Veli Büyükşahin
Çorum'da Veli Solmaz Dede'nin yakıldığı fırın daha sönmedi
37 yıl önce…
İktidarda Demirel hükümeti var. Dışarıdan Erbakan’ın Milli Selamet Partisi ile Türkeş’in Milliyetçi Hareket Partisinin desteğiyle ayakta kalan bir azınlık hükümetidir bu.
Ortalık karışık, sokaklarda çatışmalar var, kan akıyor. Kısa süre öncesinde 77 1 Mayıs ve 78 de Maraş katliamları yaşanmış ancak yinede toplumsal muhalefetin geleceğe dair umutlarının güçlü olduğu bir dönem.
Bir taraftan da 12 Eylül askeri darbesinin saati çoktan işlemeye başlamış, hazırlıklar için gerekli adımlar bir bir atılıyordu.
Bu arada Çorum'da da gizliden gizliye, sessizce, kimseye fark ettirmeden önemli gelişmeler yaşanıyordu. Devlet kadrolarını yeniden tahkim ediyor, değişiklikler yapıyordu.
Dersim'de Alevilere ve solculara sert tutumuyla bilinen Nail Bozkurt Çorum Emniyet Müdürlüğüne getirilmiş, Rafet Üçelli ise vali olarak atanmıştı. Ayrıca il müdürlüklerine ve kamu kurumlarına yeni atamalar, görevlendirmeler yapılmış, emniyet personelinde yeni düzenlemeler ile kimisinin görev süresi uzatılırken, kimisi de ayak bağı olur gerekçesiyle başka yerlere görevlendirilmişti. Yani gitmesi gerekenler gitmemiş, gelmesi gerekenler gelmemişti. Okullar gibi birçok kamu kurumunda da benzer değişiklikler yapılmıştı.
Ankara da Gün Sazak’ın öldürülmesiyle zaten huzursuz olan Çorum'da gerginlik daha da artmıştı. İlginç olan Sazak’ın öldürüldüğü Ankara da değil esas tepkilerin Çorum'dan yükseliyor olmasıydı.
Her şey tamam, senaryo hazırdı. Film başlayabilirdi artık.
27 Temmuz 1980 den başlayarak Ağustos'un ortalarına kadar sürecek katliam, işkence, yakma ve yağma başlamıştır artık. En büyük vahşetler 3-4 Temmuz da yaşandı ama orada bitmedi Ağustos’un sonlarına kadar kırsal kesimlere sıçrayarak devam etti
İslamcı Gençlik, Ülkücü Gençlik gibi imzalarla bildiriler dağıtılıyor, camilerden anons ve çağrılarla inananlar cihada çağrılarak cennetler müjdeleniyordu.
Bildiri ve anonslarda Aleviler ile solcuların daha inşaat halinde olan Alaattin Camisine bomba attıkları, Müslüman kadınların namuslarına dil uzattığı söyleniyordu. Devletin resmi kanalı TRT bile camiye bomba atıldığını sık sık anonslarla geçiyordu.
Saldırgan guruplar yolları kesiyor, kimlik kontrolleri yapıyor, insanları kaçırıp işkencelerle katlediyorlardı. Alevilerin ve solcuların oturdukları mahallelere iki üç koldan saldırılar yapıp evleri, işyerlerini yakıyor, yakaladıklarını katlediyor, ganimet anlayışıyla yağma yapıyorlardı. Çorum Gazetesi ve Bahar Kitabevi de saldırılardan nasiplerini alıyorlardı. Vahşet öyle boyutlara ulaştı ki bir Alevi Dedesi olan Veli Solmaz ile arkadaşı Ahmet Doğan mahalle fırınında yakılarak katlediliyordu.
Aleviler ve her fraksiyondan sol hareketler direniş komiteleri kurup barikatlarla mahallelerini savunmaya geçmişlerdi. Başka yerlerde kendilerini güvende görmeyen solcular ve Aleviler ya bu mahallelere sığınıyor ya da kırsal kesimdeki köylerine ulaşmaya çalışıyorlardı.
Valilik ve Emniyet, saldırganları engelleyeceğine tam tersine onlara yardım ediyor, barikatları kaldırtıp mahalleleri saldırıya açık hale getirmeye çalışıyorlardı. Kimi zamanda bizzat saldırıların içinde yer alıyorlardı.
Öyle ki İçişleri Bakanı Mustafa Gürcügil "Çorum olayları solun bir tertibidir ve devleti yıkma eylemlerinden biridir. Devlete destek düşüncesiyle hareket eden sağ bir grup, bunların karşısına çıkmıştır" diye açıklama yapmaktadır.
Darbeci generallerden Cilasun şehre gelip "Biz gerekli yerlerden emir aldık. Milönü’ne tanklarla girip olaylara son vereceğiz" diyor. Milönü dediği saldırganlara karşı kendilerini korumaya çalışan bir mahalledir.
