Aydın Selcen
Kürdün petrolü, helikopteri, nişanı
Omurgasını PKK’nin Suriye uzantısı YPG/YPJ’nin oluşturduğu SDG’nin iki helikopteri, sınıra neredeyse taş atımı uzaklıkta anlaşıldığı kadarıyla kötü hava koşulları nedeniyle düştü. Bu olaydan bağımsız olarak aynı SDG’nin üst düzey komutanları, Fransa Senatosu’nda nişan verilerek onurlandırıldı. IKB’nin kendi sahalarının üretimini de alarak sınırımıza dek getiren ek/yama hattı yaptırması, Erbil-Bağdat gelir paylaşımı anlaşmazlığı ve IKB petrolünün dünya pazarlarına ülkemiz üzerinden pazarlanması gerekçeleriyle Kerkük-Ceyhan boru hattı, Irak’ın Paris’teki tahkim davasını kazanmasıyla kapandı.
Üç konunun birbirleriyle herhangi bir ilintisi yok. Ancak bu üç konuya birlikte bakmanın şunun şurasında 15 Mayıs’ta işbaşına gelmeyi hedefleyen Millet İttifakı’nın olası dış politikası bağlamında, hiç yoktan düşünceyi tahrik bakımından, yararı var.
Hep yazageldiğim gibi dış politika yaparken “ne yapmak, nereye varmak istemek” bir omuzda oturuyorsa, o politikalar değerlendirilirken de “niyet neydi, akıbet ne oldu (-bak şimdi)” diğer omuzda oturur. Yine hep yazageldiğim üzere “ulusal çıkarlar” da ne ilanihaye “hikmet-i hükümet” örtüsü altına gizlenebilir, ne taşa kazılı sabitlerdir. Özellikle başkanlık rejimlerinde “at sahibine göre kişner”, ki demokrasi iddiası varsa (akıllara Putingiller gelmesin) doğrusu da odur. Bu, hele Türkiye sıkleti ile konumunda ve böyle bir tarih ile kimliğe sahip bir devletin rüzgârgülü gibi her gelişmeye göre perakende tutum alacağı anlamına da gelmez, gelmemelidir.
ANKARA SESSİZ KALMAKLA YETİNDİ
Ankara helikopter olayında ilginç biçimde olabildiğince sessiz kalmakla yetindi. Nişan konusunda anadili gibi Türkçe konuşan Fransa Büyükelçisi Magro’yu Bakanlığa davetle tepkisini iletti ve resmi açıklamayla da durumu kınadı. Boru hattı meselesindeyse, aleyhteki tahkim kararı açıklanmadan hemen önce Irak Başbakanı Sudani’yi ağırlayıp, “terörle mücadele” alanında bazı mutad tavizler koparmaya çalışıp, bırakılan su miktarını artırmayı vaat etti. Tahkim sonucu açıklanınca, ona da uyacağını beyan etti.
İlk olaydan anladıklarımız SDG’ye tam da “terörle (yani IŞİD’e karşı) mücadele” için helikopter sağlanmış, uçuş eğitimi verilmiş (herhalde ABD tarafından). SDG ile KYB arasında da herhalde bu alanda teknik ama ötesinde de politik bir alışveriş ve belki anlayış birliği varmış. İkisini bir araya getiren de Türkiye’nin KDP’ye desteği ve ABD’yi yanlarında tutma kaygısı olsa gerek. Ankara’nın sessizliği ve Arzu Yılmaz’ın da dikkat https://medyascope.tv/2023/03/19/arzu-yilmaz-yazdi-helikopter-kazasi/ çektiği üzere o havada ve o alışılmadık rotadan uçma ısrarıysa başka çok taraflı sorulara kapı aralıyor. Ama olası yanıtların tamamı spekülasyon olacağı için bunları bir yana bırakalım.
