Koray Düzgören
Çeteleşen devletin bir adı Susurluk’sa diğeri köy yakma terörü!
Son günlerde iktidar ve devlet tarafından korunup kollanan ve de kullanılan ama şimdi dışlanan bir Mafya mensubunun, şantaj amaçlı itirafları üzerinden devletin çeteleşmesi meselesini konuşuyoruz.
Bu olay çoğumuza, 3 Kasım 1996’da Susurluk’ta meydana gelen bir trafik kazası sonrasında ortaya saçılan devlet-mafya-siyaset ilişkilerinin başlığı olan Susurluk Çetesi olayını hatırlattı.
25 yıl önceki Susurluk Çetesi olayının baş aktörü dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Ağar ve Polis Özel Harekat’ın kurucusu emekli albay Korkut Eken’in de içinde bulunduğu, yeni ortaya çıkan Yalıkavak Örgütü meselesini Susurluk’la birlikte değerlendiriyoruz.
Ama devletin zaman içinde çeteleşemesinin, ihtiyaç duydukça yasa dışına çıkmasının asıl nedeninin, rantı ya da erki paylaşmanın ötesinde, rejime biat edilmesini sağlamak amaçlı ortaya çıktığı gerçeğine pek değinmiyoruz.
Oysa bu anlamda devletin, özellikle Kürt meselesinde zorlandığı her zaman hep bu yola başvurduğunu biliyoruz.
Susurluk Çetesi’nde de asıl hedef, Kürt meselesini zor kullanarak ve hukuk dışı yollarla çözme çabası oluşturuyordu.
Susurluk’ta parçalanan otomobilden tek sağ kurtulan DYP Milletvekili Sedat Bucak’ın, Siverek’te çok büyük bir aşiretin reisi olarak, aynı zamanda devletin desteklediği bir korucubaşı olduğunu hatırlatalım. Bucak, devletin verdiği silahlar ve sağladığı büyük mali destekle PKK’ye karşı savaşan, bugünkü deyimiyle tam bir ‘savaş lordu’ydu.
KÜRT BÖLGELERİNDE ORTAYA ÇIKAN ÇETELER VE JİTEM
Değişik zamanlarda Kürt bölgelerinde ortaya çıkan Yüksekova Çetesi gibi asker ve sivil devlet görevlilerinin oluşturduğu yerel çeteler de vardı. Ayrıca, Kürt illerinde dehşet saçan ve bir cinayet şebekesi gibi çalışan JİTEM’i (Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele) de unutmayalım.
Jandarma Genel Komutanlığı'nın kendi inisiyatifiyle kurulan ve terörle mücadele kapsamında faaliyet yürüttüğü söylenen bir örgüt JİTEM…
Asker üyeleri hakkında, işlenen yüzlerce hatta binlerce cinayet için birçok dava açıldığı halde bugün dahi devlet resmen bu örgütün varlığını kabullenmiş değil.
İşte bütün çetelerin ve çeteleşen devlet güçlerinin faaliyetlerinin tek bir amacı vardı, Kürt meselesini hukuk dışı, insanlık dışı yol ve yöntemleri de kullanarak çözmek…
Özellikle 90’lı yıllarda bu amaçla her yol deneniyordu. Her yol meşruydu!
Bunların başında PKK’yle savaş gerekçesiyle köylerin yakılması geliyordu.
O yıllarda güvenlik güçleri, 3 binden fazla köy ve mezrayı yakarak oralarda yaşayan bir, bir buçuk milyon kadar Kürt’ün evlerini ve topraklarını terketmesine neden oldular.
Göç etmek zorunda kalan Kürtlere devletin en ufak bir yardımı dahi olmadı. Kürtler zoraki göçmen olarak yurdun dört bir yanına, hatta yurt dışına dağılarak kendi başlarına yaşam mücadelesine devam etmek zorunda kaldılar.
Bugünün genç kuşaklarına bunu anlatmak hayli zor. "Ne demek köy yakmak?" diye soracaklardır kuşkusuz.
Geçtiğimiz günlerde bu soruya cevap olacak çok önemli bir gelişme yaşandı.
Yargıtay 1. Ceza Dairesi, 2 Ekim 1993'te bir köy yakma olayında aynı aileden 9 kişinin yanarak öldüğü, Vartinis (Altınova) katliamının sorumlusunun Yüzbaşı Bülent Karaoğlu olduğuna karar verdi.
