Güldem Atabay
Bugün yediğin hurmalar gün gelir mutlaka tırmalar
Cumhurbaşkanlığı sistemi mimarisi içinde Türkiye’de ekonomiyi yönetmekle sorumlu olanlar uygulayıcı olmaktan öteye geçemiyorlar. Hal böyle olunca Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın arzularını gerçekleştirmekle yükümlü memurlar olarak Siyasal İslam sosuna batırılan ekonomik düzen hayalleri ile gerçeklerin çatışması içinde sıkışıyoruz.
2018’den bu yana bozulan ekonominin ana aşınma ekseni saplantılı derecede ideolojik bir para politikasının güncele zorlayarak sokulma çabası. Cumhurbaşkanı’nın özeti ile uygulanan "Ekonomik tuzaklara karşı kendi geliştirdiği yeni program."
Faizsiz bir İslami ekonomik düzen peşinde, faizi düşürmek, "etkisizleştirmek" için yola çıkan uygulayıcılar yüzde eksi 60’a varan reel faiz seviyesi ile ekonomide nasıl bir sürekli deprem ortamı yarattıklarının farkında dahi değiller. Rüyalar âleminden bugün karşımızda duran gerçeklere bakınca varmakta olduğumuz yer bir döviz yokluğu krizi, kredilerde ani bir fren ve daha da yükselecek enflasyon.
2018’den bu yana Erdoğan’ın direktifleriyle uygulanan deney, zaman zaman aklın ve ekonominin gereklerinin devreye girmesi ile Türkiye’yi bir dur-kalk ekonomisine çevirdi. Araya giren akut pandemi döneminde AKP hükümetinin tercihi ekonomi politikaları, derin yoksulluğu artırırken ancak temel ihtiyaçları karşılayabilecek düzeyde düşük gelire dayalı bir çalışma hayatını toplumun geniş kesimlerinin hapishanesi haline getirdi.
Cumhurbaşkanı’nın kendi ağzıyla "nas" olarak özetlediği İslam’a dayalı ekonomik model hayallerinin Eylül 2021’den bu yana tüm ölçekte devreye girişi ileyse yeni bir evreye ulaştık. Ekonomide işlerin yanlışlığını bir kalp krizine benzetebileceğimiz şekilde görülür hale getiren TL değer kaybı ataklarını "normalleştirmek" adına atılan her adımla beraber, gerçeklik zeminine dönme konusunda umutlar tükendi. Bir akıl tutulması, bir histeri nöbeti içinde merkez TCMB’den BDDK’ya kadar her birimin Erdoğan’ı doğrulamak adına günü kurtarmak için aldıkları kararlar bataklıkta çırpınırken çamura daha fazla gömülmemize neden oluyor.
Bu nöbetli ekonomi politikalarının ilk yarı sonu itibarıyla önümüze koyduğu rakamlara bakalım.
Enflasyon’da en güncel veri 4 Temmuz Pazartesi açıklanacak. Veri setinin gerçeği yansıttığı konusunda artık kimseyi ikna çabası içinde dahi olmayan TÜİK’in yıllık TÜFE enflasyonu yüzde 73’ten %75’lere yönelecek. Bu seviyenin zirve olduğunu söylemek de doğru değil. Aynı derecede tartışmalı TÜİK enflasyonun Kasım 2021’de yüzde 19 seviyesinde oluşu, değil altı ay sanki yıllar öncesi gibi. Dün açıklanan İTO İstanbul Ücretliler Geçinme İndeksi, haziranda aylık yüzde 4,03’le yıllıkta yüzde 94’e dayandı. Erdoğan’ın tahammül edemediği derecede yüksek enflasyon seviyesi açıklayan ENAGrubu’nun verisine göre TÜFE enflasyonu yıllık yüzde 160.
Yılbaşında yapılan yüzde 50 asgari ücret zammının üzerine dün itibarıyla ara yıl zammı bir yüzde 30 daha açıklandı. Nette 5.500 lira oldu. Kuş bakışı "emekçiyi enflasyona ezdirmeyen" bir görüntü veren zam toplamı, açlık sınırının 6,319 lira, yoksulluk sınırının dört kişilik aile için 20.818 lira olduğu ve SGK kayıtlarına göre yüzde 48’in asgari ücretle yaşamak zorunda kaldığı AKP Türkiye’sinde durumun vahametini yansıtıyor. TÜRK-İŞ’in yıllık mutfak enflasyonu yüzde 117,3. Çalışan kesimin önemli büyüklükte bir kısmı açlığa talim yaşıyor Erdoğan ekonomisinde.
Hemen elle tutulmayan, ancak içinde barındırdığı dengesizliklerle ya enflasyonu azdıran ya da TL’ye değer kaybettirerek yine enflasyona yansıyan başka makroekonomik verilerde de yarıyıl resmini çekmek gerekli.