Mecliste Ecevit, hükümeti suçlarken, Demirel "Çorum'u bırak Fatsa’ya bak" diyordu. Fatsa ise 14 Temmuz da nokta operasyonu ile dümdüz edilerek belediye başkanı Fikri Sönmez'in işkenceyle katledildiği bir ilçeydi.
İki tarafta Maraş katliamından dersler çıkarmıştı. Saldırganlar barikatları kaldırtıp büyük bir katliam yapmak istiyorlardı. Aleviler ve sol hareketler ise yeni bir Maraş’a izin vermemekte kararlıydılar.
Ağustosun sonlarına gelindiğinde 60’a yakın ölüm, yüzlerce yaralı, yakılmış-yıkılmış yüzlerce ev işyeri ve Çorum'dan göç eden bine yakın aile.
Olaylar durulmuştu artık. Senaryo işlemiş, Çorum rolünü oynamış ve 12 Eylül Askeri darbesine az kalmıştı. 8 Temmuz'da Kenan Evren ve ekibi kentte gelip olanları yerinde bile inceleme fırsatı bulmuştu.
Yukarıda kısaca olayı anlatmaya çalıştım. Odaklanmak istediğim bu katliamla ne yapılmak istendiği ve arkasında hangi güçler olduğu değil aslında. Katliamdan önce Amerikan elçiliğinde görevli Peck’in yaptığı görüşmeler, toplantılar, hatta dönemin CHP'li Çorum belediye başkanının bu görüşmeyi "devlet sırrıdır açıklayamam" demesini de tartışmıyorum. Bunların üzerinde ayrıca durulabilir. Bu tür katliamların arkasında her zaman karanlık güçler olmuştur.
Esas üzerinde odaklanmamız gerekenin bu vahşi eylemlere katılan sıradan insanların nasıl bu hale geldiğidir. Bunu hiç tartışmıyoruz. Karanlık güçler değerlendirmesi yapıp çıkıyoruz işin içinden.
Ermeni katliamından Dersim’e, 6-7 Eylül olaylarından Maraş’a, Çorum'dan, Sivas’a hepsinde karar vericiler, işin arkasındakiler tüm planlarını bu sıradan insanlar üzerinden yapıp istedikleri sonucu almıyorlar mı?
Can alıcı nokta sağımızda, solumuzda, günlük ilişkilerimizin sorunsuzmuş gibi devam ettiği sıradan insanların bu katliamlardaki vahşice davranışlarıdır. Bu insanlar kapı komşumuzdur, uzaktan değil, gökten değil yanı başımızdan çıkıp gelirler. Dehşet ve insanlık adına utanç verici kinlerini dışa vururlar. Sıradan bir ölümü bile fazla görürlere size.
Her gün ekmek aldığınız fırında tıpkı Veli Solmaz Dede gibi bu sefer siz yanarsınız. Düne kadar beraber iş yaptığınız, tavla oynadığınız tanıdık biri işyerinizi ilk yağmalayandır. Katiliniz, uzağınızda değil yanı başınızdadır. Geride bıraktığımız yakın tarihimizde bu durumlara verilecek o kadar çok örnek var ki anlatmakla bitmez.
En küçük bir yönlendirmeyle dahi kitleler galeyana gelip yeni katliamlara imza atmaya hazırlar her daim.
6-7 Eylül, Maraş, Çorum, Sivas gibi olayların arkasındaki derin güçleri tartışıyoruz sürekli ama hemen benzin bidonlarıyla, baltalarıyla koşup gelmeye hazır sıradan insanları görmezden geliyoruz. Çözmemiz gereken bu değil mi? Sıradan insanları bu hale getiren nedenleri neden tartışmıyoruz? Rakel Dink’in dediği gibi bir çocuktan bir katil nasıl yaratılıyor?
Katliamların altyapısını oluşturmak, kitleleri harekete geçirmek için "Bayrak yakıldı" "Camiye bomba atıldı" gibi kışkırtıcı söylemler çokça kullanıldı ama bunların hiç biri gerçek değildi. Galeyana gelen bu kitlelerde bunun kendilerini kışkırtmak için ortaya atılan yalanlar olduğunu kabul ederler. Bu gerçeği kabul etmeleri bizi ne kadar rahatlatabilir ki? Bu gün aynı yalanlarla aynı kitleler yine balta ve benzin bidonlarıyla yakmaya yıkmaya hazır beklemiyorlar mı? İktidar bu kitlelerle tehdit etmiyor mu?
Önce yanı başımızdaki bu ‘sıradan insanla’ yüzleşmeli sistemi buradan başlayarak çözmeli, tedbirleri öyle almalıyız.