Hoşgeldin siyaset!

Nihayet siyasete başlamışa benzeriz. Teorisi ve pratiği bir arada üstelik. Tombul mabadlarımıza Akşener’den yediğimiz sert tekmeyle o yola koyulmak belki çoklarımızı rahatsız etti. Ama sanırım ardından gelen el sıkışması için o tekmeyi de yememiz gerekti.

Hep söylediğim üzere bizim kültürümüzde toplantı yapmak, işin arasında zaman kaybı sayılır. Saatlerce süren çok katılımcılı toplantıların ardından kaş-göz edilip bir köşeye çekilerek asıl konular ikili ele alınır. Toplantıda el kaldırıp söz isteyerek herkesin önünde dile getirilecek meselenin, hele önemliyse, mutlaka kenarda fiskosla çözümü denenir. Hatta toplantıda tutumunu açıkça ortaya koymak amatörlük addedilir. Diplomasi sanılan havanda su dövmek, ipe un sermek olunca, süreç işin önünde gider, işin kendine dönüşür.

Sanki ağız dolusu gülmek yadırganacak bir davranış biçimiymişçesine “karı gibi ne gülüyon lan” yaklaşımı da bu kalemdendir. Duygular denli düşünceler de asla doğrudan, açıkça dışa vurulamaz. Satır aralarına saklanır, ihsas ettirilir veya ima edilir. Yüksek sesle konuşulurken pantolonun duble paça olup illa kıvırma payı bırakılması incelikli müzakere sanatına hakimiyet sanılır. Dosyaya hakimiyet yani ne konuştuğunu bilmekse, ancak kariyer kaygısı güdemeyecek hamalların işidir.

Çünkü yemeğin mutfakta pişmesi, her zaman sofraya konulup, birlikte ziyafet çekilmesinden önde gelir. Yemek masası, önem sırasında mutfak tezgâhının gerisinde kalır. Ev davetlerinde en tatlı muhabbetler salonda veya masada bir aradayken değil mutfakta baş başayken döner. Uzatmayalım, bizim yerli ve milli müzakere usulünde, üzerinde henüz ilk günden ama kapalı devrede aşağı yukarı uzlaşılmış ilke ve koşullar da işte sürecin çökmesine ramak kala kayıt altına alınarak, beyaz kağıda siyah mürekkeple alt alta yazılır ve “çözüm bulundu” nidalarıyla muştalanır.

Tersten söylersek, çözüme ulaşılması ancak ve ancak çöküşe ramak kala olasıdır. Bu yaklaşım, erdem olarak bilinir. Oysa siyasette bazen köprübaşı tutmak için gemileri yakmak da bir yordam olabilir. Osmanlı çökerken bazı önde gelen siyasetçilerin Babıali için “işe önce burayı yerle bir ederek başlamalı” dedikleri aktarılır. Görüldüğü üzere, buraya dek bendeniz de yukarıda neleri eleştirdiysem onları yaparak peşrevi tamamladım, hoşça vakit geçirdiyseniz şimdi müsaadenizle eseri icraya geçiyorum efendim.

12 MADDELİ BİLDİRGE NE ANLATIYOR?

Son notadan üflemeye başlarsak sarayın file bekçisi Uçum’un kasketini de uçuran (mahut?) 12. madde için Akşener’in gönlünün alınması kabilinden idare-i maslahat olduğu yollu yorumlar yapıldı görebildiğim kadarıyla. Ben o maddenin yazılışının ve öncesinde İmamoğlu ve Yavaş’ın “Millet İttifakı’nın (yani CHP’nin değil) belediye başkanları olduklarını” belirtmelerinin ve bizatihi etkin arabuluculuk üstlenmelerinin onları yerelden merkeze, yalnızca hizmetten ibaret olduğu (ki o da yanlış) ileri sürülegelen belediyecilikten, siyasete taşıdığını düşünüyorum.

