Ergun Babahan
CHP değişmeden, Türkiye değişemez
CHP’nin söylemi ile eylemi bir türlü uyumlu olamıyor. Ağızdan çıkan sözlerle hayata geçirilenler hep farklı oluyor. Elbette CHP içinde mevcut politikalardan rahatsız ciddi bir kesim var ama onların gücü de parti politikasını etkilemeye yetmiyor.
CHP ilginç bir parti. Musul’da IŞİD tarafından esir alınan Yılmaz Öztürk jet hızıyla milletvekili yapılmakla kalınmıyor, tepeden inme bir kararla partinin kritik bir konumuna yönetici yapılıyor. Aynı Öztürk, Suriye’den Irak’a, Diyarbakır’dan Şırnak’a kadar her yerde AKP ile aynı politikayı savunuyor.
CHP Genel Başkanı arada bir celalleniyor, 15 Temmuz’un ‘çakma’ olduğunu, belgelerin elinde olduğunu iddia ediyor; ardından konuyu unutturuyor ve bir daha gündeme bile getirmiyor.
Ergenekon sürecinde Silivri’nin kapısından ayrılmayan CHP, bugün gazetecilerin, akademisyenlerin, bir günlük bebeğiyle kadınların, bastonlu ihtiyarların tutuklanmasına güçlü bir tepki vermiyor, kuru bir eleştiriyle geçiştiriyor. Çünkü içten içe devletin mıntıka temizliği yaptığını düşünüyor. Kurunun yanında epeyce yaş da yanıyor ama devletin bekası için sineye çekiliyor.
Daha da önemlisi, AKP-MHP ittifakının kıyısında duruyor, kendisini demokrasi cephesine doğru atamıyor. Çünkü hala devletin partisi olmaya devam ediyor, toplumun partisi olmaya bir türlü evrilemiyor.
CHP’nin üstüne titrediği ‘laiklik’ ilkesinde daha esnek bir noktaya gelmesinin temel nedeni de bu. Devlet aklı, ‘teklik’ uğruna ‘muhafazakar ve dindar’ kesimle Kürtlere karşı işbirliği kararı aldığı günden itibaren, CHP başta başörtüsü olmak üzere, dinle ilgili tutumunu değiştiriverdi. Bu çoğunun iddiasının aksine demokratik bir evrimin sonucu değildi, devlet kademelerinde alınıp CHP’ye tavsiye edilen bir kararın hayata geçmesiydi. CHP’nin başörtüsü politikasıyla, cumhurbaşkanlığı seçiminde Ekmelettin İhsanoğlu’nu MHP ile birlikte ortak aday gösterme kararı arasında bu açıdan fark yoktur. İkisi de partinin tabanında tartışılmaya başlanıp olgunlaştırılmış bir sürecin sonucu değildir, Ankara’nın karanlık dehlizlerinde alınmış kararların hayata geçirilmesinden ibarettir.
Türkiye’nin gerçeği, AKP-MHP faşizan bloğu karşısında güçlü bir ittifak oluşturamamasında yatıyor. Osmanlı’nın son döneminde yaşananların yarattığı travma, CHP’nin demokrasi cephesine geçmesine izin vermiyor. Buna, bir de Irak’tan sonra Suriye’de de güçlü bir Kürt yapılanmasının eklemlenmesi, CHP’nin ‘demokrasi’ cephesinden ‘faşizm’ cephesine kaymasına neden oluyor.
Asıl sorun burada yatıyor. Batılılaşma sürecinin taşıyıcısı olan CHP, devletin parçalanması korkusuyla Türkiye’nin adım adım Batı’dan uzaklaşmasına seyirci kalıyor, sessiz bir destek veriyor.
CHP tabanında bu politikadan rahatsız olanların kendilerini ifade edip geniş kitleleri etkileyebilecekleri bir platformları da bulunmuyor. CHP’nin demokrasi ve hukukun üstünlüğüne inanan kesimlerinin sesini duyuracağı yollar ve platformlar bulması şart.
CHP tabanının görmesi gereken tek gerçek var: AKP ve devlet aklının Kürt Siyasi Hareketi’ni engellemek için attığı her adım, Türkiye’yi hep daha kötü bir duruma sokuyor.
12 Eylül faşizminin uygulamaları PKK’nin kurulmasını sağlamakla kalmadı, bu coğrafyanın en etkili organizasyonu olmasına yardım etti. AKP’nin barış masasını devirmesinin ardından Suriye’de uyguladığı politikalar, Suriye’de Kürtlerin güç kaybıyla sonuçlanmadı. AKP’nin yanlış politikaları, PKK’nin uluslararası alanda tanınmasını sağladı. Kürtler, Suriye’de Amerika’nın, Almanya’nın, Fransa’nın en büyük ortağı haline geldi.
Bugünden sonra atılacak adımlar, yarın karşınıza daha büyük sorunlar olarak çıkacaktır, hiç kuşkunuz olmasın. Hak talebinin reddiyle, kimliğin inkarıyla gelinebilecek noktanın sonuna gelindi çünkü. CHP, devlete sahip çıkma adına bu adımlara destek olarak, inandığının tam tersini yapıyor ve devletin temelini çürütüyor.
CHP’nin demokrasi cephesine çekilmesi şart. Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu karanlık atmosferden daha beterine sürüklenmesi maalesef kaçınılmaz görünüyor. Bu gidişatın tek alternatifi, CHP’nin Kürtlerin siyasi hareketi HDP ve Selahattin Demirtaş ile işbirliği görünüyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nun HDP liderine cezaevinde yapacağı bir ziyaret, ülkenin atmosferini bir anda değiştirme potansiyeline sahip bulunuyor ama CHP liderinin bunu yapma ihtimali sıfır görünüyor.
HDP ve Demirtaş, Türkiye’nin Kürt meselesi başta olmak üzere bütün insan hakları ihlallerinin üstesinden demokrasi ve hukuk çerçevesi içinde gelmesi için belki de son şans olarak duruyor. CHP’nin görmesi gereken gerçek, HDP’nin yok olmasının ona oy veren ve kimliğine, kültürüne, diline sahip çıkan milyonların yok olacağı anlamına gelmeyeceğidir. Türkiye, demokratik bir hukuk devleti olacaksa, Kürtlerle barış yapması şarttır.
Demirtaş’ın cezaevinden yaptığı çağrıya kulak verilse yeter:
"EVET" demek zorunda kalmış kesimler başta olmak üzere toplumun kaygı ve korkularını anlamaya, gidermeye çalışan bir ortak çalışma yürütülmesi elzemdir. "EVET" demiş olan kesimleri de kucaklayabilmek için bu saatten sonra "HAYIR" Bloku olarak değil ‘Demokrasi Bloku’ olarak yola devam etmek daha uygun olacaktır. İşte bunun için de asgari demokratik ilkelerde uzlaşmak bir ön şarttır.
Bu ilkelere saygı duyan ve hayata geçmesi için mücadele iradesi ortaya koyan bütün kesimlere açık bir demokrasi cephesi, sadece bir taktik işbirliğinin ötesinde Türkiye’nin demokratik geleceğinin programını minimum düzeyde de olsa ortaya koymak zorundadır.
Bunun ilk adımı da içeride ve dışarıda barışı sağlayacak bir yol haritası oluşturmaktır. Kürt sorununun çözümüne dair önerisi olmayan bir programa ne demokrasi programı denilebilir ne de kimse ciddiye alır. Öncelikli olarak Kürt sorununda demokratik-barışçıl çözümün hayata geçebileceği gerçekçi bir müzakere zemini-mekanizması oluşmalıdır. Hangi aktörün nasıl roller ve misyonlar üstlenebileceği bu mekanizmada somut olarak ortaya konulmalıdır.’’