Koray Düzgören
CHP: Ya Kürtlerle birlikte ya hiç
İktidar, YSK eliyle gerçekleştirdiği referandum darbesi nedeniyle içeride ve dışarıda yasadışılık tartışmaları sürerken yeni bir gündem oluşturdu. Rojava ve Şengal Kürt bölgelerine saldırdı. Ama faydası yok... Burada da başarılı olamayacak.
Ben, bu sıcak gündeme rağmen bir kez daha CHP yazacağım. Çünkü CHP, bu memleketin, meşruiyetini yitiren iktidarı kadar önemli bir sorunu olmaya devam ediyor.
Nasıl olmasın?
İyi kötü ülkenin yüzde 30’luk bir oy yüzdesinin üzerinde oturuyorlar.
Çok uzun yıllardır bu oranın üzerine çıkamadılar, genellikle de hep altında seyrediyorlar ama farketmez. Ülkenin muhalefet potansiyelinin üçte birine yakın bir güçten söz ediyoruz.
Bu güç normalde iktidar adayı olabilecek bir güç. Zaten ana muhalefet partisi demek, iktidara aday parti demektir.
Birkaç gündür Artı Gerçek’teki yazar arkadaşlarımızla birlikte CHP’yi konuşuyoruz, eleştiriyoruz ve CHP’nin niçin bir türlü iktidar adayı olamaması bir yana, ciddi bir muhalefet partisi bile olamayışının sebeplerini yazıyoruz.
Çoğumuzun değindiği ortak sorun şu: CHP bir devlet partisi ve asla değişmiyor. Kendisini devletin yerine koyduğu için de iktidarın akıl dışı, hukuk dışı, antidemokratik bütün devlet reflekslerini destekliyor.
Baskın Oran son yazısında konuyu bilimsel bir şekilde analiz etmiş.
Ona göre CHP’deki ‘İttihatçı damar’ bu partinin bütün politikalarını esir almış vaziyette.
Oran, CHP’nin Referandum sonuçlarını meşrulaştırdığıyla başlıyor, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde AKP ile omuz omuza verdiği mücadeleyi anlatıyor. CHP’nin Türkiye’nin antidemokratik gidişat sebebiyle yeniden izleme sürecine alınması kararına nasıl karşı çıktığı ile devam ediyor.
Tabii esas belirleyici konu, CHP’nin Kürt meselesine bakışındaki devletçi yaklaşımı. CHP, 1990’lı yıllardan bu yana Kürt meselesini terör meselesi olarak görüyor. Meseleye devletin yaklaştığı gibi yaklaşıyor. Dolayısıyla da Kürtlerle, Kürtlerin siyasi temsilcileri ile biraraya gelmemeye gayret ediyor. Kürt partileriyle herhangi bir konuda işbirliği ya da yakınlaşmaya girmiyor.
Kürt meselesine siyasi bir çözüm bulmak için demokratik yolların denenmesini öneren yaklaşımlara hep uzak duruyor. Bazen yaklaşıyormuş, farklı şeyler söylüyormuş ve gerçekten barışçı bir çözümden yanaymış gibi hareketlendiği de olmuyor değil. Oluyor, ama sonuç değişmiyor. Yine devletin değişmez Kürt düşmanlığı çizgisine dönülüyor.
12 Eylül sonrasında Kürtlerle ilişki
Geçmişte de değişik süreçler yaşanmadı değil. 12 Eylül darbesinin ardından diğer partilerle birlikte CHP de kapatıldı. Bu boşluğu doldurmaya aday iki parti ortaya çıktı. Bunlardan birincisi sol, sivil ve demokrat bir parti olarak kurulan SODEP, diğeri de Kemalist askerlerin kurdurduğu Halkçı Parti idi. Halkçı Parti modeli tutmadı. 1983 seçimlerindeki yenilginin ardından genel başkanlığa gelen Aydın Güven Gürkan, Erdal İnönü başkanlığındaki SODEP’le birleşti ve parti SHP adını aldı. SHP, solcuların, Kürtlerin, Alevilerin kendilerini ifade edebildikleri bir parti idi. Ta ki, 1989 yılına kadar. 1989’da 7 Kürt milletvekilinin Paris’teki Kürt konferansına katıldıkları gerekçesiyle partiden atılması, Kürtlerle ayrışmanın ilk yansımasıydı.
Atılan Kürt milletvekilleriyle birlikte bunu protesto edip partiden istifa eden milletvekilleriyle Halkın Emek Partisi’ni (HEP) bu nedenle kurmuştu.
