marj'ın, 'tartışma seviyesi ve dil' bakımından öyle pek de farklı olmadığı bir memleket bu.

Marjinalin ve lumpenliğin merkezileşmesi.

Atatürk'ü İslamcı cepheden aşağılamaya kalkanlara diğer cenahtan hemen laf yetişmesi normal. İşlerine geliyor. Silopi'de iki çocuk gitmiş, 8 bin akademisyen bir daha iş bulamaz hale getirilmiş hayatları karartılmış, 165 gazeteci mahpus, iki öğretmen açlık grevinde can çekişiyor, bunlar o 'merkez'den karşı hakaretlerle vakit dolduranların umurunda değildir ve olmayacaktır. Onlar Türkiye'yi hakemsiz kuralsız maçların oynandığı, tribünlerde herkesin birbirine kin beslediği bir futbol sahası olarak görüyorlar.Daha doğrusu, bir gladyatör arenası olarak.

Ama elbette ki bu 'holiganizasyon', Saray'ına zorla Külliye dedirtme meraklısı, 'kudret'i tek elde toplama kararlısı yöneticinin eseri.

O cesaret verdikçe, çıktılar ortaya.

Dolayısıyla esas mesele, Atatürk'e eritilen itibarını iade etme kavgası değil.

O kavgadan hiçbir şey çıkmaz.

Birileri içeri atılır, sonra unutulur gider.

Kimsenin birbirinin fikrine saygısının olmadığı, herkesin tarihi kendi inadı ve buzlu camı üzerinden okuduğu bu memleketin varoluş nedeni kördöğüşüdür de, kimse anlamak istemez. Nefretle beslenmek manalı gelir onlara.

Ama bu arada, unutmayın, 16 Nisan sonrası, iktidarın tek bir kişiye, alık 'merkez muhalefet'in de eklenti katkısıyla teslim edildiği günlere girdik.

Kudret ve iktidar temerküzü adım adım netleşiyor.

Halkımız her zamanki gibi teferruat ve gündelik kavgalarla oyalanır iken, bakın neler oldu son 48 saatte.

Hülya Karabağlı'nın bugünkü haberinden, ayrı kalması gereken 'üç kuvvet'ten birinin, yani Yasama'nın, devreden iyice çıkarılmakta olduğunu öğreniyoruz:

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın parti üyeliğinden sonra Genel Başkanlık koltuğuna oturacağı 21 Mayıs kongresine kilitlenen AKP, çoğunluk sağlayamadığı Meclis’i çalıştırmadı. Genel Kurul, toplantı yeter sayısı olmadığı için erkenden kapanırken CHP ve HDP’den çok sert tepkiler geldi. CHP Grup Başkanvekili Levent Gök, CHP’nin Genel Kurul’da gösterdiği tepkinin ardından düzenlediği basın toplantısında, AKP'nin bu tutumunun bir darbe olduğunu söyledi ve "Akılları sıra Meclisin bypass edilmesini şimdiden alıştırmaya çalışıyorlar" dedi.

HDP Grup Başkanvekili Filiz Kerestecioğlu’da "Darbenin yapamadığı şeyi siz yapıyorsunuz burada" diye konuştu.

AKP’li vekillerin bulunmaması nedeniyle toplantı yeter sayısının sağlanamadığını ve bu nedenle genel kurulun kapatıldığını belirten Gök, "Bugün, bunun çok açık göstergesini gördük. Gündemimizde cezaevinde yaşanan sorunlar var. Engelliler Haftası'nı, engelli yurttaşlarımızla dayanışma duygusu içinde sürdürüyoruz. CHP’nin engelli yurttaşlarımızın sorunları ve çözümleriyle ilgili grup önerisi var. Milletvekillerimizin pek çoğunun söyleyeceği sözler var. Danıştay Başkanı'na söyleyeceklerimiz var. Yüksel Caddesi'nde KHK ile işten atılmış iki akademisyenin, açlık grevinde çok kötüye gittiği günlerde bunları söyleyecek ortamımız var. Bunlar duyulmasın, antidemokratik uygulamalar duyulmasın. İktidar partisinin dış politikadaki, ekonomideki yanlışlıkları duyulmasın.Her kesimin sorunlarını dile getirmek için burada bulunan CHP milletvekillerinin konuşmalarını engellemeye dönük, bugün iktidar partisi Meclisi kapatma yolunu seçti." dedi.