Daire, mahkemenin Karaoğlu hakkında verdiği beraat kararını, "Köyün yakılması emrini Yüzbaşı Karaoğlu vermiştir" diyerek bozdu. Davanın sanıkları arasında yer alan rütbeli 3 asker hakkındaki beraat kararı ise onandı.
28 yıl sonra alınan bu karar üzerine yeniden yargılama yapılacak. Ancak dava, 3 Ekim 2023’e kadar kesin karara bağlanmazsa zamanaşımı nedeniyle düşecek.
CEZASIZLIK POLİTİKASINDAN KOALİSYON ORTAKLIĞINA
Olayı, köylülerin dava dosyasındaki anlatımlarından yola çıkarak hatırlayalım. Köy, 1993 yılının 3 Ekim gecesi saat 03:00 sıralarında askerlerce basıldı. Samanlıklar, evler, ahırlar ateşe verildi. Köylüler yanan evlerini, ahırlarını kurtarmaya çalıştılar ancak köye gelen yüzlerce asker, yangını söndürmeye çalışan köylülere engel oldu.
Köylülerin çoğunluğu evlerinden çıkarak kurtuldu, ancak Öğüt ailesi alevlerin arasından çıkamadı. 7’si çocuk 9 kişi evin kapısının açılamaması üzerine yanarak öldü. Açılan dava 23 yıl sürdü. Başta birliğin komutanı yüzbaşı olmak üzere sanıklar beraat ettiler.
Yargıtay, dosyayı 5 yıl beklettikten sonra karara bağladı ve yüzbaşıyı suçlu bulurken diğer 3 askerin beraat kararlarını onadı.
Aile, askerlerin de cezalandrılmasını istiyor. Ailenin avukatları, yaşam hakkının ihlali ve etkin soruşturma yapılmaması gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurduklarını açıkladılar ve yüzbaşının da bir an önce tutuklanmasını talep ettiler.
İlk duruşma için Eylül ayına gün verilmesi nedeniyle de davanın zaman aşımından düşürülme tehlikesine dikkati çektiler.
Bu konuda açılan çok sayıda dava genellikle zaman aşımı gerekçesiyle düşürülüyor ve böylece cezasızlık politikası uygulanıyor. JİTEM hakkındaki davalarda da devlet aynı yöntemi uyguluyor. Sonuçlanan davaların ise neredeyse tamamı beraatle sonuçlanıyor.
Şimdiye kadar yakılan 3 binden fazla köy ve mezra ile ilgili ciddi bir soruşturma ve yargılama yapılmadı. Köy yakma kararlarını verenler ve uygulayanlar hakkında bir soruşturma olmadı.
Yargı, çetelerin ve yasa dışı yapıların en büyük koruyucusu oldu. Onlara dokunulmazlık zırhı sağladı.
Şimdi ise, AKP-MHP iktidarında çeteler de artık koalisyonun bir parçası durumunda. Susurluk çetesinden 25 sene sonra Yalıkavak Örgütü ve diğer Mafya oluşumları iktidarın ortağı gibi ortaya çıktılar.
İyice güçten düşen, seçmen desteğini sürekli kaybeden iktidar öyle anlaşılıyor ki şimdi ayakta kalabilmek amacıyla bu yapılardan medet umuyor.
Kısaca söylemek gerekirse, geçen zaman içinde ne Susurluk Çetesi’yle, ne JİTEM’le ve diğer çeteleşmiş yapılarla yüzleşildi ne de devletin illegal bir yapı olarak kullanıldığı köy yakma barbarlığı ile hesaplaşıldı.
Neredeyse 100 yıldır Kürt meselesini şiddetle, baskıyla ve savaş yoluyla çözme hevesi devletin çeteleşmesinin, illegal bir yapıya dönüşmesinin en büyük nedeni oldu.
Böyle bir süreçten sonra bu iktidar döneminde çetelerin, mafya yapılarının koalisyonun bir parçası olmasına şaşmamak gerek.
Başta Kürt meselesi ve diğer meselelerin çözümü için demokratik yöntemleri benimsemediği sürece Türkiye, ne çetelerden kurtulur ne de çeteleşen iktidarlardan...