Eser Karakaş
Bu işte bir tuhaflık yok mu?
"Mersin Limanı'na gelen Liberya bayraklı kuru yük gemisinde piyasa değeri 24 milyon 537 bin TL olan 102 pakette toplam 122 kilo 685 gram kokain ele geçirildi. Uyuşturucuların muz yüklü konteynerlere saklandığı belirlendi.
Mersin Gümrük Muhafaza Kaçakçılık ve İstihbarat Müdürlüğü ekiplerince konteynerde bulunan muz yükü boşaltıldı. Yapılan incelemeler sonucunda konteynerin tavanına gizlenmiş 122 kilo 685 gram kokain bulundu. Emniyet güçlerinin kokaine el koyarak şüphelileri gözaltına aldı. Olayla ilgili savcılık tarafından soruşturma başlatıldı."
Yukarıdaki alıntıyı 7 Ağustos 2017 tarihli T24 internet gazetesinden yapıyorum.
İlk okuduğunuzda karşınızda bir başarı hikayesi varmış gibi duruyor.
Mersin Gümrük Muhafaza Kaçakçılık ve İstihbarat Müdürlüğü ekipleri bir gemide piyasa değeri 24,5 milyon TL olan yaklaşık 123 kilo kokain ele geçirmişler.
Dünyanın neresinde olursa olsun bu önemli bir haberdir ve polis için de büyük bir başarıdır.
Operasyona emeği geçenleri kutlamak lazım.
Ancak, öte yandan da, uyuşturucu konularına duyarlı, bu konuları takip eden bir okur iseniz, bu işlerde bir tuhaflık da gözünüze kaçınılmaz olarak çarpıyor.
Yukarıdaki 123 kiloluk kokain meselesine savcılık el koymuş, soruşturma açmış, normali de bu.
Ancak, bu meselenin, bu mesele derken bu son 123 kilo kokaini kastetmiyorum, önceleri de var.
Yakalanan uyuşturucu basında haber oluyor ama ne basın ne de başkaları bu konunun bir fikr-i takibini asla yapmıyor.
İçinde kokain ya da eroin olan TIR’lar yakalanıyor ama biz sade vatandaşlar bu uyuşturucunun nereden geldiğini, nereye gittiğini, bu araçların kime ait olduğunu asla basından öğrenemiyoruz.
Deniz Seki hikayesi malum, söz konusu olan uyuşturucu herhalde 123 kilo kokainin yanında solda sıfırdı ama basın bu meselenin tüm detaylarını öğrendi.
Ama, işin içinde güzel ve güzel sesli bir şarkıcı yoksa, fikr-i takip fena halde tavsıyor.
Bu son olaydan, 123 kilo kokain meselesi, kalkalım ve biraz düşünelim.
Bu geminin sahibi kim?
Muz yüklü konteynerlerin sahibi kim?
Bu muzlar (!) hangi limandan yüklenmiş?
Bu malın herhalde bir konşimentosu var.
Bu konşimentoda neler yazıyor?
Mersin polisi muzlara el koymasa idi, bu muz konteynerleri kime teslim edilecek idi?
Daha önceki olaylarda da bu isimleri neden hiç öğrenemedik?
Savcılık bu konuda bir soruşturma açtı ise, bir müddet bu soruşturmanın bir gizlilik içinde yürütülmesi her açıdan anlaşılabilir bir konu.
Ama, muhtemelen mesele yargıya intikal ettiği anda bu gizliliğin de artık bir anlamı kalmıyor.
Basınımız bu aşamada neden fikr-i takip yapmıyor?
Bilgisayarımda bir folder’ım var, basında çıkan her uyuşturucu haberini bu folder’a atıyorum ve biraz da saf bir beklenti ile bu haberlerin hiç gelmeyen arkasını merak ediyorum.
Bu uyuşturucu haberleri bilgisayar folder’ına mı yoksa dipsiz kuyuya mı atılıyor, hiç belli değil.
Türkiye’yi iyi anlamak için uyuşturucu ticareti meselesini iyi araştırmak lazım.
Türkiye’ye uyuşturucu, daha açık söyleyeyim, eroin, İran ile aramızdaki bir sınır kapımızdan girdi.
Bir sınır kapısını onlarca sene kontrol altına alamamak nasıl bir şeydir?
Bu kapılarda son otuz senede görev yapan memurların ve birinci derece yakınlarının banka hesapları hiç araştırıldı mı?
Yüksekova meselesi neden konuşulmuyor?
Güneydoğu’da uyuşturucu meselesi kenevir meselesi midir sadece?
Güneydoğu’da baskınlarda, çatışmalarda nedense her şey ele geçti, Marx’ın kitapları örgüt dokümanı diye sergilendi ama ne kadar uyuşturucu ele geçti bu konuda bilgimiz nedense yok.
Yargıtay’a sahte faks çekilerek bir uyuşturucu baronu tahliye edilebilir mi normal bir ülkede?
Bu Yargıtay ve faks meselesinin sorumluları ne oldu?
Adli emanete alınan uyuşturucunun akıbeti ne oluyor, çok net biliniyor mu?
Bu soru listesini çok uzatmak mümkün ama ne faydası var, bilemiyorum.
Şunu da yazmadan geçemeyeceğim; Türkiye’de uyuşturucu meselesi sadece uyuşturucu konusu değildir.
Uyuşturucu ile mücadele de okul önlerindeki torbacıları yakalayarak yapılmaz.