ayşe düzkan
'bunu benim hükümetim yaptı!'
büyük bir ekonomik krizin ortasında, nüfusun yarısı işsiz ve lübnan parası sürekli değer kaybederken pandemiyi göğüsleyen lübnan’ın başşehri beyrut, şiddeti nükleer bombalarla kıyaslanan bir patlama yaşadı. aralarında –bir kısmı limanda çalışan- 43 suriyelinin de bulunduğu 150 kişi can verdi, birçoğu ağır olmak üzere 5 bin yaralandı; 60 kişinin kayıp olduğu, 300 bin kişinin evsiz kaldığı açıklandı. liman ve çevresini dümdüz eden patlamanın 10 kilometre uzaktaki binalara dahi hasar verdiği bildiriliyor. lübnan, tükettiği tahılın ancak yüzde 10’unu kendi yetiştiriyor, kalanını ithal ediyor ve beyrut’un ikinci büyük tahıl silosu da limandaydı. bu, zaten büyük ekonomik sıkıntı içinde olan beyrut halkının açlığa mahkum olması anlamına geliyor. ayrıca turizm beyrut’un ve lübnan’ın önemli gelir kaynaklarından biri, pandemi zaten zarar vermişti, bu olay kalan geliri de ortadan kaldırdı.
patlamanın sebepleri henüz belirlenmedi, limandaki bir depoda bu kadar tehlikeli bir maddenin, bu kadar büyük miktarda bulunması, bir dış müdahale söz konusu olsa bile tabii ki bir yönetim hatasına işaret ediyor. zaten halkın öfkesi de yöneticilere yönelmiş durumda. gözaltına alınan 19 kişinin, limanda görevli müdür ve memurlar olması, yöneticilerin sorumluluğu üstlerinden atmasından başka nasıl yorumlanabilir? new york times’ın yaptığı araştırmaya göre, gübre olarak da kullanılan söz konusu amonyum nitratın 2013 yılında gürcistan’dan, rhosus adlı bir gemiyle –yine bir iddiaya göre madencilikte kullanılmak üzere- mozambik’e götürüldüğü sırada, gemi bazı şartlara uymadığı için yükü beyrut limanına alıkonuluyor, limanda duran gemi 2018 yılında su almaya başlayıp denize gömülüyor; halen de orada.
lübnan’ın başına gelen faili meçhul her kötülükte israil yönetimi olağan şüpheli. israil saldırganlığının sadece filistin’i hedef aldığını düşünmek doğru değil, suriye’de golan tepelerini on yıllardır işgal altında tutması bir yana, daha geçen hafta hizbullah’ı, katledilen savaşçısı ali kamil mohsen cawat’ın intikamını almaya kalkışması durumunda, lübnan’ın altyapısını bombalamakla tehdit etmiş olan, lübnan’ı sürekli tehdit eden, bu ülkeye, 2006’da, en az yarısı sivil olan bin küsur kişinin öldüğü bir savaş açan israil’in lübnan halkının da aklına ilk gelen fail olması şaşırtıcı değil. ve hiçbir jest bu şüpheyi ortadan kaldırmaya yetmiyor. ilk kurtarma çalışmalarının ardından, ölenler defnedilip yaralılar tedavi edildikten ve molozların toplanıp –o şartlarda ne kadar olabilirse- asgari yaşam koşulları sağlandıktan sonra, cumartesi ünü düzenlenen, temsili darağaçlarının kurulduğu öfke günü’nde, hedef ülkenin yöneticileri oldu; polis göstericilere önce biber gazı ve plastik mermiyle, sonra gerçek mermilerle karşılık verdi! ama bu gösterileri durdurmadı, dışişleri bakanlığı işgal edildi, devrimin karargâhı ilan edildi, ardından işgal edilen ekonomi bakanlığı’nda belgeleri karıştıran göstericilerin daha ilk bakışta yolsuzluk delillerine ulaştığı da iddia ediliyor. iddia ediliyor diyorum çünkü yolsuzluk belgelerinin bu kadar kolay ulaşılan yerlerde bulunması akla yakın değil, bazı belgelerin yakılması, bunlardan kurtulmak isteyenlerin işi olduğunu akla getiriyor.
