Ragıp Zarakolu
Çok satan ve çok yasaklanan yazar olarak Abdullah Öcalan
Bill Clinton’ın başkanlığı döneminde üç ülke istihbarat servislerinin işbirliği sonucu Kürdistan İşçi Partisi başkanı Abdullah Öcalan, 15 Şubat 1999 tarihinde Kenya başkenti Nairobi’de kaçırılarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetine teslim edildi. (*)
Bunun tarihteki bir başka örneği, Fransız Hükümetinin 1955 yılında Tunus’tan Kahire’ye uçakla giden Cezayir Kurtuluş Cephesi liderlerini, hava korsanlığı yaparak kaçırması idi.
Fas ulusal halk cephesi lideri Mehdi Ben Barka o kadar şanslı değildi, 1965 yılında Paris’te kayıplara karıştı. Cesedi 2000’li yıllarda Paris banliyölerinden birinde bir villanın bahçesinde bulunacaktı.
Barış süreçlerinin kurbanları arasına Paris’te öldürülen Sakine Cansız ve iki arkadaşını da alabiliriz. Fransız devleti bu işlerde sabıkalı… Eski bir Nazi işbirlikçisine, Paris’te siyasal gösteri yapan Cezayirlileri, Seine Nehrine bile döktüler. Cezayir Savaşı filmini 30 yıl yasakladılar. Sartre’ın evini bombaladılar. Cezayirlileri savunan aydınları askeri mahkemeye verdiler.
Ama Fransa, hiç olmazsa, bu liderlerle masaya oturmayı başardı.
O dönemin başbakanı Bülent Ecevit, "bize bu Amerikalılar kıyağı niye yaptılar, ben de anlayamadım" demişti. Niye mi yaptı? Kısa yoldan yanıt: masaya oturup anlaşın diye!
Aradan 21 yıl geçmiş.
Güney Afrika’da ırkçı aparthead rejimine karşı özgürlük mücadelesi yürüten, ama ırkçı rejim tarafından "terörist" olarak suçlanan, Afrika Ulusal Kongresi başkanı Nelson Mandela cezaevinde 25 yılını doldurduktan sonra, 1994 yılında Güney Afrika Cumhuriyeti başkanı olacaktı. Barışçıl geçiş sürecinin başlaması da, Clinton’ın başkanlığı dönemine denk düşmekteydi.
Yine İrlanda Barış süreci de, bu dönemde başarıyla sonuçlandı.
ABD yönetimi Öcalan’ı teslim ederken bir şart koşmuştu. İdam cezası uygulanmayacak. Öcalan sayesinde Türkiye’de idam cezasına son verildiği söylenebilir.
Cenevre Savaş Hukuku Konvansiyonu, 70’li yıllarda sadece devletler arası savaşlar değil, iç savaşlar ve ulusal kurtuluş savaşları sırasında da savaş hukukunun kurallarına uyulması gerektiğini belirterek kapsamı içine aldı.
Buna göre, Öcalan, bir savaş esiri statüsünde. T.C.’nin bunu dolaylı biçimde kabul ettiği söylenebilir. İmralı’da özel bir hapishane kurduğu için.
Ama fiili durumda ise, O ne bir savaş esiri, ne siyasal bir mahkum. Her iki durumda da uyulması gereken kurallar ve sahip olduğu haklar var. Ve bunlar keyfi biçimde bazen uygulanıp, çokça da askıya alınmaktadır.
Daha ilginç bir olgu ise, Cenevre Savaş Hukuku Konvasiyonunun, kapsam genişletme tartışmalarının 1969 Eylül’ünde İstanbul’da düzenlenen Uluslararası Kızılhaç’ın 21. Kongresinde başlamış olmasıdır.
İnşaatı Opera binası olarak başlayan, Kültür Merkezinin inşaatı 23 yılda tamamlanabilir. Uluslararası Kızılhaç Kongresi binanın açışından 4 ay sonra yapılır. Basının ilgisi ise, elbette Cenevre Konvansiyonu değil, açılışa onur konuğu olarak davet olunan Gina Lollobrigida üzerinedir! Zaten Kültür Merkezi açılışından bir buçuk yıl sonra faili meçhul bir yangına uğrar! İslamcısı, solcusu, bu nedenle tezgaha alınır.