CHP’li vekillerin 15 Temmuz'da Meclise koşarak geldiğini ve bombaların altında konuştuğunu hatırlatan Gök, "Bugün AKP'nin kaçtığı ortamda Mecliste konuşamıyoruz. Darbe koşullarında konuştuk, darbenin olmadığı, darbe teşebbüsünün olmadığı bir günde, AKP'nin yaptığı bir darbeyle Meclis bugün kapatıldı.Bunu şiddetle kınıyoruz.AKP'nin bu tutumun bütün halkımıza şikayet ediyoruz.Korkaklar, kaçıyorlar.Saraydan aldıkları talimatlarla, zannediyorlar ki Meclisi halktan kaçıracaklar, akılları sıra Meclisin bypass edilmesini şimdiden alıştırmaya çalışıyorlar.AK Parti milletvekilleri, bugün, gündemi ve arkadaşlarımızın konuşma hakkını gasp ettiler" diye konuştu.

Gök'e ve Kerestecioğlu'ya 'Günaydın' demek gerek.

Herhalde aradan bir yıl filan daha geçtikten sonra 15 Temmuz'da adına 'darbe' denilen 'hadise'nin artçılarına bakıp 'hayallah, bu da yasamayı felç etmenin aracıymış' diyeceklerdir herhalde. Neyse, intikal geç olsun da güç olmasın.

Gene de haklılar bugünü yorumlamada.

Evet, AKP aynen interneti aç-kapa yaparkenki gibi, Meclis'i aç-kapa denemesiyle 'Yasama'yı nasıl işlevsizleştiririz'in kostüm provasını yapmakla meşgul.

İlerleme de olmuş. ArtıGerçek'ten öğreniyoruz ki, HDP’lilerin yanıtlanmaları istemiyle TBMM Başkanlığı’na sunduğu soru ve araştırma önergeleri, içeriğinde "kaba" ve "yaralayıcı" ifadeler olduğu gerekçesiyle iade edilmekteymiş. İade edilen önergelerin büyük çoğunluğu cezaevlerine ilişkin önergeler imiş, bu önergelerin iadesine gerekçe olarak ise "işkence" ve "tecrit" ifadelerinin kullanılması gösterilmekteymiş.

Yani neymiş? Meclis'te kürsü dokunulmazlığının kalkmasından sonra sonra sıra ifade, eleştiri ve hesap sorma özgürlüğünü budamaya da gelmiş.

Meclis'teki muhalefet tabii başta CHP, ama HDP de, taa 20 Temmuz'da OHAL'in toplumun başına bir çuval gibi geçirilmesindeki stratejiyi kavrasa ve ta o zamandan işkenceyi mesele etseydi, genel kurulun altını üstüne getirseydi belki bugünlere de gelinmeyecekti. Kim bilir?

Ama Meclis'e bugünlerde biçilen tek işlev, 'tenizlenmesine' karar verilen HDP'nin milletvekillerinin tek tek dokunulmazlıklarını kaldırıp, milletvekilliklerini düşürmek.Sırada Bedia Özgökçe Ertan ve Dirayet Taşdemir var.

Göreceksiniz, Suriye Kürt milislerine IŞİD'le mücadelede silah verilmesine öfkelenen AKP, MHP - ve hatta kısmen CHP - bunun intikamını buradan çıkarmayı deneyecekler. Benden uyarması.

Yasama elden gitti mi? Hemen hemen.

