Candan Yıldız
Büyük şiddet ile küçük şiddet kardeştir!
"Cennet de cehennem de senin içinde" diyen Amin Maalouf, bir videoda başucu kitabı olarak dönüp dönüp baktığı Stefan Zweig’in "Dünün Dünyası" kitabından söz eder. O kitapta iki dünya savaşına; iki büyük şiddete maruz kalan bir insanın tanıklığı ve biyografik anlatımı vardır.
"Şanghay’da evleri yerle bir eden bombalardan, daha yaralılar evlerinden çıkarılmadan bizler Avrupa’da oturduğumuz yerden haberdar oluyorduk. Denizin binlerce mil ötesinde yaşananlar sanki gözümüzün önünde olup bitiyordu. Sürekli her şeyden haberdar olmaktan olaylara dâhil edilmekten kaçamıyorduk. Sığınabileceğimiz bir ülke, satın alabileceğimiz bir huzur yoktu; nerede olursak olalım, kaderin elinden kurtulamıyor ve onun bitmek bilmez oyununa dâhil ediliyorduk. "
Bilmenin suç ortaklığına ilişkin önemli satırlardır. Küçük insanlar şiddete ortak kılınarak bu döngü dönüyor. "Büyük şiddet" (devlet, devletlerarası ve devlet dışı aktörler) ile "küçük şiddet" (gündelik hayattaki şiddet biçimleri) arasındaki bağı koparan her söz, her politika, her yapıt o şiddeti üretiyor, sürekli kılıyor.
Hatırlamanın dönüştürücü gücü bu denklemde kritik. HaberTürk’ün Şefika Etik cinayetinde kullandığı "çıplak" fotoğrafı hatırlatmak istiyorum; "şiddetin pornografisi" tartışmalarına neden olanı… Büyük düşünür(!) kadın düşmanı Fatih Altaylı, o dönem yayın yönetmeni olduğu gazetedeki o haber görselini şu sözlerle savunmuştu: "Evet basılır. Kadına şiddet budur. Morarmış bir göz değil, sırta saplanmış bıçaktır." Bir tokatla ile cinayet arasında bağı koparan bu bakışın yön verdiği yaygın medya yıllarca bu toplumu zehirledi, zehirlemeye devam ediyor. Şiddetin kökeni, bazı şiddet biçimlerini "küçülterek" değişmez. O köken de erkek, devlet ve toplum vardır.
Neyin şiddet olup olmadığını küstahça tarifleyen Fatih Altaylı bir ruh olarak hala medya semalarında geziniyor yıllar sonra da. Mesela Hürriyet Yazarı Mehmet Yılmaz, geçen yıl İngiltere’deki bir araştırmayı kaynak göstererek "Twitter ‘da kadınlara yönelik hakaret mesajlarını atanların yarısının kadın olduğunu söyleyeyim" diyebiliyor. "Kadın kadının kurdudur" sözünün başka bir sözle dolaşıma sokulmasıdır bu. Erkeğin değil sadece kurt, katil olduğunu saklayan bu güncel bilgi, şiddetin kökeninden bağımsız değil elbette.
Erkek ve kadının "fıtrat" gereği eşit olmadığını doğrudan ya da dolaylı üreten her şey güçlünün "adaletini" yaratıyor. Orada ölenler hep kadınlar oluyor, öldürülmediyse sakat kalabiliyor, dövülüyor, aşağılanıyor. Erkek bunu yapabildiği için oluyor. Erkeğe bunu yaptıran ise kadının emeğine el koyabilmesi ve el koyabilmesine icazet veren koca bir suç ortaklığı.
