'Bir Zarrab uğruna Ya Rab...'

Krizin tam ortasındayız ve not etmekte fayda var: Erdoğan'ın bu net kararlılığı devam ettikçe gelmesi beklenecek başka 'adli adımlar'la kriz daha da derinleşecektir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Beyaz Saray'da ABD Başkanı Trump'la görüşüyor. Görüşmenin en can alıcı bölümü ne Suriye, ne Irak ne de Gülen. Beyaz Saray çevrelerinden iyi haber alan bir kaynağın aktardığına göre Erdoğan, açık açık - ve bir kez daha - konuyu takas meselesine getiriyor; rahip Brunson'a karşılık Zarrab'ın iadesini teklif ediyor.

Trump konuya hazırlıklı. 

Anında cevap veriyor: 'İki NATO müttefiği arasında böyle bir işlem söz konusu olamaz.'

Bu konuşmanın ne kadar devam ettiğini, Türk tarafının ne kadar ısrarcı olduğunu (henüz) bilmiyoruz. Bilinen şey, Erdoğan'ın Beyaz Saray'dan öfke içinde ayrıldığı.

Ardından, Washington'da Türkiye temsilciliği önünde, Erdoğan'ın gözleri önünde malum tekme tokat gösterici dövme olayı yaşanıyor. Beyaz Saray'dan iyi haber alan kaynağa göre, 15'i koruma 19 kişinin 'nefretle artırılmış şiddet suçu işlemek'ten 15 yıla kadar hapis cezasıyla yargılanmasına yol açan hadisenin arka planında 'istediğini elde edememe' öfkesi de rol oynamış olabilir.

12 Ekim 2017. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Beştepe'de Valiler toplantısında gürlüyor:

'Lafa geldi mi koskoca Amerika'sın. Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanını terör örgütleri mensupları rahatsız ediyor ve bu ülkenin vatansever evlatları da orada onları engellemek isterken bizim evlatlarımızı tutukluyorsun, teröristleri birkaç gün geçince serbest bırakıyorsun, o evlatlarımız hala içeride. Adalet bu mu!'

Sadede gelip meselenin özüne giriyor:

'Benim bankamın genel müdür muavinini hiçbir şey olmadan tutuklayacak, vatandaşımı yargılayıp itirafçı olarak kullanmak isteyeceksin.'

Mayıs ayında yaşanan 'barışçıl gösterici pataklama' olayı ile iki gün önceki sert çıkış arasına giderek tırmanan bir kriz sıkıştı, sıkıştı ve sonunda, DEA görevlisi Metin Topuz'un tutuklanmasının hemen ardından vize işlemlerinin durdurulması ile tam manasıyla patlak verdi. Aslında, 'tırmandırma'nın ilk işaretleri ABD Adana Konsolosluğu görevlisi Hamza Uluçay'ın PKK ile iltisakı nedeniyle tutuklanmasıyla başgöstermişti. Topuz olayı, bardağı taşıran son damla oldu.

Krizin tam ortasındayız, ve not etmekte fayda var: Erdoğan'ın bu net kararlılığı devam ettikçe, gelmesi beklenecek başka 'adli adımlar'la kriz daha da derinleşecektir. 

Çünkü Uluçay ve Topuz'la birlikte sayıları 10'u aşan ABD bağlantılı mahpuslar, Erdoğan'ın zihninde şekillenmiş bir 'mütakebiliyet şeması'nı işaret etmektedir. Erdoğan ve yakın çevresi, Almanya olayında da yaşandığı gibi, dış politikada 'müzakere'den sadece sürekli el artırılan bir kumarı veya düpedüz bir bilek güreşini anlamaktadır. Son KHK'ye takas yetkisi üzerinden yansıyan zihniyet tam da budur. Dolayısıyla girilen bu yoldan geri dönüş, temenniler ve ürkek çağrılarla mümkün gözükmemektedir.

Dört yıl sonra artık şu anlaşılmış olmalıdır: Türkiye'nin Almanya merkezli AB, ve ABD ile gitgide tıkanan ilişkilerinde asli mesele, New York Federal Mahkemesi'nde yakında perdesi tam açılacak olan Zarrab davasıdır.

Ne Gülen, ne PYD/YPG, ne Esad, ne de DAEŞ.

Krizi bu son saydıklarım üzerinden okumaya çalışmak, konunun özünü anlamayı engellemek veya bilinçli olarak saptırmaktan başka bir şey değildir. İktidar uzun zamandır bunun böyle okunmasını istedi ve başarılı oldu, ama vize kriziyle artık geröek mesele saklanamaz hale gelmiştir.