lüban’ın karşısında üç önemli mesele var: ekonomik çöküş, korona salgını ve beyrut patlamasının yol açtığı yıkım. ihmal, yolsuzluk ve sorumsuzlukla malul mevcut siyasi sistemin, bunları çözme konusunda aciz, dünyanın farklı yerlerinden gelen yardımların kullanılması konusunda dahi güvenilmez olduğu ve çökmeye yüz tuttuğu çoğunluğun paylaştığı ortak bir görüş. yaralanmış bir ülkenin çevresinde akbababalar dolaşır; lübnan’ı on yıllarca sömürgesi olarak yöneten, mevcut rejime finansal ve politik destek veren fransa’nın cumhurbaşkanı macron’un lübnan ziyaretini bu çerçevede değerlendirmek doğru olur; fransa, kurulmasında ve sürmesinde sorumluluğu olan, ülkeyi yıkıma sürükleyen, mezhepçi sisteme destek vermeye devam ediyor! (macron’u karşılayanlar arasında, fransa’da 1984’ten beri hukuk dışı bir biçimde esir tutulan lübnanlı devrimci george abdallah’ın fotoğraflarını taşıyanlar da vardı.) aynı şekilde imf de, tarihinin en büyük borcunu yüklenen ülkenin, acil reformlar yapması gerektiğini ifade ediyor.
lübnan, arap halklarının biladüşşam adını verdiği, suriye’den işgal altındaki filistin’e uzanan, kaderi ortak olan coğrafyanın merkezinde. sınırları bugünkü gibi siyasetin ve gücün değil, kültürün, dillerin ve halkların çizdiği bir dünyada levant’ın başşehrinin beyrut olması kuvvetle muhtemel. şunu da eklemeden geçmek istemem, bu şehri, tarihinden dolayı acılarla özdeşleştirme alışkanlığı var ama beyrut çok önemli bir kültür ve eğlence merkezi.
şehir, özellikle filistin halkının mücadelesinde önemli bir yer tutuyor. leyla halid, corc habaş gibi, yolu beyrut amerikan üniversitesi’nden geçmiş çok isim var. ayrıca bu şehir uzun yıllardır filistinli mültecilere ev sahipliği yapıyor, buradaki 12 mülteci kampında, suriye iç savaşından beri, buradan gelenler de barınıyor.
bugün de beyrut da bölgedeki en önemli kalkışmalardan birinin mayalandığını görmek mümkün. herhangi bir yaraya çare olabilecek ortak bir kamunun olmaması, krizi derinleştiren ama alternatiflerin oluşmasını da kolaylaştıran bir unsur bence. bütün bunların sonucunun ne olacağını kestirmek kolay değil. ama nüfusu yedi milyonu ancak bulan bu küçük ülkenin, tarihsel ve siyasal merkeziliği, orada olup biten her şeyin etkisini katlayacak.
geçen yazıda komplo teorilerine düşkünlükten söz etmiştim, ona çok yaklaşan bir diğer bakış açısı olup biten her şeyi devletler arasındaki ilişkiler üzerinden açıklamak. iki perspektifte de kitlelerin aklına ve iradesine yer yok. ama tarihi şekillendirenler o aklı ve iradeyle harekete geçebilenler oluyor. nitekim, beyrut’taki bir duvar yazısı "bunu benim hükümetim yaptı" diyor! geçen yılki gösterilerin sloganını hatırlarsınız, "hepsi hepsi demek."
o yüzden, yaralar sarılırken, öfkenin dönüştürücülüğüne duyduğumuz güvenle, ve öfkenin yeterli olmadığının da farkında olarak, kalbimiz ve aklımız lübnan’da.