COP27’ye doğru: AB ve Türkiye’nin iklim krizi karnesi

6 Kasım’da COP 27 başlıyor ve iklim krizine çözüm süreci gözden geçiriliyor. AB ve Avrupa ülkelerinin neredeyse tamamından zirveye katılım olacak. Benzer biçimde Türkiye’de oradaki yerini alacak.

Ukrayna Savaşı’nın dünyaya başlıca etkisi kendisini artan gıda ve enerji fiyatlarında gösterirdi. Avrupa Birliği (AB) için bu aynı zamanda başta doğalgaz olmak üzere enerjiye erişim sorunu anlamına geliyor. Rusya’nın AB’ye gaz aktardığı Kuzey Akım I ana arterini askıya alması, AB’nin Rusya’yı orta vadede AB enerji piyasasından çıkarma girişimiyle birleşti. Bunun sonucunda AB, aralarında Suudi Arabistan, Azerbaycan, Katar, Norveç gibi ülkeleri içeren enerji tedarikinde alternatif arayışına başladı.

AB’nin bu çabaları 2050’de sıfır karbon emisyonu ve 2030’da emisyon oranını 1990’lara göre yüzde 55 düzeyinde azaltma hedefine de etki ediyor. Öte yandan Paris Anlaşması’nı geç onaylan Türkiye’nin karnesi de soru işaretlerine neden oluyor. Bu hafta COP27 öncesinde AB Türkiye’nin iklim kriziyle mücadele pratiklerine bakacağız.

AB’NİN 2050’DE EMİSYON ORANLARINI SIFIRLAMA HEDEFİ NE KADAR GERÇEKÇİ?

AB’nin yayınladığı Yeşil Mutabakatı uyarınca ilk hedefi 2030’a kadar emisyon oranlarını 1990’lara göre yüzde 55 oranında azaltma. Bu hedefe ulaşılması için inşaattan enerjiye ulaşımdan tarıma kadar pek çok alan ve sektörde yeniden yapılanmanın adım adım ilerletilmesi gerekiyor.

2050’deyse AB, karbon emisyonu sıfır bir kıta olma gayretinde. Benzer biçimde AB Komisyonu’nun Nisan 2022’de yayınladığı belgeye göreyse sera gazı salımının 2030’da 2005’e göre yüzde 60 azaltılması şart. AB bu hedefleri ortaya koyarken 2050’de karbon salımının sıfır olduğu ilk kıta olma amacı taşıyordu. Ancak bu hedeflemelerin hem belirlenme süreci hem de uygulamasına gölge düşüren gelişmeler var.

İlk olarak hedefler ortak kararlara dayanıyor olsa da bazı üyelerin bu hedeflere ulaşmak konusunda şüpheleri var.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesinden önce Fransa doğalgaz ve nükleeri yeşil enerji kategorisine almayı önerdi. AB Parlamentosu, bu iki enerji türünü yeşil şemsiyesine yaklaşık beş ay önce dahil etti.

Peki bu kaynaklar gerçekten zararsız mı?

Nükleer enerji çok düşük olmakla beraber belli oranda üretim sürecinden kaynaklanacak şekilde karbon salımına neden oluyor. Daha önemlisi, yeşil olarak sınıflandırılan doğalgaz, kömür ve petrole göre karbon salım oranı düşük olsa da hidro-karbon bir kaynak. Buna karşın doğalgaz, yeşil enerji olarak tanımlandı. Bu kategorileştirme önemli, zira üyelerin AB’den aldıkları desteklerle ya da AB’nin kendisinin yürüttüğü müzakerelerle doğalgaza yatırım ve alan açılmış oluyor. Fransa’nın hazırladığı bu öneri, AB nezdinde kabul görse de özellikle Almanya cephesinde çok sert eleştirilere neden oldu. Üstelik sanılanın aksine bu öneri ocak ayında ortaya atıldı, yani Ukrayna’ya dönük Rusya işgali başlamamışken.

Bu gelişmeler “AB üyeler arası fikir birliğinden uzak ya da öyle gerçeklikten uzak hedefler koydu ki bunu esnetmek zorunda kalıyor” yorumlarına neden oluyor.

UKRAYNA SAVAŞI’YLA BERRAKLAŞAN KÖMÜR TÜKETİMİNDEKİ ARTIŞ

AB’nin hedeflemeleri içinde doğalgazın yeşil enerji olarak görülmesi tartışmalara neden olurken daha beteri denebilecek bir durum yaşanıyor. Raporlara göre kömür tüketimi hızla artıyor. Oysa kömür en fazla karbon salımına neden olan enerji türü ve kömürden vazgeçilmesine dönük hem eylem planları hem de yoğun bir çaba var. Öte yandan tuhaf pratikler bu çabaya gölge düşürüyor.

