Yavuz Baydar
Gemi batarken...
Beştepe'deki fotoğraf her şeyi tek kelimeyle anlatıyordu.
Çürüme.
Bundan önceki manzarayı yine cumhurbaşkanlığı binasındaki toplantıda anayasa kitapçığının fırlatılması ardından patlak veren krizde yaşamıştık.
Türkiye'nin harcı eksik karılmış, daha sonra bozulmuş sistemi, 90'lı yılların sonunda tilt olmuştu.
Sisteme abanan siyaset sınıfı, iş dünyası, askeri ve sivil bürokrasi, medya patronları ve bilumum avanta asalakları onu sürekli çöp üreten bir mekanizmaya çevirmiş, 2001 krizini patlatmışlardı.
Beştepe resminin içinde o dönemden bazı simaların sahte gülücüklerle başköşeye davet edilmesinin elbette bu dönemin ahvaline tercüman olan bir anlamı var.
Eski ve yeni siyaset sınıfları, eski ve yeni devletin bürokrasideki temsilcileri, inanılması güç bir akıl ve izan yoksunluğu sonucunda, bu çürük, bu yolsuzluklarla, avanta ile inkarla ve insan haklarını paspas etmekle kurulu düzenin devamında mutabakat sağladılar. Tabii bu mutabakata eklenen en önemli şey, din ve milliyetçilik dozunun daha da artırılması oldu.
Son fotoğraf işte böyle bir çürümenin toplu fotoğrafıdır.
Bir yanda çakıl taşı saçmalıklarıyla ülkeyi tarumar edip çeteleri toplumun başına saran, adı yolsuzluk iddialarına karışmış bir eski başbakanın pozları.
Daha fenası, siyasi egemenin önünde iki büklüm olan AYM başkanıyla, siyasi egemenle çektirdiği fotoğrafı yayınlayan Başsavcı'nın 'yargı sizlere ömür, ruhuna el fatiha' dedirten pozları.
Kendi çürümüşlüğünü utanmadan teşhir edip kendini kutsayan bir rezil topluluk.
Sahteliklerle, kuşkuyla, korkuyla, güvensizlikle dolu bir maskeli balo.
Kanlı darbe girişiminin bastırılması, aşırı iyimserler için sistemin kurtarılması ve 'reset' edilerek yeniden reform sürecine girilmesi için bir fırsattı. İyimserler ve safdiller haklı çıkmayı istediler ve umdular belki, ama devleti sarmış aktörleri ve ucu OHAL üzerinden faşizme açılan kurguyu baştan aşağı yanlış okudukları için fena halde yanıldılar.
Aynı şekilde, gelişmeleri ideolojik şablonlar ve siyasi beklentiler merceğine bağımlı kalarak hüsnü kuruntu üzerinden yorumlayanlar da yanıldı. Türkiye sosyolojisinin irrasyonal genetiği onları bir kez daha yanılttı ve hala kabul etmek istemedikleri bir yenilgiye sürükledi.
Bu çöplüğün ve sistem istimlakından geriye kalan enkaz yığınının etrafında şimdi hayaletler, çakallar ve budalalar dans etmektedir.
Dalkavuklar, soytarılar, aklı evveller, fırsatçılar, hayalperestler, uyurgezerler, bilir bilmezler ve körebe oyuncularının da sahnede yer aldığı bu tımarhane oyununda bir mutlu son yok. Olmayacak.
Eksik kurulmuş sistem, sonunda geldi dayandı, ve kendisini kurnazca lağvederek kötülük ekseninde dönecek bir türeve dönüştürmeye kararlı, gözükara sahibini buldu. Yetmiyormuş gibi, körü körüne inanmış ve korkudan inanmaya ikna olmuş bir sözde elit kesim, bu yıkım hareketinin etrafına kümelendi.
Aynen 1930'lar Almanya'sında olduğu gibi.
Rezil oldukları halde medyada hala yazan çizenlerin kayıkçı kavgalarıyla gün doldurmalar, ormanın içinde bırakın ağaçları dallarla uğraşmalar, atlet itişmeleri, kimlik saplantılarıyla beslenen zulüm, acımasızlığı alkışlayan bir kollektif şizofreni, çaresizlik.
Hızla su alarak batan bir gemide itişip kakışan şuursuz bir topluluk.
Manzara budur.
Bir müddet yazılarıma ara veriyorum.