'Bu ülkeyi ateşe atacaklar...'

Sosyalist Enternasyonal'de yaptığı konuşma yüzünden işinden ihraç edilen tiyatrocu Levent Üzümcü ile konuştuk...

Seran VRESKALA


ARTI GERÇEK – 1996 yılından beri İstanbul Şehir Tiyatroları oyuncusu olan Üzümcü, Gezi sürecindeki duruşu ve Sosyalist Enternasyonal'de yaptığı anti-emperyalist / anti-kapitalist konuşması sebebiyle İstanbul Büyükşehir Belediye Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk edilerek 2015'te görevinden ihraç edilmişti. Bu nedenle emeklilik ve yeşil pasaport haklarını tamamen kaybetti. Üstelik ihraç edilmesinden hemen önce ‘Bir Yaz Gecesi Rüyası’ oyunundaki performansıyla Sadri Alışık Tiyatro Ödüllerinde ‘Yılın En Başarılı Erkek Oyuncusu’ seçilmişti. İhraç edildiği günden beri ambargoya tabi yaşıyor. Çocuklarını yaşadığı bu kaostan uzak tutmaya çalışıyor, onların nefret çukuruna düşmelerini istemiyor. İnsandan önce insanlığı sevmek lazım diyor. Bu aralar Bakur belgeselini izliyor.

Aslında televizyonda göründüğünden daha yakışıklı. Yunan asıllı. Mübadele zamanı buraya gelmişler. Üzümcü ismi de oradan geliyor; ‘stafil’ üzüm, stafilakis ‘üzümcü’ demekmiş. Tatlıcı bir aile… Eskiden şeker olmadığı için üzüm pekmezi kullanılmasından dolayı onlara üzümcü denmiş. Seyircilerle paylaştığı en önemli hissin ayrılık olduğunu söylüyor. ‘Anlatılan Senin Hikayendir’ isimli oyununu 250 kere sahnelemiş. Buluştuğumuzda biraz sanattan, biraz hayattan konuşalım dedik ama konu döndü dolaştı hep siyasete geldi.

Fazla nazik geliyorsunuz bana.

Alışık olmadığınız içindir. Toplumun yapısı nezaketi kaldıramayacak hale geldi, bu yüzden size de fazla geliyor olabilir.

Toplumda bir cinnet hali var. Toplumdaki bu şiddete yatkınlık korkunç boyutlara ulaşmış durumda.

Bunlar bir rahatsızlık ve bu rahatsızlıkların cezası kalmadı. Gürültü yapıyorlar diye, manyağın teki balkonundan parkta oynayan çocuklara ateş açtı ve birini sırtından vurdu. Adamı serbest bıraktılar işte.

Üzerinizdeki ambargo devam ediyor mu?

Atıldığımdan beri devam eden bir ambargo var. Zaten atılmak bile bir ambargo... Aslında ilk kez Gezi’den sonra Harem dizisini kaldırdıklarında başlamıştı. Ben İzmirliyim ama 9 Eylül Üniversitesi’ne bağlı olan Atatürk Kültür Merkezi’nde oynamama izin vermiyorlar. Sabancı Kültür Merkezi’nde oynamama izin vermiyorlar. Çünkü bunlar üniversiteye bağlı. Üniversitenin rektörü izin vermiyor.

Rektörlerde de büyük değişiklikler oldu. Artık profesör olmak için diplomaya da ihtiyaç yok.

Bu sadece rektörlükte değil ki, ülke genelinde, tüm departmanlarda geçerli. İşi bilmeyen insanlar, uzman ve yetkili olmayan insanları önemli pozisyonlara getiriyorlar. Bu yüzden tren kazaları oluyor bu ülkede.  

Size karşı bireysel bir öfke var mı?

Genele yayılmış bir öfke var ama ben hala sokakta yürüyorum. Hiçbir derdim, korkum yok benim.

Tehdit alıyor musunuz?

Alıyorum ama insanca yaşamaya devam ediyorum. Bu tehditler yüzünden hiçbir kısıtlama getirmedim hayatıma.

Bu kadar ambargoya rağmen hayatınızı nasıl idame ettiriyorsunuz?