İstanbul’da başlayan Cenevre Savaş Konvansiyonunun yenilenmesi çabasının bir sözleşme metnine dönüşmesi uzun yıllar aldı.
Clinton döneminde bir başka barışçıl çözüm çabası ise İsrail-Filistin çatışmasını sonlandırmak için gösterildi. Hatta taraflar bundan dolayı Nobel Barış Ödülü bile aldılar.
Aslında Kürt sorununun barışçıl çözümü konusunda ilk adımlar, Güney Afrika ve İsrail/Filistin Barış Süreçlerine paralel olarak 90’ların başlarında başlatıldı. Farklı Kürt siyasetleri bu sürece destek verdi.
Ama İsrail/Filistin Barış süreci gibi Kürt sorununun barışçıl çözümü süreci de birileri tarafından sabote edildi ve kesintiye uğradı.
Kürt tarafı daha sonraki çabalara da açık oldu.
Fakat tıpkı Kıbrıs sorunun barışçıl çözümü gibi, tıpkı Nagorna Karabağ/Arstagh sorununun barışçıl çözümü gibi bu iç ve dış erk odakları tarafından sabote edildi.
Çözümsüzlük, birilerinin işine geldiği için.
1999 yılında hükümet ortağı olan aşırı miliiyetçi bir partinin, şimdiki çözümsüzlük dönemimde de hükümet ortağı olması ilginç.
Bu partinin yandaşları, İmralı duruşmalarını bir gövde gösterisine, bir kin ve nefret kabarmasına dönüştürmüştü. Ama ölüm cezasını uygulatmaya güçler yetmemiş, bunu sineye çekmişlerdi.
Bu hapislik sürecinde, Öcalan’ın barışçıl çözümü savunan savunmaları kitaplaştı, bestseller oldu.
Birçok başka kitabı da yayınlandı Türkiye’de. Bunların çoğu yasaklansa da, hiç olmazsa yayınlanabildi. Bunlar da çok satanlar listesine girdi.
2009 Aralığında Ankara’da toplanan 5. Ulusal Yayın Kongresinde, Yayınlama Özgürlüğü Komisyonu çalışmalarında, Öcalan’ın kitaplarına İstanbul’da bandrol verilirken, Diyarbakır’da verilmemesi tartışma konusu oldu.
1999/2000 yılında Öcalan’ın Aram Yayınları tarafından yayınlanan 8 kitabı yasaklandı.
2001 yılında Öcalan’ın Mem Yayınları tarafından yayınlanan 4 kitabı yasaklandı.
2002 yılında Öcalan’ın Mem ve Çetin Yayınları tarafından yayınlanan 3 kitabı yasaklandı.
Aynı yıl, Melih Pekdemir’in "Öcalan Devlet mi?" kitabının mahkum olup, yazarın ülkeyi terketme durumunda kalması ilginç.
Muzaffer İlhan Erdost da daha önce eleştirel kitabından dolayi yargılanmıştı.
TC adaleti eleştiriyi bile "terörizmi meşrulaştırma olarak yorumluyordu.
Öcalan’ın 2003/4 yılında 2 kitabı yasaklanırken, Kemal Burkay Barzani ve Cigerquin’in kitapları da yasaklanacaktı. Demek ki sorun Öcalan ya da KİP değil, Kürt olgusu.
2008/10 yılına 3 yasak geliyor. 2011-12 yıllarına yine 5 yasak.
2011 yılında Aram Yayınları Editörü Bedri Adanır, TYB’nin Düşünce ce ifade Özgürlüğü Ödülü Alacaktı.
Bence Öcalan’a kitapları hem çok satan hem de çok yasaklanan bir yazar olarak, Düşünce ve ifade Özgürlüğü Ödülü verilmesinin zamanı çoktan geldi de geçti bile…
(*) Kenya'ya uzanana sürece ilişkin ilginç bir tanıklık: Savas Kalandiris, Öcalan'ın Teslimi/Gerçeğin Zamanı, Pencere Yayınları 2008.