Kılıçdaroğlu'nun dış politika yolu açık

Ortak programda tepeye “AB’ye üyelik hedefinin” yazılması, kalan tüm işlerin ona göre biçimlendirilmesini bir bakıma zorunlu kılıyor. Diyalog ve çok taraflı diplomasi de öne çıkartılan iki araç ve Yunanistan’la taze bir başlangıç için ortam uygun.

Millet İttifakı’nın ortak cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu’nun HDP ile TBMM’de görüşmesi çok olumlu bir gelişme. Farklı önem ve anlam taşısa da neredeyse eşzamanlı biçimde Mehmet Şimşek’in ve Fatih Erbakan’ın Erdoğan’ın davetini geri çevirmeleri de öyle. Kılıçdaroğlu’nun evinin mutfağından yaptığı (teşbihte hata olmaz, Roosevelt’in II. Dünya Savaşı’nda radyodan ABD halkıyla keza evinden paylaştığı “ocakbaşı sohbetlerini” çağrıştıran) son yayınının içeriği de umutları tazeleyici nitelikte.

14 Mayıs’tan sonra işbaşı yapması umulan yeni iktidar (“hükümet” diyemiyoruz zira başkanlık sistemindeyiz ama Altılı Masa’nın yapısı gereği yalnızca “yeni başkan” da diyemiyoruz, açıkçası en azından ben kendi adıma tam olarak ne demem gerektiğini bilemiyorum, belki “yeni yönetim” yahut “yeni yönetici ekip/kadro” demeli) her yönüyle, maddi ve manevi bir enkaz devralacak. Erdoğan parti-devlet kurup cumhuriyeti dinamitlerken, deprem de parti-devleti yıktı.

ABD doları cinsinden 400 milyarı aşan borç, 120 milyarı aşan dış ticaret açığı, 150 milyarı bulacak deprem hasarı ve 100%’e gelmiş enflasyon. Bir yandan makro-dengeleri oturtmaya, aynı zamanda hane halkını rahatlatmaya yönelecek politikaları uygulamak çelişkisinin yönetilmesi. Defterlerinin içinden çıkılması güç ve muhtemelen defteri hiç tutulmamış mali ve diplomatik işlerin düzene sokulması. Yargının ve eğitimin elden geçirilip, demokratik cumhuriyetin çağdaş rotasına oturtulması.

Buna karşılık son düzlüğünde olduğumuz “saltanat sonu ortamı” (“ambiance fin de regne”) yeni yönetime özellikle dış politika ve ulusal güvenlik alanlarında pek çok fırsat da sunuyor. Yukarıda değindiğim üzere deprem parti-devleti yıkarken, aynı parti-devlet diplomatik mıntıka temizliği yapıyor. Doğru değerlendirilirse, yakın çevremizdeki pek çok gelişme ulusal güvenlik çıkarlarımıza zaten kendiliğinden hizmet ediyor.

Güneyde ve doğuda belâlı komşulardan Bağdat 2003’ten, Şam 2011’den bu yana oyun dışı. Irak ve Suriye çökmüş devlet durumunda. Tahran’ın başı İslamcı diktatörlüğe karşı özgürlük talebiyle ayaklanan halkıyla dertte. İran nükleer silâh edinme çılgınlığına yeltenecek olsa dahi Türkiye NATO savunma çatısı altında. Rusya’nın Ukrayna’yı işgale giriştikten sonra düştüğü durum ortada. Üstelik Finlandiya’nın NATO üyeliği sırtımızdan yük alacak.

Batı tarafında Osmanlı yıkılırken çok uğraştığımız Yunanistan ve Bulgaristan bugün NATO müttefiklerimiz. Aramızda sorunlar bulunan Yunanistan ve Ermenistan’ın dışişleri bakanları depremin ardından ülkemizi ziyaret etti. Her ikisi de depremin ardından yardımımıza en içten ve en ivedi koşan ülkeler oldular. Hem Ermenistan hem Gürcistan, Rusya’nın boyunduruğundan çıkıp, yüzlerini Batı’ya dönüyor.