Tiyatro yapıyorum. Beni kabul eden sahnelerde, bana sahnesini veren mekanlarda oynamaya devam ediyorum.  

Ama susmuyorsunuz da. En son Cumartesi Anneleri için yine meydanlardaydınız.

Ne olacak? Ne olabilir? Yetmez ki insana yaşamak. En fazla ölürüm. Her ölüm erkendir, 90’ında gelse Azrail, yarın gel dersin. Ne kalacak senden geriye, o önemli

Ülkeden gitmeyi düşünüyor musunuz?

İnsanın çocukluğu cebinde sakladığı bir şeydir. Anavatanıdır. Doğan Hoca’nın dediği gibi; insanın anavatanı çocukluğudur. Nereye gidersen git, burayı özlersin bir şekilde. Çünkü insan yaşadığı yere benzer. Nereye gidersem gideyim, bir sokağı özlerim. Kokusunu özlerim. Rüzgarını özlerim. İnsanımı özlerim. Buradan öyle ya da böyle bir nedenle giden insanların durumu o kadar zor ki! Hadi gittin ama ne olacak şimdi? Hiç mi özlemeyeceksin?

Ülkede o kadar akıl almaz olaylar oluyor ki, kurguda tiyatroyu, sinemayı geçtiğini düşünüyorum. Bunlar yüzünden bayağı bir uyuştuk; özellikle son 2-3 yılda Sur gibi, Cizre’deki bodrum kat baskını gibi, Ankara-Suruç bombalamaları gibi, 15 Temmuz gibi bir sürü akla hayale sığmayacak trajediler yaşandı ve biz artık tepki veremez hale geldik. Duygularımız mı bitti, ne oldu? En son dolar 7 küsuru gördü ama hala nefes almaya devam ediyoruz.

Sağlam bir yumruk yediğimiz için abandone olduk bence. Psikolojiye göre insanların mod düğmeleri varmış. Durumlara karşı gösterilen tepki düğmeleri bunlar… Normalde, mesela Avrupa’da yaşayan insanlar genelde rahat modda yaşıyor, ancak acil durumlarda acil moduna geçiyor ama bizler sürekli bir acil durum modunda yaşıyoruz. Bitmek tükenmek bilmeyen bir maceranın içindeyiz. Nefes alamıyoruz, zaten aldığımız nefes de sağlıklı değil. İşte o acil durum modu, akıl sağlığımızı korumak için bizi uyuşturuyor aynı zamanda. Burası dünyanın merkezinde, 3 eski kıtanın tam göbeğinde olan bir yer. Bunun psikolojik bir takım karşılıkları vardır. Bakın, ne Ortadoğu ne Batı Asya ne de Avrupa, 80 milyonluk bir ülkenin istikrarsızlaşmasını istemez. Avrupa’nın 2’nci büyük nüfusuyuz biz. Avrupa, özellikle Almanya, büyük bir sosyolojik depremle çalkalanmış, 20 milyonu hemen mobilize olabilecek Türklerin oralara kaymasını istemez. Asıl sorun Suriyeliler değil yani onlar için. Bir adam 80 milyonluk Anadolu coğrafyasını tek eliyle kavradı, havaya kaldırdı, Avrupa’ya ‘beni batırırsanız, bu gücümle size vururum’ mesajı verdi. Bundan daha büyük bir tehdit olamaz ve bilin ki bunu yapar. Bu ülkenin istikrarsızlaşmasıyla halkın istikrarsızlaşmasını bir tehdit olarak kullanıyor. Kendilerinin yapmış olduğu betona para yatırma, hiçbir şey üretmeme gibi korkunç ve yanlış yatırımları Batı’nın bir yanlışıymış gibi gösteriyor. Kendi yaratmış oldukları krizi, Batı’nın bize savaş açması olarak gösteriyor. Hiçbir şey üretmeyen bir ülke ne yapacak, batacak tabii!

"MADEM 16 YILDIR BİR DÜNYA LİDERİ TARAFINDAN YÖNETİLİYORUZ, BEN NEDEN 16 YILDIR KÖMÜRE, MAKARNAYA HALA MUHTACIM?"