Yan komşumuzdaki erkeğin şiddetine ses çıkarmayanlarla, sokakta hakkını arayanlara gaz sıkan, cop sallayanlara kafasını dönüp gidenler arasında bir fark yok aslında. Ya da sınıfta farklı olan bir çocuğun sınıftan atılmasını isteyen ebeveynlerle, göçmenleri, LGBTİ’leri istemiyoruz diyenler arasında…
Ankara Valiliği’ni de anmadan geçmeyelim. Valilik, "toplumsal hassasiyet" gerekçesiyle Onur Yürüyüşü’nü son yıllarda şiddetle bastıran İstanbul Valiliği’nden geri kalmıyor, bütün LGBTİ faaliyetlerini süresiz yasaklıyor. Şiddetin gündelik hayatımıza inişinin bir tasarrufu olan bu kararda ne denmiş ona da dikkat çekelim:
"Söz konusu paylaşımlarla halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik edeceği…" Valilik, LGBTİ’lerin en iyi ihtimalle "uzaydan" geldiğini varsayıyor. "Alışın gitmiyoruz" sloganı boşuna değil yani…
"Büyük şiddet" ve "küçük şiddet" arasındaki sistematikliği /bağı anlatan Mirabel Kardeşler’in katledildiği gün yaklaşıyor. Dominik Cumhuriyeti diktatörünün cinsel tacizlerine tokat adan Minerva Mirabel, iki kız kardeşiyle birlikte diktatörlüğe de tokat atmak için örgütlenir. Kuyruk acılı diktatör, büyük şiddeti devreye sokar. Mirabel Kardeşleri tutuklatır. Tecavüz ve işkenceye maruz kalan kız kardeşler öldürülür.
Kadına Yönelik Her Türlü Şiddete Son Günü yaklaşırken, 25 Kasım Kadın Platformu’nun çağrı metnini de buraya ekliyorum.
"Nasıl bir hayat yaşayacağımıza, seçimlerimize, bu günümüze, geleceğimize, çalışmamıza, okumamıza, arzularımıza, boşanıp boşanamayacağımıza, erkeklerle ‘aramızı bulmanın’ zorunluluğuna, doğurup doğurmayacağımıza ve kaç çocuğu nasıl doğuracağımıza, sonra da çocukların velayetini kimin alacağına, hangi imam –hatip okuluna yazılmaları gerektiğine, hangi topraklarda, hangi savaşta ölmeleri gerektiğine, haysiyetli bir biçimde gömülüp gömülemeyeceklerine, hangi emeğimiz için ne kadar kazanıp hangisini bedava yapacağımıza, kimi sevip kimi sevemeyeceğimize, kiminle yaşayıp kiminle yaşayamayacağımıza, hatta yaşamayı ‘ ‘hak edip etmediğimize’ karar verme kudretini kendinde gören…"
‘Boşanma oranı artıyor’ yalanıyla bizi şiddete, eşitsizliğe mahkûm etmeyi, OHAL bahanesiyle şiddet karşısında dayanışma için başvurabileceğimiz kurumları kapatmayı, karakollarda, şiddet gören kadınlara, LGBTİ+lara ‘size vaktimiz yok’ derken veya hayatta kaldığına pişman ederken –erkeklere sığınakların yerine dahi ayan beyan söylemeyi, boşanma için ‘önce arabulucu’ deyip barıştırmayı, şiddete uğrayan göçmen kadınlara ise ‘önce delil’ deyip sığınağa yönlendirmemeyi, bizi makbul olan-olmayan kadın diye, müftüde evlenen-müftüde evlenmeyen-hiç evlenmeyen kadın diye, kürtaj yaptıran-kürtaj yaptırmayan kadın diye her gün ayrıştırmayı, ders kitaplarını, gündelik basını, kadınları buzlayan TV ekranlarını cinsiyetçilikle kaplamayı, tecavüzcülere af çıkarmaya yeltenirken kadın milletvekillerini, belediye başkanlarını, siyasetçileri, hak savunucularını hapsetmeyi, ‘isteseniz de istemeseniz de’ diyen tek bir adamın kararlarıyla hayatlarımız hakkında ve bize şiddet olarak dönen yasalar çıkarmayı, kadınlarla ilgili kararları, fetvalarıyla kadın düşmanlığı yayan diyanetin müftü ve imamlarının eline her bir ‘protokol’ le daha fazla teslim etmeyi, mücadelemizle kazandığımız haklarımızı gasp etmeyi alışkanlık edinen erkeklere, erkek-devlete ve şiddetine ALIŞMIYORUZ, İTAAT ETMİYORUZ"