Zarrab'ın ve ardından Halkbank yöneticisi Hakan Atilla'nın ABD'de derdest edilmesi ardından gerek Obama gerekse Trump döneminde başta Bozdağ olmak üzere AKP'li yetkililerin ve bizzat Erdoğan'ın ABD'deki temaslarında asıl zaman ve enerji Zarrab davasının buharlaştırılması, olmadı için boşaltılması üzerine rica ve tehdit arası ifadelere harcanıyor, bunlar büyük ölçüde Gülen'in iadesi taleplerinin kamuflajı altında yapılıyordu. Gülen'in vatandaşlıktan çıkarılmasına dair Resmi Gazete duyurusu gelene kadar, bu kamuflaj göz boyamaya yetti. Ama anlaşıldı ki, vatandaşlıktan çıkarılmış bir kişinin iadesi çok daha zor olacağına göre, Gülen talepleri öyle pek 'ciddi' değildir. Anlayan anladı, ama anlamayanlar hala anlamamış durumda.

Vize krizinde el yükseltme hali ardından şimdi resim netleşmeye başladı. Meselenin Zarrab olduğunu anlamayanlar, anlamak istemeyenler veya ince hesapların peşindeki faydacılar, Washington Post'ta David Ignatius'un haberiyle bir 'uyandırma saati' yaşamış olmalılar.

Şöyle yazıyordu Ignatius:

 "Olası bir ön bilgi, dönemin ABD Savcısı Preet Bharara’dan gelmişti. Türk savcıların Aralık 2013’te hazırladığı rapordan alıntı yapan Bharara’nın notunda, Türkiye’deki kanıtların "Zarrab ve diğerlerinin İran yararına yaptıkları işlemleri sürdürebilmek için hükümet yetkililerine ve üst düzey banka görevlilerine milyonlarca euro ve dolar ödeme yapılan bir rüşvet şemasını ortaya çıkardığı" söyleniyordu. Bharara, sonuçların FBI soruşturmasında elde edilen elektronik postalarla da desteklendiğini belirtiyordu.

"Erdoğan’ın Zarrab’ın salıverilmesine yönelik çalışması inanılmazdı. 21 Eylül 2016’da dönemin ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’la yaptığı özel görüşmede, Zarrab’ın salıverilmesinin yanı sıra Bharara’nın kovulmasını da talep etti. ABD yetkilileri, 90 dakikalık görüşmenin Zarrab’a adandığını söyledi. Erdoğan’ın eşi de aynı gece konuyu Biden’ın eşine açtı. Dönemin Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ise Ekim’de dönemin Başsavcısı Loretta Lynch’le görüşerek davanın kanıtlara dayanmadığını ve Zarrab’ın salıverilmesi gerektiğini söyledi.''

''Eski başkanlık yardımcılarına göre Erdoğan, Aralık ve Ocak’taki son iki telefon görüşmesinde konuyu kişisel olarak eski ABD Başkanı Obama’yla da konuştu. Obama döneminde görev yapan üst düzey yetkililerden biri, 'Operasyonumuzun tahmini, Erdoğan’ın bu davayla ilgili saplantısının, ilerlemesi halinde ortaya çıkan bilginin ailesi ve en nihayetinde kendisine zarar vermesi ihtimalinden kaynaklanıyordu' dedi.''

''Dava, Erdoğan için zehirli çünkü Pennsylvania’da yaşayan, düşmanı Fethullah Gülen’le kesişiyor. Erdoğan, Gülen’in destekçilerini 2013 yılında ortaya çıkan ve Türk medyasının aktarımına göre Erdoğan ailesiyle ilgili de iddialar barındıran kanıtların toplanması ve sızdırılmasından sorumlu tutuyor. Eski bir yetkiliye göre Erdoğan, bir yıl önce Biden’la bir araya geldiğinde, garip bir şekilde Bharara’yı da Gülenci olmakla suçladı.''

''...Savcılık makamını engellemek için girişilen çeşitli denemelere rağmen dava ilerledi ve eski bir Türk hükümet üyesi ve üç Türk vatandaşı da dahil edildi. Dönemin Adalet Bakanı Bozdağ, 11 Eylül’de genişletilen iddiaları yeni bir ‘darbe girişimi’ olarak eleştirdi.''