Yürütme?

Geçebiliriz.

Peki Yargı?

Ne dedi Danıştay Başkanı muhterem hanımefendi?

'"16 Nisan 2017 tarihinde halk oylamasına sunulan ve kabul edilen değişiklikle Anayasamızda var olan kuvvetler ayrılığı ilkesi daha da belirgin hale getirilmiştir... Olağanüstü halin ilanı ve bu süreçte kabul edilen KHK'ların amacı, devletin kurumlarını terör örgütü mensuplarından arındırmak ve demokrasiyi korumak olup kişilerin hak ve özgürlüklerine, amaç dışında herhangi bir sınırlama getirilmemiştir."

Yargı'nın ne hale geldiği yeterince sarih değil mi?

Şunu demiş oluyor Zerrin Güngör:

''Ahali, bizden hak hukuk kanun adına bir vicdani kıpırtı beklemeyin.Uğraşmayın, didinmeyin. Dağılın.''

Aynen bu, söylediği.Gözümüzün içine baka baka.

Daha doğrusu Beyefendi'ye baka baka.

Başka türlü konuşamazdı herhalde.

Meslektaşım Arzu Yıldız bugün hatırlatıyordu:

''Kızlarından biri Saray'da çalışıyor diğeri hakim olarak atandı. Damat da Saray'ın inşaatını yapan firmada!''

Yargı tükenmiştir.

1935 Almanya'sıdır bu.

Şüpheniz olmasın.

O dönemin atanmış 'hukukçu'ları da aynı dili kullanıyorlardı.

Herkese verilen mesaj da belliydi:

''Bize masum olduğunu ispat edene kadar herkes suçludur.''

Daha komisyon kuracaklar da, 140 küsur bin kişinin şikayetleri toplanacak da, dosyalanacak da, tek tek ele alınacak da...

Dalga geçiyorlar.

Geriye ne kaldı?

Ha, Dördüncü Kuvvet?

Onlar uçağa doluşup, kabindeki 'propaganda masası'na ilişip, kendilerine lutfedilip anlatılanları tek sesli koro gibi ''haber' yapmayı 'önemli adam' sırasına girmenin en makbul adımı olarak görüyorlar.

Şu son fotoğrafa bakın.

Aralarında kadın yok. 'Olsa ne olur' diyeceksiniz ama o da değil: O kadar pervasızca, umursamadan bu despotizm çarkına yapışmış durumdalar ki, geriye söylenecek laf kalmıyor.

Geri kalan kısmını da AB Bakanı Ömer Çelik özetliyordu bugün:

''Net bir şekilde söylüyorum, Türkiye tabii ki yabancı gazeteciler için güvenli bir ülkedir. Gazetecilik faaliyeti için Türkiye'de bulunmak isteyenler için Türkiye güvenli bir ülkedir.Basın hürriyeti çerçevesinde faaliyetlerini sürdürebilirler.Gerçek gezeteciler için tabi ki güvenli bir ülkedir.Gazetecilik şapkası altında gelip terör örgütüyle çalışanlar için gerekli tedbirler alınnaktadır. Terör faaliyetlerine, teröristlerin yaptıkları toplantılara katılanları gerçek gazetecilerin faaliyetleriyle karıştırmamak lazım."

'Kuvvetler ayrılığı' mı demiştiniz?

Atalarımız ne demişti unuttunuz mu?

'Birlikten kuvvet doğar!'

Öyle gavur icadı işlerle kafa meşgul etmeyin.

Reis'imiz boşuna 'tek rejim, tek adam, tek ses, tek nefes' diye gırtlak paralamıyor herhalde.

Mesele kapanmıştır.

Dağılabilirsiniz.

Ha, 'vakit öldürelim abi' diyorsanız, Atatürk kavgasını izlemeye devam edebilirsiniz.

Beni hiç ilgilendirmiyor.

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Yavuz Baydar Arşivi