Zaten doların bu kadar yükselmesi ekonomik olarak dışarı bağımlı olduğumuzun bir kanıtıdır.   

Aynen öyle. Bizim bir şey üretmediğimizin en büyük kanıtıdır. Yani sen TV’lere çıkıp ‘şu telefonu al’ diyorsun ama telefonun bütün aksamı yabancı… Onu da alsan yine onlar para kazanıyor! Ve hemen % 20 zam yaptılar telefonlara.

Iphone’ları kırıyorlar.

Evet, parayla satın alıp kırıyorlar telefonu. Büyük bir ruh hastalığı bu. Kolaları satın alıp tuvalete döküyorlar. Doları yakıyorlar. Adama yeni dolar basması için alan yaratıyorlar.

Sizce ne yaptıklarının farkındalar mı?

Son derece farkındalar. Bizler çok saf insanlarız ama bir yerde demez misin sen ‘ne oluyor’ diye.

Bizde körü körüne inanma geleneği var; kitap, din, güç, lider sorgulanmaz.

Çok güçlü bir sistemin içinde yer aldığınızı ve bir dünya devi olduğunuzu düşünseniz, size bu inandırılmış olsa, en azından şu basit soruyu sormaz mısınız; madem 16 yıldır bir dünya lideri tarafından yönetiliyoruz, ben neden 16 yıldır kömüre, makarnaya hala muhtacım?

İnanıyorlar bence. Allah’ın yeryüzündeki gölgesi diyor biri, diğeri kadın olup haremine girerim diyor. Mesela size çok sevdiğin birinin neyi olmak istersin diye sorulsa, şeyinin kılı der misiniz? Aklınıza gelir mi böyle bir şey?

Gelmez tabii ama bu iş böyle bir şey. Örneğin siz bir akım yaratsanız, Vreskala Basın okulu diye bir okul kursanız ve gazetecilik eğitimi verseniz, mezunlarınızdan biri gelse sizin için ‘onun şusu olmak istiyorum’ dese, demez misiniz ‘ben nerede hata yaptım’ diye. ‘Ne yapıyorsunuz yahu’ demiyor ki!

Peki, sizce toplum çok sessiz değil mi?

Toplumun bu sessizliği, hani o azledilen başbakan var ya, Davutoğlu; onun döneminde oldu. Onun döneminde sokaklarda yürüyüş yapan insanları polisin legal mermilerle öldürme hakkını tanıdılar.

İç güvenlik yasasından mı bahsediyorsunuz?

Evet. Bu yasa çıkmakla kalmadı, bayağı hesap vermeyeceklerini de polisten hesap soramayacaklarını da söylediler. 

Eğer terör şüphesiyle birini vurursan ceza almayacağın yasa da çıktı.

O yüzden sivil halkı da silahlandırdılar.

15 Temmuz sonrası envanterden kayıp 106 bin küsur silah var.

Evet. Bunların hepsi gözümüzün önünde oldu. Bunların hepsi bir amaca yönelik yapıldı. 

Tarihe baktığınızda sistemin hep aynı işlediğini görüyorsunuz. Nazilerin paramiliter güçleri kahverengi gömlekliler gibi…

Bekçiler kahverengi gömlekli. Sistem işlemeye devam ediyor. Bu ülkeyi ateşe atacaklar. Bunu adım gibi biliyorum. Bu halkın ayılabilme ihtimali yok. Doğru düzgün bir medya da yok! Mesela çıkıp ‘eskiden medya devlet düşmanıydı’ falan diyor, şimdi basınla çok iyi anlaşıyor. İstediğini haber yaptırıyor, ona yakın bütün gazeteler aynı başlığı atıyor. Gönlü olsun diye. Nazlı Ilıcak’a bakın, yetmez ama evetçilerin başındaydı ama şimdi hapiste. Bunu çıkaran adam Baskın Oran hala açıklamalar peşinde koşuyor. İnsan utanır ya! DSİP diye İngiltere’deki işçi partisinin özentisi olarak kurulan parti var ya, onlar da kendi kuyularını kazıyorlar. Onları kesecek olan bıçağı yalıyorlar. Anlatamadık bir türlü onlara. Bu ülkenin başına gelmiş en büyük belalardan biridir DSİP. Bize ulusalcı mı demediler, neler demediler. Etmedik laf bırakmadılar.