Hangi gerekçelerle olursa olsun, giderayak Erdoğan BAE, Suudi Arabistan ve İsrail’le arayı düzeltti. Mısır ve Suriye’yle olumlu yönde gerçekçi adımlar attı. Libya’da frene bastı. S-400 konusunda dahi adı açıklanmayan ancak tepeden izin almadan konuşamayacağı belli olan bir yetkili öz kaynaklarla üretilen Hisar hava savunma sistemine dikkat çekerek, “artık ihtiyaç kalmadığını” dile getirebildi.

Kıbrıs dosyası yerinde sayıyor ve “Suriyeliler” başlığı altındaki ülkemizdeki düzensiz göçmenlerin geleceği meselesi çetrefilli. Buna karşılık, diğer süregiden “terörle mücadele” konusu HDP’nin desteğiyle seçilecek Kılıçdaroğlu döneminde yeni bir aşamaya geçebilir. İçeride HDP’nin nihayet meşru paydaşa dönüşmesi kendiliğinden Kandil ve İmralı’yı arka plana itebilir. Sınır ötesinde özellikle Suriye ama Irak’ta da Kürt siyasal oluşumlarına hasmane bakış yerini işbirliği zemini aramaya bırakabilir.

Zaten ortak programda tepeye “AB’ye üyelik hedefinin” yazılması, kalan tüm işlerin ona göre biçimlendirilmesini bir bakıma zorunlu kılıyor. Diyalog ve çok taraflı diplomasinin de öne çıkartılan iki araç olacağı görülüyor. Kıbrıs ve Yunanistan’la diyaloga girmeden AB’ye üyeliğinde ilerleme olamayacağına göre işe nereden başlanacağı belli. Yunanistan’la taze bir başlangıç için ortam fazlasıyla uygun.

Kılıçdaroğlu “paradigma değişikliği” gibi bir iddiada bulunuyorsa, herhalde dış politikayı da “liyakat” adı altında “tedvire memurluğa” indirgemeyecektir. Dış politikada efsanenin yerini hafıza almalı. Beklentim, bir anlatı uydurup onun peşinden koşulması yerine, içeride oluşacak yeni anlatının dışarıda somut iş odaklı kullanılması yönünde. Kısa erimde yeni yönetimi rahatlatacak iki somut sonuç AB’den vizesiz seyahat ve gümrük birliği güncellemesi kazanımlarını elde etmek olur.

Kılıçdaroğlu’nun Dışişleri Bakanlığı’nı hangi genel başkana bırakacağı ve yeni bakanın kim olacağı da dikkatle izlenecek çok daha basit ama önemli bir gösterge. Bunun üzerine bugünden tahmin yürütmek güç ama “ne önemi var” diyerek geçiştirmek de yerinde olmaz. Zira yalnızca dışarıdan yapılan siyasal atamaların değil, içeriden türeyen müptezellerin de mevsimi geçmeden budanması ağacın sağlıklı büyümesi için elzem olacak.

*BİRİKİM’in Şubat-Mart çift sayısında çıkan “Yeni Bir Dış Politika İçin Notlar” başlıklı yazıma dileyen okurlar dergiyi edinerek göz atabilir.


Aydın Selcen: 1969’da İstanbul’da doğdu. 1988’de Saint Joseph Lisesi’ni ve 1992’de Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdi. Aynı yıl girdiği Dışişleri Bakanlığı’nda, ikinci onyılı Irak’ta veya Irak üzerine olmak üzerine yirmi yıl çeşitli kademelerde ve büyükelçiliklerde meslek memuru olarak çalıştı. 2010’da Türkiye’nin ilk Erbil Başkonsolosu atandı. 2013’te memuriyetten istifa etti. Birbuçuk yıl Genel Enerji petrol şirketinde siyasal danışmanlık yaptı. ArtıTV, ArtıGerçek ve MedyascopeTV’de yazıyor ve yayın yapıyor. “Gözden Irakta” adlı kitabı İletişim Yayınları’ndan 2019’da çıktı. Galatasaray Kulübü üyesidir. Alaz adında bir kızı var.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aydın Selcen Arşivi