Erdoğan, Zarrab’ın serbest bırakılması konusunda Trump’ın kendisini destekleyeceğini ümit etmiş olabilir. Trump da ilk başlarda Türk lidere sempatik yaklaşıyordu, onu Mayıs ayında bir toplantı için Washington’a davet etmişti. Ancak bu gezi, Erdoğan’ın korumaları Türk Büyükelçiliği’nin dışında protestoculara saldırdığında kötüye gitti ve Trump’ın hareket alanı da daraldı.''

''Bazı ABD’li yetkililer, Erdoğan’ın Gülen’i desteklediği iddiasıyla papaz Andrew Brunson’un ve Gülen’le bağı bulunan savcılarla iletişim halinde olduğu iddiasıyla uzun süredir ABD Konsolosluğu’nda çalışan Metin Topuz’un tutuklanmalarıyla pazarlık konusunda elini sağlamlaştırmaya çalıştığından korkuyor. Erdoğan da geçen ay Brunson’ın Gülen’le takas edilmesini önermişti.''

Ignatius'un yazısında yeni, aydınlatıcı unsurlar var.

Erdoğan'ın 'el yükseltmesinin' hemen ardından gelen 'itirafçı olarak kullanmak isteyeceksin' sözleri herşeyi ifşa ediyor. Bunun bir sezgiye mi, hisse mi, duyuma mı, algıya mı, yoksa bir bilgiye mi dayalı olduğunu şu aşamada bilmiyoruz. Onu sonraya bırakalım. Ama 'itirafçı' ifadesinin, kendisini çok uzun zamandır huzursuz eden bir durumu teşhir ettiğini, çok şey anlattığını da not edelim.

Ortada - yalanlanmayan iddialara göre - yaklaşık 200 AKP'li 'üst kadro'yu da kapsayan muazzam, uluslararası 'organize iş' dosyası olduğu konusundaki algı her geçen gün biraz daha şekilleniyor.

Öte yandan, Türkiye'yi aynı öçüde muazzam bir dış politika açmazına sürükleyen bu dosyanın ortadan kalkmayacağı da kesin.

Aslında Erdoğan, - 'sağolsun' - çürük Türk medyasının da sayesinde, 17-25 Aralık dosyalarını 'evde' buharlaştırmayı, ardından Gülen Grubu ile bir bulamaç haline getirmeyi başarmıştı. Aslında her biri Erdoğan-Gülen kırılmasının çok daha öncesine, 2010'lardaki FBI kovuştumalarına kadar giden bu iki dosya, bir yanı Erdopan hizmetkarı, diğer yanı yolsuzluklara kendileri batmış medya patronlarının esiri olan medya tarafından bilinçli olarak görülmedi. Hatta bir ara Deniz Feneri ile ilgili - haklı olarak - ortalığı birbirine katan kimi medya grupları da bu konuda sessiz kalmayı tercih etti. 

'Muhalif' siyasete yakın duran veya solda kümelenmiş olan diğer medya kuruluşları da, Gülen Grubu'na olan köklü alerjilerinin, tepeden tırnağa haber olan bu iki dosyayı karanlığa gömmesine ne yazık ki izin verdiler. 

Halbuki, kimileri apaçık suça veya disiplin dışı davranışlara karıştığı anlaşılan Gülen Grubu mensubu kişilerin durumu başkaydı, FBI kökenli bu iki dosyanın 'somut birer veri' olarak bağımsız mahkemelerde görülmeyi hak eden bulanık mı bulanık içerikleri ayrı. 

Öte yandan, aralarında bazı 'demokrat'ların, sözde 'akil'lerin de olduğu  kimi köşe yazarlarının '17-25 Aralık darbedir' kampanyasına katılıp, aslen bilgilenmesi gereken kamuoyunu nasıl yanılttığını da özellikle unutmayalım. Eminim şimdi bu kesim Zarrab dosyasının ABD'den böyle pörtlemesine, yeni komplo merceğinden değilse bile, hayretler içinde bakıyordur.

Neyse, sonuçta olan bu dosyalara oldu. 

Muhtemelen bu 'medya felci' nedeniyle, pek çok kanıt da imha edildi.

Ama, görüldüğü gibi, ne suça dair durum ortadan tamamen kalkıyor, ne de gerçek iktidarı suiistimal edenlerin yakasını bırakıyor.

Zarrab dosyası korkunç bir hayalet gibi Türkiye'nin üzerne çökmüş durumda. 

Bu kadar basit.

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Yavuz Baydar Arşivi