Aydın Selcen
Plan yapmayın plan, gitmez Kürdistan’da
Başlık hiç de dinlemediğim İsmail Türüt'ün bir türküsünden apartma. Sözkonusu türkünün akılda yer edebilecek tek özelliği belki dünyada "jeostratejik" izlekli biricik folklor güftesini barındırmasında. Geçen defa burada "Kürdün petrolü, helikopteri, nişanı" başlığıyla son dönemde peşe gelen yahut üst üste oturan üç gelişmeyi yorumlamaya çalıştım. Şimdi bunlara SDG komutanı Mazlum Kobane'ye Süleymaniye'de suikast girişimi (ve petrol konusunda Erbil ile Bağdat arasında varılan uzlaşı da) eklendi.
Doğrudur, devletler her zaman doğruyu yapmakla yükümlü değil. Kendine yarayanı yapacaktır, ulusal çıkarı neyi gerektiriyorsa, ulusal çıkar olarak ne belirlediyse onu korumak için davranacaktır. Buna özetle "benim köftem nerede?" yaklaşımı diyorum ben. Bazen de "ben bu hengâmeden nasıl çıkarım" yahut "ben bu badireyi en az hasarla nasıl atlatırım" diyecektir. Risk alınacaksa da temkinden yana yanılarak almayı yeğleyecektir, yani "vatan mevzubahisse gerisi teferruattır" değil. Tüm bunlar gayet bilindik ve anlaşılır.
O zaman bu çerçeveden bakarak Mazlum Kobane'yi ve PYD yöneticilerinden İlham Ahmed'i Süleymaniye'de öldürmeye kalkışmak yahut yanlarında ABD'li askerler olduğu cihetle SİHA'dan uyarı atışı yapmak hangi çıkarı, ne yolla korumayı amaçlar? Bu kararı kim, hangi saikle alıp, uygular? Başka deyişle talimat nereden, kimden gelir, hangi dosyaya konur? Ankara itham edildiği halde, neden resmi bir yalanlama yapılmaz? Daha önce sözde kazara topçu atışıyla Amediye yakınında çoğunluğu Hristiyan Iraklı iç turistler öldürüldüğünde derhal yalanlanmıştı oysa.
Esasen demokratik ülkelerden başta ABD ve kimi eski sömürge imparatorluğu murisi İngiltere, Fransa gibi devletlerin istihbarat teşkilatlarınca yürütülen örtülü harekâtlar ("covert actions") ve suikastlar Soğuk Savaş'ın dahi ilk yarısının sonlarında terk edilmişti. Bugün hatırı sayılır devletler arasında bu tür hamleleri yapan yalnızca kendi de KGB sıralarından yükselen Putin'in Rusya'sı kaldı. Yinelememde sakınca yok sanırım: Hukuk devletinin aklı olmaz, hafızası olur. Yolsuzluğun hoşgörülebilecek düşüklükte bir düzeyi olamayacağı gibi, "rutin dışına çıkmak" da hukuk devletinde olası değildir.
ERDOĞAN’IN ABD’Yİ BEZDİRDİĞİ BELLİ
Irak'ta Bağdat ile Erbil ile anlaşamıyor ancak birbirlerine muhtaç görünüyor. İkisinin de kanırtarak kendi egemenliğini karşısındakine dayatacak gücü yok. Bağdat'ta IKB temsili dahi artık ikileşti. IKB bütünleşme değil ayrışmanın derinleşmesi yolunda gidiyor. KDP ile KYB arasında bir sıcak çatışma patlak vermesi bile yeniden olasılıklar arasında. KDP'nin içinde kardeş çocukları Neçirvan ve Mesrur Barzani ancak Mesut Barzani'nin varlığıyla yan yana durabiliyor. KYB'de belki iki kardeş Bafıl ve Kubat Talabani yeniden ortaklaştı ama onları da belki ancak yeğenleri Lahur Talabani'nin iktidar tehdidi bir arada tutuyor.
Velev ki "uyarı atışı" yapılarak hem sözkonusu gerginliklerin yükseltilmesi, hem ABD'ye alanın her an gözetim altında olduğu, habersiz kuş dahi uçmadığı mesajı verilmek amaçları güdülmüş olsun. Yine pek anlam ifade etmiyor. Parmağı göze sokarcasına, Erbil'i Bağdat'la, Süleymaniye'yi Erbil'le tokuşturmak neden Ankara'nın işine gelsin? Yahut birilerinin istekayı devrederken bilardo masasındaki topları birbirlerine yapıştırarak bırakmayı öngördüğü düşünülebilir: "Sorunları öylesine içinden çıkılamaz bir yumağa çevirelim ki zinhar ne ABD ne IKB ile asla düzgün ilişki kurulamasın" kafası.
Nitekim IKB Başbakanı Mesrur Barzani KYB'yi kınarken, KYB'den Bafıl Talabani KDP'yi isim vermeden suçladı. KYB'li Irak cumhurbaşkanı Abdüllatif Raşit Türkiye'yi eleştirirken, yürütmenin başındaki Başbakan Sudani'den pek ses çıkmadı. MİT Başkan Yardımcısı Mutlu Toka, Bağdat'ta Irak Ulusal Güvenlik Müsteşarı Aracı'yı ziyaret ederken, hemen ardından aynı Aracı'nın KYB adına Kubat Talabani'yi kabul ettiği görüldü. ABD ise -bürokrat düzeyinde- kendi askerlerinin hayatlarını tehlikeye atacak girişimleri kabul etmeyecekleri yollu ifadelerle yetindi –şimdilik.