Geçtiğimiz hafta içinde açıklanan Mayıs 2022 dış ticaret verileri bunların en başta geleni olmalı. Olmalı, çünkü Erdoğan ekonomisinde ana omurga TL’ye değer kaybettirilmesiyle artacak, rekordan rekora koşacak ihracatla öyle bir döviz fazlası oluşacaktı ki, TL kendi kendine değer kazanmaya başlayacak ve bu sayede yüksek büyüme ortamında enflasyon da aşağıya inecekti.
Uzun zamandır ilk kez ücretlere ara yıl ayarlaması gerektirecek kadar kontrolden çıkarak yükselen enflasyon, Erdoğan’ın ekonomi modelinin çalışmadığının en net ispatı. Her ne kadar her fırsatta dünyada da yaşanan yüksek enflasyona işaret ederek sorunun Yeni Ekonomi Modeli’nde değil, pandemi sonrası dünyadan kaynaklandığına inandırmaya çalışsa da, aşırı negatif reel faiz politikasının yarattığı Frankenstein’ın babası Erdoğan’dan başkası değil.
Sıklıkla vurgulandığı üzere ihracat rakamsal olarak rekorlar kırsa da, esasta büyüme hızı yıllık ölçekte geçen yıl elde edilen yüzde 35’ler civarından mayısta yüzde 15’e kadar zayıflamış durumda. Bu düşüşün devamı da gelecek üstelik. İhracatın yüzde 15 arttığı Mayıs 2022’de ithalat yıllık yüzde 43,5 artışla resmen patlamış durumda. Daha dün asgari ücret açıklamasını yaparken ihracata gururla değinen Cumhurbaşkanı’nın garabet para politikası nedeniyle ithalatın nasıl yükseldiğine hiç değinmeyişi dikkat çekici. Keza ortaya çıkan sonuç dış ticaret açığının tüm zamanların en yüksek seviyesi olan aylık bazda 10,6 milyar dolarla geçen yıla kıyasla yüzde 155 artmış olduğu.
Sürdürülebilir cari fazla verecek "ekonomi modeli" diye yola çıkarak 2021 sonunda 14,8 milyar dolar olan cari açığı 2022 sonunda 45-50 milyar dolar arasına çekmek de dış ticaret açığı kaynaklı hikâyenin devamı elbette.
Enerji fiyatları elbette enerji ithalat faturasını önemli ölçüde yukarı çekmekte. O zaman gelin enerji hariç verilerden de bahsedelim. Enerjiden arındırıldığında ihracat artışı yüzde 11,8 olurken, enerji hariç ithalat artışı yüzde 29,2 yıllık artışla ihracattaki artışın neredeyse üç katı.
Demek ki dünyada petrol fiyatları sene başından bu yana yüzde 45 artmasaydı bile Türkiye’nin dış ticaret açığı muazzam bir hızda büyüyecekti.
Bu ekonomi politikasına "başarıdır" demek mümkün değil.
"TL hem değer kaybetsin ama çok da değer kaybetmesin" diye özetlenebilecek bir yaklaşımla yüzde 75-80 enflasyona karşı yüzde 14 politika faizini uygun görenler, TL’den sonsuz kaçışı dizginlemek peşinde hayatlarımızı harcıyorlar.
TL’de kalmaktansa tasarruf sahibinin eve, arabaya ve bilimum dayanıklı tüketim malına ucuz krediler eşliğinde enflasyonu besleyerek saldırmasına önce yol açan sonra önünü kesmeye çalışan politikalar bir yanda.
Kur Korumalı Mevduat gibi 1 trilyon liraya vararak toplam 6 trilyonluk mevduatın önemli bir kısmını sadece TL’yi dizginlemek için dövize endeksleyerek başımıza büyük dert açan politikalar bir diğer yanda.
Enflasyonun düşmesi için "dünya barışı" peşinde savrulan TCMB’ye son dönemlerde eklenen BDDK da bir başka yanda. Firmaların neden döviz tutma ihtiyacı içinde olduğunu analiz etmeden attığı karmaşık adımlarla sermaye kontrolü derecesini yükselten, işini yapamaz, kredi alamaz hale getirerek boğduğu reel sektörü köşeye sıkıştıran, her şeye rağmen son kale sorumlu olduğu bankacılık sektörünü de riske atan BDDK. BDDK’nın açıkladığı kararların esas derde deva olacak mikroihtiyati önlemler olduğu konusunda gözlerimizi boyamaya çalışan ve net rezervleri 7,4 milyar dolarla 20 yılın dibinde olmasına rağmen hala son bir haftada 3 milyar dolar satarak TL’de illüzyon yaratmaya çalışan TCMB.
Bu yanlışlıklar silsilesi son altı ay içinde nasıl bir tsunami gibi ekonomik durumu yerle bir ettiyse, önümüzdeki altı ayda da daha da ağır ekonomik şartlar yaratacak.
En geç Haziran 2023’te seçim olacağını düşünürsek, uyarılara kulak asmayarak yenen hurmalar günü geldiğinde iktidarı tırmalayacak.