İlk olarak Hollanda kömür santrallerinin en fazla yüzde 35 kapasiteyle çalışmasını esas alan yasayı 2024’e kadar askıya aldı. Almanya 2030’a kadar kömürü ulusal sınırlarında sıfırlamak istiyordu, ancak bu yıl 21 kömür santralini yeniden açmaya karar verdi. Alman Yeşiller Partisi eski Eş Genel Başkanı da olan Habeck, Almanya'nın kömür yakıtlı elektrik üretiminden çıkma planlarına ve partisinin ilkelerine aykırı olmasına rağmen ülkenin elektrik üretimi için kömür kullanımını artırmak zorunda kalacağını vurgulamıştı.

Almanya gibi Avusturya’da âtıl durumda bekleyen ve kapatmaya hazırlandığı kömür santrallerini yeniden açacağını duyurdu. Fransa ve İtalya’da benzer biçimde termik santralleri harekete geçirecek adımların hazırlığı içinde. Ancak dikkat çekici olan aslında kömürden elektrik üretiminin AB içinde geçtiğimiz yılda yüksek olmasıydı. Avrupa Elektrik Görünümü Raporu’na göre geçtiğimiz yıl AB’nin elektrik üretiminin yüzde 15’i kömürden sağlandı. Bu yıl bu oranın daha yüksek olacağı tahmin ediliyor. Bu durum yeniden AB’nin enerji hedeflerinin sorgulanmasına neden oluyor.

Uzmanların hazırladığı pek çok raporda 2050’de hidro-karbon kaynakların kullanım oranının yüzde 49 civarında olacağı öngörülüyor. Yenilenebilir kaynaklara ayrılan pay yüzde 51. Ancak bu beklenenden daha yüksek emisyon salımı ve klasik kaynaklara bağımlılık anlamına geliyor. AB cephesinde bunlar yaşanırken Türkiye’de durum ne, ona da bakalım.

SÜRECE GEÇ DAHİL OLAN TÜRKİYE’NİN İKLİM HEDEFLERİ

Türkiye, Paris İklim Anlaşması’nı geç imzalayarak sürece geç başlayan ülkelerden biri. Ankara Paris Anlaşması’nı 2015’te imzalasa da parlamentodan ancak altı yıl sonra geçirebildi. Kısa süre sonra da Türkiye’nin iklim hedefleri ortaya kondu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 2021’de ABD tarafından yapılan Liderler İklim Zirvesi’nde Türkiye’nin 2030’a kadar emisyon oranlarını yüzde 21 düzeyinde düşüreceğini duyurdu. Hükümetin bu açılmasına karşın pek çok uzman, Türkiye’nin hiçbir şey yapmasa dahi bu oranlara ulaşabileceğini; hedeflemenin 2030 için yüzde 35 olması gerektiğini savunuyor. Öte yandan, özellikle elektrik üretiminde kömürün yüksek payı hedeflemeler konusunda soru işaretlerine neden oluyor.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın 2021’de elektrik verilerine göre Türkiye’nin elektrik tüketimi bir önceki yıla göre yüzde 8,74 artarak 332,9 milyar kWh, elektrik üretimi ise bir önceki yıla göre yüzde 9,14 oranında artarak 334,7 milyar kWh oldu. Peki elektrik üretiminde kaynakların dağılımı nasıl? Bakanlığın verilerine göre 334,7 milyar kWh elektriğin yüzde 30,9'u kömürden, yüzde 33,2'si doğalgazdan, yüzde 16,7'si hidrolik enerjiden, yüzde 9,4’ü rüzgârdan, yüzde 4,2’si güneşten, yüzde 3,2'si jeotermal enerjiden ve yüzde 2,4’ü diğer kaynaklardan elde edildi.

Bir başka anlatımla elektrik üretiminin yüzde 64,1’i, yani üç ampulden ikisi hidro-karbon kaynakların kullanımıyla yanıyor. Üstelik yenilenebilir kaynakların göreli olarak payı artsa da kömürde ciddi bir gerileme olmuyor. Dahası Türkiye’nin kömür üretimi ve ithalatında da ciddi bir düşüş söz konusu değil. Kısacası Türkiye’nin bu konuda AB’nin daha gerisinde olduğu söylenebilir.

Özetlemek gerekirse 6 Kasım’da COP 27 başlıyor ve iklim krizine çözüm süreci gözden geçiriliyor. AB ve Avrupa ülkelerinin neredeyse tamamından zirveye katılım olacak. Benzer biçimde Türkiye’de oradaki yerini alacak. Ancak zirvede cümle kurmadan, gezegenin geleceği konusunda gözyaşlarına sarılmadan önce her ülkenin ve bölgenin samimiyet sınavına bakmak gerekecek. Yoksa Mısır’da verilen sözler evlere dönüldüğünde unutulup ‘nerede kalmıştık’a neden olabilir. Gezegen için kritik eşik olan 1.5 derecenin üzerinde bir sıcaklık artışı yaşandığıysa göz yaşlarının bizi kurtarmayacağını hatırda tutmakta fayda var.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi