CHP, ilk genel seçimler (2028?) ve AB

CHP Genel Başkanı Özel ve İstanbul’u üçüncü kez kazanan İmamoğlu, AB ülkeleri başkentlerine ve AB’nin başkenti Brüksel’e ziyaretlere başlamalılar. İlk seçimlerde iktidara geleceklerini, AB sürecini çok hızlandırmak istediklerini deklare etmeliler,

Türkiye 2012 sonrası bir ekonomik, hukuki, siyasal cehennemde yaşıyor.

31 Mart 2024 seçimleri, kabul etmek gerekiyor, daha özgür, daha zengin ve daha güvenli* bir Türkiye’de yaşamak isteyen herkesin yüzünü güldürdü, daha doğrusu güldürmesi gerekiyor.

Ancak, bu çok önemli mahalli idareler seçimleri başarısına rağmen Türkiye’yi hala merkezden Erdoğan ve AKP yönetiyor, bu durum da ülkenin ilk genel seçimlere ve Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar hala bir ekonomik, hukuki, siyasi bir cehennemde yaşayacağı anlamına geliyor.

CHP yönetimi bu cehennemî ortamı sonlandırmak için, umarım öne alınır, ilk seçimlere kadar çok düzgün politikalar yürütmeli.

“Düzgün politikalar”dan ne anlıyoruz, bu ifade çok kullanılıyor ama içeriği çok belli değil, herkesin kendine göre bir “düzgün politikalar” kümesi fikri var, herkesin olduğuna göre bugün bendeniz de kendi yaklaşımımı yazıya yansıtacağım.

Bazı ön kabullerim var ama bu ön kabullerim kendi çapımda ülkemi anlamaya çalışma çabalarımdan ortaya çıkıyor; bu ön kabullerimden biri de Türkiye-AB ilişkilerinin bugünkü durumunda kalması, tam üyelik müzakerelerinin yeniden başlamaması ve de tam üyeliğin gerçekleşmemesi durumunda, 2012’den günümüze ülkede yaşanan ekonomik, hukuki ve siyasi cehennemin kalıcı hale geleceği fikri, neden böyle düşündüğümü de başka bir yazıda bir kez daha yazarım.

Aşağıda yazacaklarımın, temennilerimin gerçekleşeceğine inanıyor muyum diye sorarsanız, çok da değil doğrusu ama yine de “hayali bile cihan değer”.

Bu ön kabulüm çerçevesinde çok kısa bir süre sonra CHP Genel Başkanı ve İstanbul’u ikinci kez, üçüncü kez kazanan İmamoğlu, AB ülkeleri başkentlerine ve AB’nin başkenti Brüksel’e ziyaretlere başlamalılar ve ilk seçimlerde iktidara geleceklerini, AB sürecini çok hızlandırmak istediklerini deklare etmeliler, Özgür Özel mutlaka sosyalist enternasyonali bu çizgide mobilize etmeli ve bu ziyaretler sürekli olmalı. Bunu çok önemli buluyorum, üç nedenden çok önemli buluyorum.

Birincisi, bu AB çizgisindeki çabalar bütünü önümüzdeki dönemde nasıl bir muhalefet çizgisi tutturacağı çok da kristalize olamamış CHP’yi Ankara kriterleri değil, AB kriterleri temelinde çok çok daha etkin, çok çok daha demokratik, çok çok daha insan haklarına dayalı bir muhalefet çizgisine çekecektir.

İkincisi, AB çizgisi doğrultusunda yapılacak etkin ve demokratik bir muhalefet, AKP’yi de kaçınılmaz olarak, kendisine rağmen, bugüne oranla mukayese kabul etmez bir vicdani çizgiye itecektir, zorlayacaktır ama olabildiği kadarıyla.

Üçüncüsü ise Mehmet Şimşek’in devreye kaçınılmaz olarak sokacağı istikrar politikalarının çok zorlayacağı vatandaşlar, CHP tarafından geliştirilen AB çizgisine çok daha yaklaşacaklar ve “AB tam üyelik toplumsal-siyasal partisi” Türkiye’nin en büyük siyasi partisi haline gelecektir.

Gelelim esas soruya.

CHP böyle bir çizgiye yakın mıdır?

Ne yalan söyleyeyim, çok da emin değilim.

AKP’nin ve Erdoğan’ın AB çizgisine dönmeleri artık imkânsız, kendileri için de irrasyonel çünkü evrensel hukuk devleti ilkelerine dönüşün altında önce kendileri kalır bu kadar hukuk ihlali sonrası. Yaşanan onca acıdan sonradan da “dün dündür, bugün bugündür” demek kolay değil.

Peki ya CHP?

Partinin egemen-tarihsel aklı acaba “AB’ye girelim ama onurumuzla girelim” saçmalığından vazgeçti mi, yine emin değilim.

Sanki AB genişleme sürecinde kurucu ilk altı ülke dışında sonradan tam üye olanlar, İsveç, İspanya, Portekiz, İrlanda, Finlandiya, Avusturya ve diğerleri AB’ye onursuzca girmişler gibi.

Ancak, herkes ve özellikle CHP çok iyi görmeli ki, AB tam üyelik koşulları olmadan Türkiye 28 Şubat zorbalığı ile Erdoğan otoriterliği arasında gider gelir; normalde, özgürlükte, zenginlikte, güvenlikte buluşamayız.

Bu en neşeli günlerde neden CHP’yi eleştiriyorsunuz diye soran olursa da, hakkını verelim, bugünkü siyasi yelpazede tek umut ışığı benzeri bir şey orada da ondan.

* ”Daha güvenli bir Türkiye” sadece askeri, polisiye bir hedef değil, milli güvenlik diyorsak, -hala o anlamsız anayasal MGK toplantıları yapılıyor- Türkiye yurttaşlarının tümünün güvenliği demek olmalı, günde altıya (6) çıkan iş cinayetleri, bir (1) günde ikiye çıkan kadın cinayetlerini, AB ülkelerinden, Rusya’dan “biz bu zehirli ürünleri kendi vatandaşımıza yedirmeyiz” diye dönen tarım ihracat ürünlerimizin ahlaksızca iç piyasaya sürülmesini, tarih ve medeniyet demek zeytin ağaçlarının kesilmesini de “Türkiye’nin güvenliği” kapsamında ele almak gerekiyor.

Eser Karakaş: 1953 senesinde İstanbul’da doğdu. 1964’de Moda İlkokulunu, 1973 senesinde İstanbul Saint Joseph lisesini, 1978 senesinde Boğaziçi Üniversitesi İdari Bilimler Fakültesi Ekonomini bölümünü bitirdi. Doktorasını 1985 senesinde İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde tamamlayan Eser Karakaş 1990 senesinde Doçent, 1995’de de profesör oldu. Bahçeşehir Üniversitesi İİBF Dekanlığı ve rektör yardımcılığı yaptı.2014 senesinde İstanbul Üniversitesine geri döndü, 2016 senesinde 675 sayılı KHK ile kamu hizmetinden, üniversiteden uzaklaştırıldı. 2008 ve 2023 seneleri arasında da Strasbourg Üniversitesinde dersler verdi. 2010 senesinden günümüze de Yunanistan’da ELGS’de (Avrupa Hukuk ve Yönetişim Çalışmaları) dersler vermektedir. Uzmanlık alanı kamu maliyesi, kamu ekonomisi, AB ekonomisi dallarıdır. Bir kız babası, bir kız dedesidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eser Karakaş Arşivi