Herhalde milletvekilleri CHP listesinden seçime girecek (yeni seçim yasasının nasıl olup da 6 Nisan’dan değil 10 Mart’tan itibaren geçerli olacağını da Uçum’a sormalı) 4 partinin aynı zamanda Kılıçdaroğlu’nun adaylığı için karşı ağırlık oluşturacakları varsayılamazdı. Sözkonusu 4 partiden İslâmcı geçmişe veya kimliğe sahip üçünden has demokrat çıktığına kani olup, Akşener’in İYİP’inin “faşist!” olduğundan kuşku duymamak ise ayrı bir patoloji. Davutoğlu’nun “şoför koltuğuna altı kişi yan yana sıkışmak ama ehliyetin tek kişide olması” yaklaşımı da yönetilmesi gereken bir başka sınamaydı.

İşte 12. madde bu gerilimlerin çözümüne de zemin oluşturmuşa benzer. Liderlere cumhurbaşkanı yardımcılığı, her partiye (görevden alınmaları da kendi parti başkanlarında olacak şekilde sigortalı) birer bakanlık ayrılmış. Doğrusu epeyce Lübnan, Irak kokan “vatani hükümet” çözümleri sanki bunlar. Kılıçdaroğlu Beştepe’de değil Çankaya’da oturacak ama sistem Beştepe?

Ayrıca bu 12 maddelik belge siyasi, hukuki değil. Bağlayıcılığı olmayan bir centilmenlik anlaşması. Rejime göre tek kişinin dediği oluyor, o da cumhurbaşkanının kendi. Buradan bakınca Akşener’in çıkışının siyaseti silkeleyip, dernekçilikten, kongrecilikten, kulisçilikten çıkararak kendine getirmek gibi hayırlı bir sonucu oldu. Saadet Partisi genel merkezi önüne biriken her siyasal renkten kalabalık, adınca halk da yurttaşın siyasete geri döndüğünü ortaya koydu.

Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı seçildiğinde, seçilirse CHP genel başkanlığından ayrılmayacağı da anlaşıldı. Buna karşılık Akşener beş parti liderinin de milletvekili seçimine girmeyip cumhurbaşkanı yardımcısı olarak Kılıçdaroğlu tarafından atanacaklarını ifade etti. Aynı zamanda yapılacak görevin içeriğinin de iki büyükşehir belediye başkanı/cumhurbaşkanı yardımcısından farklı olacağını da ekledi. İstişare ve icra farkını öne çıkardı.

BURADAN ÖTEYE YOL VAR MI?

Ne tek tek ne birlikte çok güzeliz. Zaten ne bir örnek olmaya, ne güzel görünmeye gerek var. Önce hukuk devletinin eşit yurttaşları olabilsek yeter. Sonrasına da sonra bakarız. Cumhuriyetimizi yüzüncü yılında demokrasiyle taçlandırmanın yordamı siyaset. Nihayet siyasete başlamışa benzeriz. Teorisi ve pratiği bir arada üstelik. Tombul mabadlarımıza Akşener’den yediğimiz sert tekmeyle o yola koyulmak belki pek çoklarımızı rahatsız etti. Ama sanırım ardından gelen el sıkışması için o tekmeyi de yememiz gerekti. Siyaseten yani. Öyleyse, hoş geldin siyaset!


Aydın Selcen: 1969’da İstanbul’da doğdu. 1988’de Saint Joseph Lisesi’ni ve 1992’de Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdi. Aynı yıl girdiği Dışişleri Bakanlığı’nda, ikinci onyılı Irak’ta veya Irak üzerine olmak üzerine yirmi yıl çeşitli kademelerde ve büyükelçiliklerde meslek memuru olarak çalıştı. 2010’da Türkiye’nin ilk Erbil Başkonsolosu atandı. 2013’te memuriyetten istifa etti. Birbuçuk yıl Genel Enerji petrol şirketinde siyasal danışmanlık yaptı. ArtıTV, ArtıGerçek ve MedyascopeTV’de yazıyor ve yayın yapıyor. “Gözden Irakta” adlı kitabı İletişim Yayınları’ndan 2019’da çıktı. Galatasaray Kulübü üyesidir. Alaz adında bir kızı var.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aydın Selcen Arşivi