Lümpen solcu da dediler sizin için.

Neler dediler. Ciddiye almıyorum hiçbirini.

Hakkınızda araştırma yaptığımda birbirinden çok farklı yorumlara denk geldim. Sizi ya çok seviyorlar ya nefret ediyorlar.

Siz eğer fikrinizin ardında durur ve duruşunuzu değiştirmezseniz, eğer o sağlam bir duruşsa, zaman size karşı olan bütün çapakları alan bir unsur oluyor. Siz zamanın içinde duruyorsunuz, etrafınızdaki herşey değişiyor ama siz durmaya devam ediyorsunuz. Bu bir ısrar değil, bu sadece inandığınız görüşün doğruluğuyla ilgili bir örnek… Sosyalist Enternasyonal’de Amerikan emperyalizmine, askeri darbelere ve diktatörlüğe karşı konuştuğum için beni attılar. 15 Temmuz’da beni darbeci, dolar krizinde Amerikancı ilan ettiler; bunu yapan insanlar o konuşma nedeniyle beni işimden attılar. Evrende başka bir yaşam var mı bilmiyorum ama sizin kadar aşağılığı yoktur dedim onlara. Turnusol kâğıdı gibi, ben orada durmuşum, bütün bu açıklamaları yapmışım, neyi neden nasıl ve niçin dediğimi de söylemişim ama fark etmemiş ama bak kendileri şimdi Amerika düşmanı. Bu insanlar 6’ıncı filo geldiğinde, onları kendilerine kıble yapmış insanlar… Bu lafın gelişi değil, o filoyu kıble yapıp namaz kıldı bunlar. Amerikan askerlerini boğaza atan çocukları astı bu insanlar. Bu zihniyet kadar korkunç bir zihniyet gelmemiştir, gelemez. Ötesi yok!

Dünya biraz bu hale geldi; Trump’ın konuşmalarına bakın, sanki adam liseden ileriye gidememiş gibi… Bir söylediği diğer söylediğini tutmuyor.

Eğer Amerikan adaleti Trump’ı görevinden almazsa, bir seçim daha kazanacak, hem de aldığı oydan daha fazla oyla kazanacak. Bunun örneğini burada yaşadık zaten.  

Bundan yola çıkarsak bizdeki seçim sonucuna şaşırmadınız mı?

Hiç şaşırmadım. Kaybedeceği seçime girer mi hiç?

Demokrasi tehlikeli bir sistem mi acaba bu anlamda?

Evet, demokrasi kendini korumaktan en aciz sistemdir. Biz demokrasi adı altında yaşıyoruz burada ama Fransa’daki demokrasiyle buradaki demokrasinin aynı olmamasının sebebi oradaki insanların 50 yıllık bir zaman dilimi arasına sıkışmış olmasıdır. Orada ‘ne kadar eski kafalı’ diyeceğin insanlar en fazla 50 yıl öncesinin kafasını yaşıyordur. Öyle bir toplumda yaşıyoruz ki, aynı adamla aynı sandığa oy atıyoruz, aynı yemeği yiyoruz, aynı dili konuşuyoruz, aynı yollarda yürüyoruz, aynı bakkallara gidiyoruz ama bakıyorsun aramızda en az 1600 yıl var. Şimdi demokrasi nerede? Bir tane adam var, sürekli yalan söylüyor, ne dese inanıyorlar. Birkaç yıl evvel Cumartesi Anneleri için ağlıyorlardı; Berfo Ana diye konuşma yaptı ama aradan zaman geçti şimdi aynı kişi ‘bunlar terörist’ diyor. Aynı adam. Bunu söylediğin zaman da çıkıp ‘o zamanki annelerle şimdiki anneler bir değil’ diyor. 90’la 2000 yılları arasında çocuklarını kaybetmiş anneler bunlar, ne değişti? Ee ağladınız hep beraber çocukları için. Devlet kolluk kuvvetleriyle kendi korumasına aldığı insanı yok eder mi? Ettiler. Zamanında Mehmet Ağarlar, Yeşiller, şunlar bunlar, bu çocukları yok ettiler. Adamın bütün olayı oy yahu! Başka hiçbir şey değil. Bugün MHP’ye yanaşır, yarın başka bir partiye… Tankın üzerinde bir eliyle Rabia öbür eliyle kurt işareti yapmış askerler var bu ülkede. Ordunun içinde ne zaman böyle bir şey gördünüz bugüne kadar? Bir önceki söylediğiyle sonraki söylediği birbirini tutmuyor.