Bu arada ABD donanmasından bir denizaltı GKRY'ye liman ziyareti yaptı. GKRY'ye silâh ihracatı kısıtlamasının kalkmasının ardından, bir eşik daha geçilmiş oldu. En günceli bu ama benzer örnekler çoğaltılabilir. ABD'nin Türkiye'ye bir NATO müttefiki gibi yaklaşmadığı yahut Ankara'nın "gelenekselleşmiş" kaygılarını gözetip, yönetmeyi öncelemediği açık. Buna karşılık, Erdoğan'ın da ABD'yi bezdirdiği belli: "Her şeyin bedeli var / Olmadı yâr."
Tersten gitmeyi deneyelim. Öyle ya 14 Mayıs'tan yeni bir yönetimin başa geçmesi olasılığı güçlü. Ben öyle olacağı kanısındayım. Kılıçdaroğlu, Yeşil Sol'un da aday göstermeyerek dolaylı desteğiyle seçilecek. Bu durum kendiliğinden ve hemen taze bir başlangıç anlamına gelmeyecekse de, herhalde Kürt Sorununa iç ve bölgesel boyutlarıyla yeni ve taze bir bakış demek olacak. Öte yandan, Kürt Sorunu, SDG (YPG/YPJ/PYD) üzerinden ABD'ye de değiyor. Başka deyişle, küresel bir boyut da edinmiş durumda. Gelecek cumhurbaşkanı ve yeni yönetim de önündeki tüm dış politika sorunlar yumağına diyalogu önceleyerek yaklaşmayı vaat ediyor.
GERİLİM AYYUKA ÇIKTI
KYB'nin Ankara Bürosu'nun kapatılıp, temsilci Behruz Galali'nin sınırdışı edilmesinden başlayıp, üst düzey MİT görevlilerinin KYB bölgesindeki Dokan'dan Kandil'e kaçırılmaları ve bugüne dek rehin tutulmalarıyla süren gerilim, KYB'nin PYD'ye ılımlı yaklaşımı ve desteği derken, keza KYB tarafından sağlanan helikopterlerin sınırımıza yakın konumda düşmeleriyle iyice yükseldi. Nihayet Süleymaniye havaalanı yakınındaki SİHA saldırısı ve anılan havaalanından Türkiye'ye uçuşların yasaklanmasıyla –deyim yerindeyse- ayyuka çıktı.
Bafıl Talabani'nin IKB petrolünün Türkiye üzerinden küresel pazarlara arzından ve olası doğal gaz satışından Süleymaniye tarafına düşen payın alınamamasını eleştirdiği veya düşen paydan hoşnut olmadığı biliniyor. Habur sınır kapısından edinilen gelir de denkleme katıldığında KYB'nin giderek KDP'nin zoraki biçimde boyunduruğu altına girme tehlikesini ufukta gördüğü anlaşılıyor. Dolayısıyla Tahran'la ve Bağdat'ta oyunlar oynarken, Vaşington'u da IŞİD'le mücadele ekseni üzerinden kendine KDP'den daha yakın tutmaya çabalıyor.
Sonuç olarak kısa kesip, geçen yazımda dile getirdiklerimi yineleyeceğim: Bu Ortadoğu oyunlarına ne methaldar ne egemen olmaya Türkiye'nin gereksinimi var, olmamalı da. Ankara ne Erbil ile Bağdat, ne Erbil ile Süleymaniye, ne Bağdat ile Tahran arasında yapay bir seçim yapmaya kendini zorlamalı. Diplomasi, çelişki ve sınamaların en düşük maliyetle doğru yönetim yordamı. ABD ile ilişkiler de, Kürt sorununun barışçıl ve siyasal çözümü de iç siyasetin sunağında miyopik bir yaklaşımla kurban edilmemeli.
Özetin özeti: Plan yapmayın plan, gitmez Kürdistan'da –hatta genel olarak Ortadoğu'da. Zaten gerek de yok.Deyim yerindeyse, "cin olmadan adam çarpmaya" kalkışmaya da, küçük hesaplar peşinde koşmaya da gerek yok. Tutturulmuş gidiliyorsa eğer "oyun büyük" diye bir terane, Türkiye de seçimden sonra kalıbına yakışanı yapmalı, artık "büyük" oynamalı.Kendine yakıştığı gibi büyüklerin masasına yeniden geri dönüp, yetişkinlere yakışır biçimde davranmalı. Öngörülebilirlik, dış politikada itibarın temeli.
Cumhurbaşkanı seçildiğinde Kılıçdaroğlu'na dış politikada ilk düşecek iş, ulusal çıkarlar setini gözden geçirmek ve kendi atayacağı dışişleri bakanına da o doğrultuda siyasi talimatını vermek olacak.
Aydın Selcen: 1969’da İstanbul’da doğdu. 1988’de Saint Joseph Lisesi’ni ve 1992’de Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdi. Aynı yıl girdiği Dışişleri Bakanlığı’nda, ikinci onyılı Irak’ta veya Irak üzerine olmak üzerine yirmi yıl çeşitli kademelerde ve büyükelçiliklerde meslek memuru olarak çalıştı. 2010’da Türkiye’nin ilk Erbil Başkonsolosu atandı. 2013’te memuriyetten istifa etti. Birbuçuk yıl Genel Enerji petrol şirketinde siyasal danışmanlık yaptı. ArtıTV, ArtıGerçek ve MedyascopeTV’de yazıyor ve yayın yapıyor. “Gözden Irakta” adlı kitabı İletişim Yayınları’ndan 2019’da çıktı. Galatasaray Kulübü üyesidir. Alaz adında bir kızı var.