Aydın Selcen
Cumhuriyete beton dökmek için demokrasiye bir yıl ara
Yüksek Seçim Kurulu’nun yapmakla yükümlü olduğu tek işi var: Seçimi yurt genelinde ona söylenen günde düzenlemek. Muhalefetin siyaseten yapması gereken tek işi var: Seçimin ertelenmesini önlemek. YSK’nın yükümlülüğü yasal ve teknik. Muhalefete düşense anayasal ve politik.
Bu yalın gerçeği dile getirdikten sonra “ama” diye devam edilerek dile getirilecek her öneri, iyi niyetli de olsa, gerek anayasanın gerek siyasetin dışına düşer veya karşısında (“anti”) olur. Bunun ötesinde YSK açısından olası bir hükümet darbesi girişimine ortak veya alet olmak da demektir. İlkinin sonuçları siyasi, ikincisininki hukuki olacaktır.
Kaldı ki seçimleri ertelemek ne cumhurbaşkanının ne YSK’nun yetkisi dahilinde. Seçim erteleme kararı ancak TBMM tarafından o da ancak savaş halinde alınabilir. Seçimi zamanında yapmak, güdük de olsa eldeki demokrasinin biricik temeli ve güvencesi. Seçimin yenilenmesi “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesini tazelemekken, seçimin ertelenmesi halkın egemenliğinden kaçınmak demek.
Dolayısıyla muhalefetin ne bir saptama yapmak, deprem bölgesinden fotoğraf çekip YSK’na ve/veya iktidara (iktidar bu rejimde tek adamda cisim bulduğuna göre) cumhurbaşkanına yol göstermek, değerlendirme paylaşmak, çözüm yolu önermek, akıl vermek gibi bir ödevi yok. Bunu yapması hücuma çıkarken, kendi kalesinde şok gol görmenin ötesinde ülkemizde geriye kalan anayasal düzenin temeline dinamit koymakla eşdeğer olur.
Büyükelçi Rıza Türmen şöyle https://t24.com.tr/yazarlar/riza-turmen/deprem-secimleri-erteleme-nedeni-olabilir-mi,38786 diyor: “Depremde hükümetin politikaları, ihmalleri, liyakatsizliği nedenleriyle çok fazla sayıda insanın yaşamını yitirmesi, mevcut ekonomik krizle birleşince, halkta iktidara karşı büyük bir öfke birikimine yol açtı. Bu öfke henüz bir toplumsal eyleme dönüşmemişse, bunun nedeni yakın bir gelecekte iktidarı seçim yoluyla değiştirmek seçeneğinin mevcut olması.”
Başka deyişle yahut benim düzayak çevirimle, bunun anlamı “çanak çömlek patladı” denilerek girişilecek bir seçim ertelemesi yani hükümet darbesi girişiminin, o mecazi çanak ve çömleği halkın iktidarıyla muhalefetiyle siyasetin –deyim yerindeyse- “kafasında kırması” sonucunu verecek. Ve bu, biraz sağduyu sahibi her yurttaşın mutlaka önüne geçmek için çabalaması gereken korkunç bir olasılık.
Verili anda iktidar ya gerçekten geri basmış, ya henüz tereddüdü aşamamış veya yine alelusul kolpa peşinde olduğu izlenimi veriyor. Yahut darbeyi vuracak, hamleyi yapacak (YSK’na yaptıracak) en uygun zamanlamayı kollamakta. Erdoğan’ın sürekli “bir yıl izin istemesi” her zihinde soru işareti yaratmalı. Zira o “bir yıllık iznin” bu kez sandıktan çıkmayacağı bellidir. “İzin”, siyasetten “izne çıkıp”, anayasal ve siyasal bir “vakum” yaratmak anlamına gelir.
Esasen hükümet darbeleri de o vakumlarda gerçekleşir. Belki vakumun kendi, adı konmamış darbedir. Örnek vermek gerekirse devrimi yapan Lenin’di ama devrimin gerçekleşmesi için darbeyi vuran Troçki’ydi. On yıl sonra Troçki aynı darbeyi bu defa Stalin’e karşı yapmayı denediğinde başarısız oldu. Zira Stalin dersini çıkarmış ve gizli polis teşkilatıyla gereken önlemi almıştı. Ama aldığı “önlem” de henüz onuncu yılında da SSCB’nin sonunun belli olduğunu ortaya koymuş oldu, kendi sonunu belki elmanın içindeki kurt gibi kendi hazırladı.