Bir zamanlar FETÖ diyenleri içeriye atıyorlardı, şimdi kendileri FETÖ diyor.

Evet. Bundan 6-7 yıl evvel ‘FETÖ’cüler geldi, köyümüzü bastı’ diye bir şey yazdım, ‘vayy sen din düşmanısın’ dediler. Aynı adamlar. Bu adamlar çıkıp FETÖ’cüleri işlerinden atıp, ülkeden kaçırdılar. Arkadaş, burada hiçbir dahilimiz yok! Kendi paylaşımları içerisinde ekonomik bir savaş yaşadılar; bence Amerika’nın, CIA’nin birebir içinde olduğu darbe de buna dahil olmak üzere birtakım şeyler yaşandı. Ordunun ihraç edilen Kemalist subayları tekrar göreve atandı ama olan halka oldu. Öncesinde öyle bir kırdılar ki deniz kuvvetlerini yok ettiler. Ben mi yaptım bunları? Ben miyim bunların sorumlusu, arkadaş? Ben mi orduyu dağıttım, ben mi doları çıkardım, ben mi darbe yaptım, ben mi ekonominin içine ettim? 16 yıldır kendi yaptığı hataları bize tebliğ etti. Şarbonlu et çıktı, yine FETÖ’cüler yaptı diyecek. Brezilya’dan, Arjantin’den o eti almasına ben mi izin verdim? Ya Ergenekon’a ne demeli? Aynı şey değil mi? Öcüyü yaratıyorlar, iç dünyada coşturuyorlar, öcüyü suçluyorlar sonunda. O davaların savcısıydı, ne oldu o savcı, şimdi nerede?

"ULAN ŞU 4 MİLYAR YILLIK DÜNYADA BU ZAMAN DİLİMİNE Mİ DENK GELDİK’ DİYORLAR YA, O HESAP"

Leman Dergisi Yayın Yönetmeni Tuncay Akgün vasat bir iktidar olduğu için bunun halka da yansıdığını ve yaptıkları esprilerin sadece belirli bir kitle tarafından anlaşılabildiğini söyledi. Tiyatroda da böyle bir durum var mı sizce?

Hiç alakası yok bence. Yaratılan kültür bir şekilde devam ediyor; oyunlarımda görüyorum, yaptığım espriyi herkes anlıyor. Çok da akıl gerektiren espriler değil gerçi ama seyirciyi genellemek çok da doğru gelmiyor bana. Ama eskiden hiciv vardı, şimdi hiciv yok. Harem dizisi son hicivdir mesela. Tamam, bir grup var ki korkunç derecede dezenformasyona maruz kalıyor ama onlar zaten tiyatro müdavimi değil. Onlar yığın halinde yaşıyor zaten. Okumuşlara, daha iyi para kazananlara korkunç bir öfke duyuyorlar. Aslında duydukları öfke hayranı oldukları çarkın bir dişlisi olan kapitalizme karşı aslında. Kendilerine bu eşit hakkı tanımadığı, onları belli bir sınıfa hapsettiği için kapitalist sisteme nefret duyuyorlar ama farkında değiller.

Peki, tiyatronun şimdiki durumunu nasıl görüyorsunuz?