Daha sonra aynı parti, 1991 yılında bazı Kürt politikacıları milletvekili aday listelerine koydu. Çünkü HEP’in barajı aşma şansı yoktu, SHP’nin de Kürt illerinde oy alması bu ayrışma nedeniyle imkansız hale gelmişti. SHP’nin 21 HEP’liyi bu seçimlerle parlamentoya taşıması yanlıştan dönüş işareti olarak algılandı. Ancak, HEP’li milletvekillerinden bazılarının Meclis^te Kürtçe yemin etmek istemeleri üzerine çıkan kriz, ittifakı dağıttı. 18 Kürt milletvekili partiden ayrıldı.
Sosyal demokratların Kürtlerle kurdukları son ilişki belki de bu olmuştu.
SHP, yeniden siyasal yaşama dönen CHP’ye 1995 yılında katıldı. CHP’nin Kürtler’e yaklaşımı hep mesafeli oldu. Bu devletçi çizgi günümüze kadar değişik zigzaglarla sürdü.
AKP iktidarı döneminde de CHP, hiçbir şekilde Kürtlerle ortak bir muhalefet anlaşıyı benimsemedi. Devlet, Kürtlere nasıl bakıyorsa öyle baktı.
Özetle CHP, Kürt meselesinde devletçi paradigmanın sadık bir uygulayıcısı oldu.
Bu yaklaşımı, AKP Kürt gerçeğini kabul ettiğini açıkladığı, hatta sorunun çözümü için Oslo ve İmralı süreçlerini başlattığı zamanlarda da sürdürdü. AKP’nin çözüm konusunda samimi olmadığını söylese belki bir yere kadar anlaşılabilirdi. Ama onlar çözüme temelde karşı çıkıp, devletçi paradigmadan fazla uzaklaşmamaya gayret ettiler.
Hazırlanan Kürt raporları arşivlerde
Bu arada değişik zamanlarda kendi tabanlarından ve kamuoyundan gelen baskılarla
Kürt Raporları da hazırladılar. İçlerinde meseleye çok gerçekçi çözüm önerileri getirenler de vardı ama hiçbiri, CHP’nin genel anlamda resmi Kürt politkasını değiştiremedi. Raporlar arşivde unutulmaya terkedildi.
Son yazısında İnci Hekimoğlu arkadaşımız, hazırlanmakta olan yeni bir Kürt raporundan biraz da umutlu bir ifade ile söz edince bütün bu yakın geçmişi anımsadım.
Partinin bugünkü Kürt politikasının çıkar yol olmadığını düşünen genç kuşak milletvekilleri tarafından hazırlandığı söylenen bu rapor bir işe yarar mı?
CHP’nin, Baskın Oran’ın ifadesiyle ‘İttihatçı’ politikaları değişir mi?
İnsanın hemen aklına gelen ilk sorular bunlar.
CHP’nin yapısı, programı, yaklaşımları değişmedikçe bu yapıya göre radikal kalan bu raporlar sorunun yeniden tartışılmasından başka bir işe yaramıyor maalesef.
Bu gerçeği bir tarafa koyarak bugün için şunları söyleyebiliriz:
Evet şimdiye kadar CHP böyle geldi ve anlaşılan son kararlar ve uygulamalara baktığımızda böyle de devam etmek istiyor. Hem, "Muhalefet yapacağız, ülkeyi bir diktatörün eline bırakmayacağız" diyor hem de ülkenin diğer dinamik muhalefet güçleriyle, başta Kürtler olmak üzere "işbirliği, güçbirliği yapmamakta israr ediyor. Nitekim, çalıntı referandumu kabul etmeyerek sokaklara dökülen ‘hayır’ cephesinin bir bölümünü oluşturan kendi gençlerini, partililerini dahi dışlamayı göze alarak yapıyor bunu. Devletçi refleksleri bunu yaptırıyor. Ve bu refleksler nedeniyle AKP’nin gizli koalisyon ortağı gibi davranıyor.
Bu durum sürdürülemez.
CHP, ülkenin en dinamik muhalefet gücü olan Kürtlerle arasına suni devletçi mesafeler koyarak muhalefet yapamaz. Nitekim yapamıyor da.
Kürt siyasi hareketini ve Kürtleri yok sayan, demokrasiyi ve barışı savunmayan bir muhalefet hareketi ne kurulmakta olan faşizmle ne de Türkiye’nin sürüklendiği sıcak savaşla baş edemez.
İşte "bu savaş gündemine rağmen neden CHP yazdın" sorusunun yanıtı burada.
Dilerim İnci’nin iyiser bir umutla dile getirdiği ‘dipten gelen dalga’, güçlü bir yeniden yapılanma sürecini de beraberinde getirebilir.
Referandum döneminde ortaya çıkan ‘hayır’cı dalganın daha da büyüdüğü bir ortaklaşma sürecine ihtiyaç var.
CHP yönetimi üzerine oturduğu yüzde 30’luk potansiyel muhalefet gücünü daha fazla engelleyemez.
Faşizme karşı muhalefet ya Kürtler ve diğer muhalif kesimlerle birlikte olacak ya da...