ASRIN FELAKETİ DEĞİL ASRIN İHMALİ VE İHANETİ
Temennide bulunmakla siyaset yapmak ve politika üretmek farklı kavramlar. Dayanışmayı kalıcı kılmaya çalışmak, o ruhu diri tutmak yeniden toplum olabilmemiz için önemli. Ama aynı zamanda gerek alanda gerek salonda yani siyasette bugün uygulanabilecek çözümler hibrit, bütünleşik ve akılcı olmak zorunda. Güzel yarınlar bugünden planlanmalı. Ama güzel yarınlara gidecek yola da bugünden çıkılmalı. O yolun doğru taşları şimdiden döşenmeli. Planlamaya geçebilmek için afallamamak ve önce bugünü kurtarmak zorunlu.
Nasıl seçime üç ay kala anayasa değişikliği konuşulamayacaksa, seçime üç ay kala bin yıllık geçmişe sahip kentlerin yeniden kurulması için deprem bölgesine kazma da vurulamaz, vurdurulmamalıdır. Emre Arolat’ın tasarladığı Antakya’daki Müze Oteli’nin, AB’nin Adıyaman’daki Kommagene Kültür Merkezi’nin, Maraş'taki İMO binasının nasıl ayakta kaldığından, Erzincan’ın 1939 ve 1992 depremlerinin ardından nasıl ve nerede kurulduğuna alınacak dersler çok. Sarsıntı yalıtıcısı üretiminden, karbon polimerle yapı güçlendirmesine ufkumuzu da geniş tutmalıyız.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Özgür Özel, geçen gün bağlandığı HalkTV yayınında afetin ilk günlerinden itibaren devletin yapamadığını (başta üç büyük kentin belediyeleri) nasıl yerel yönetimlerin ve sivil dayanışmanın yaptığını aktarıyordu. Gökçe Kösedağı da MedyascopeTV’de paylaştığı bölgeden izlenimlerinde İspanya’nın sahra hastanesinin nasıl saat gibi işlediğine dikkat çekiyordu. Bu ve benzeri örnekler üzerinden de neyi doğru neyi neden eksik ve yanlış yaptığımızı iyice düşünmeliyiz.
Özcesi odak, asrın felaketi değil asrın ihmali ve ihaneti olmalı. Muhalefet değil seçimin ertelenmesine ortak olmak, yarın hatta hemen bugün seçim talep etse yeri. İster 14 Mayıs’ta, ister 18 Haziran’da olsun o ihmal ve ihanetin biletini seçmen kesecek. Sonrasındaysa, bir sohbetimizde Kemal Can’ın başka bağlamda veciz biçimde ifade ettiği üzere “kurarken hayalci, yaparken akılcı” olunmalı. Benim ifademleyse “özenilen mükemmel, makulde mümkün olabilecek iyinin düşmanı” olmamalı.
Aydın Selcen: 1969’da İstanbul’da doğdu. 1988’de Saint Joseph Lisesi’ni ve 1992’de Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdi. Aynı yıl girdiği Dışişleri Bakanlığı’nda, ikinci onyılı Irak’ta veya Irak üzerine olmak üzerine yirmi yıl çeşitli kademelerde ve büyükelçiliklerde meslek memuru olarak çalıştı. 2010’da Türkiye’nin ilk Erbil Başkonsolosu atandı. 2013’te memuriyetten istifa etti. Birbuçuk yıl Genel Enerji petrol şirketinde siyasal danışmanlık yaptı. ArtıTV, ArtıGerçek ve MedyascopeTV’de yazıyor ve yayın yapıyor. “Gözden Irakta” adlı kitabı İletişim Yayınları’ndan 2019’da çıktı. Galatasaray Kulübü üyesidir. Alaz adında bir kızı var.