Tiyatroya bir şey olmaz! Dünyada son insan kalana kadar tiyatro devam eder. İster istemez insan projeksiyonu alıp kendine çevirerek bakıyor, kendi yaşam zamanından alarak bakıyor. Bu dönem de benim hayatıma denk geldi. Hani ‘ulan şu 4 milyar yıllık dünyada bu zaman dilimine mi denk geldik’ diyorlar ya, o hesap. Çok daha acılarını yaşadı bu toplum. 60’ları, 70’leri, 80’leri, 90’ları gördü bu toplum. Darbelerin astığı insanlar, hayatları hapiste çürüyen masumlar, faili meçhuller gördü bu toplum.

Darbelerin hayatlarını mahvettiği insan sayısının hala sayılabilir olduğunu düşünüyorum. Şimdiye bakarsanız, sadece hapiste olan öğrenci sayısı 70 binin üzerinde…

Devletin faşizminin dönemsel bir karşılaştırmasını yapıyoruz, bu bizim için en acı ve en utanç verici şey aslına bakarsan. 70’lerdeki faşizm nasıldı, 80’lerdeki nasıldı, bu dönem daha mı iyiydi, daha mı kötüydü… Çok acı!

Türkiye’de bu sisteme karşı çıkabilecek bir muhalefet var mı sizce?

Ben varım. Partilerden hiçbir beklentim yok. Ne HDP’den ne CHP’den… Gerçi onların içinde sosyalist adaylar var ve onlar Türkiye için bir umuttur ama bizim ülkedeki siyasetin çok kirli olduğunu düşünüyorum.

Temiz siyaset var mıdır?

Bizimki çok kirli geliyor bana. Acaba biz böyle olduğumuz için mi böyle bilmiyorum. Siyaset temiz yapılabilir bence. Dürüst olmadığını düşündüğünüz insanların gerçekten dürüst olma şansları hiç mi yok? Biz külliyen HDP’yi red mi ediyoruz? Neden içeride peki Selahattin Demirtaş?

Terör operasyonu kapsamında tutuklandı.

Var mı ellerinde bununla ilgili somut bir kanıt? Hukuku öldürdüler. Seçimlerle hukuk yaptığımızı zannediyoruz. Sahte delillerle, yalan ifadelerle hukuk yapılıyor bu ülkede.

Sizin yargılandığınız davada da ‘benim söylemediğim şeyler vardı ifadenin içinde’ dediniz.

Evet. Benim söylemediğim şeyleri yazmışlar, ben bunları söylemedim dedim, dava dilekçesindeki gerekçeli kararı aynen alıp kopyalayıp bana verdiler.

İspatlayabilirsiniz söylemediğinizi.

Fark etmez ki, sen neyi ispatlarsan ispatla, ‘bu savcılar yalan söylediler’ de, ne olacak? Danıştay’a gittim. Ama Danıştay’ın başındaki kadını görüyorsunuz. AKP’li. Orada kim AKP’li değil ki? Nasıl tarafsız olacak bu dava? Ne karar verecek bu kadın benimle ilgili? Danıştay Başkanı olarak bir cumhurbaşkanı adayıyla ilgili açıklama yapıyor mesela. Nasıl yapabilirsin? Çıkmış bütün bu sistemi, yargıyı mahvetmiş insanları övüyor; yaşadığın ülkeyi kuran adam olmasaydı, yani Osmanlı devam etseydi sen Danıştay Başkanı olabilecek miydin? Korkunç bir şey yahu bu! Bu adalet sistemi suçu olmayan insanları işlerinden ediyor, içeri tıkıyor ve ispatlanabilmiş suçu yok!

Bank Asya’da 200 lirası var diye engelli bir öğretmeni ihraç ettiler.  

Ama Bank Asya’nın bir önceki müdürünü Halk Bankası’nın başına koydular. Şimdi ise SPK Başkanı. Daha ne diyeyim?

Umutlu musunuz iyi bir gelecek olacağına dair. 

Bu tip durumlarda biz hep kalabalıkların gücüne bakıyoruz. Kalabalıkların gücü kaba bir güçtür. Biz hiçbir gün bir adamın gelip, toplumun kaderini pozitif yönde değiştirir olarak bakmıyoruz. Sadece bir kişinin aklı yeter bazen toplumları değiştirmeye. 1923’ün daha mı gerisinde Türk halkı?  

Önceki ve Sonraki Yazılar
Seran Vreskala Arşivi