Nişan verilmesi, yakın geçmişte ABD Genelkurmay Başkanı Org. Milley’nin ve CENTCOM Komutanı Org. Kurilla’nın, Kuzeydoğu Suriye’yi ayrı ayrı ziyaret etmelerinin peşine gerçekleşti. Fransa’da Senato hep sağın elinde, zaten baştan öyle olması için tasarlanmış. Demek ki NATO müttefiğimiz Fransa da, ABD gibi seçim öncesi Suriye’ye (onun içinde Rojava’ya) yeni bir harekât yapılmasına açıktan karşı. Üstelik ABD ve Fransa son dönemdeki ılımlı değişikliğe dek tıpkı Türkiye gibi Esat’a en sert muhalefeti yürüten iki devlet. Belki Şam’a açılım dolayımıyla SDG’nin tepesine iki taraftan binmek gibi bir seçenek de geçersiz kılınmak istenilmiş.
YANLIŞ NEREDE?
Petrol meselesine gelince. Türkiye’nin petrol ve gaz tedarik kaynaklarını çeşitlendirmesi doğru. Türkiye’nin sınırötesi (soydaş ve akraba?) Kürtlerle doğru zeminde kuracağı ilişkilerin en düşük maliyetle kendiliğinden ve kalıcı bir güvenlik kuşağı yaratacağı da öyle. Kendi iradesiyle federasyon olmuş Irak’ın, tek federe bölgesi Kürdistan da bizim Irak sınırımızın tamamını örtüyor. IKB ile karşılıklı bağımlılığa dayalı “normal” ilişkiler kurmak da doğru. Öyleyse yanlış nerede?
Yanlış, Erbil ile Bağdat, Bağdat ile Tahran arasında yapay seçimler yapmaya zorlanmakta. Yanlış, Erbil ile Süleymaniye arasında ayrımcılık yapmakta. Yanlış, İslamcıların ümmetçilik ile kavmiyetçilik üzerinden dış politika yapma ve bu ikisi arasında da hiyerarşi yaratma takıntısında. Yanlış, akçeli işlerde devlet desteğiyle kayırmacılık yapmak ve yolsuzluğa çanak tutmakta. Yanlış, dışişlerini kişisel dış ilişkilere dönüştürmek veya yalnızca onlara dayandırmakta. Yanlış, zamanlamada geç kalıp, ne bağlamı ne ortamı doğru okuyamamakta.
SDG İLE DE DİYALOG
Buraya neden ve nasıl gelindiğinden önemli olan da, bundan sonrası; nereye ve nasıl gidileceği. Başka deyişle, Millet İttifakı’nın (Emek ve Özgürlük İttifakı’nın da dolaylı desteğini alan) ortak adayı Kılıçdaroğlu’nun 15 Mayıs günü cumhurbaşkanı olduğunda bu konularda ne yapacağı. Dışişleri Bakanı olarak kimi atayıp, ona hangi ana siyasi talimatı vereceği. Bağdat’la da, Tahran’la da diyalog. Ama Erbil’le ve Süleymaniye’yle de diyalog. Şam’la diyalog ama SDG ile de diyalog. Ve diyalog olsun diye diyalog değil. Süreç, sonucun önüne geçmemeli. Talimat da liyakattan önde gelmeli.
Türkiye petrol ve gazda dışa bağımlı. Bugün, özellikle Ukrayna’yı işgal girişiminin ardından özellikle de Rusya’ya bağımlı. Üstelik NATO müttefikleri tersine giderken, (adeta) “Mersin’e” giderek. Seçenekler sonsuz değil ama komşumuzda 1977 ile 1987’de devreye alınmış ikiz boru hattı var. Komşumuz Irak’ın içinde de komşumuz IKB var. IKB’nin de küresel ölçekte giderek değerini yitiren petrolü ve gazı şu yoklukta deyim yerindeyse “bulunmaz nimet.” IKB’nin sözkonusu kaynaklarının küresel ölçekte gözardı edilebilir duruma indirgenmesi bile rekabet bakımından bir avantaj. Türkiye’nin TPAO’su, onun dışarısı için kurulu TPIC’i, onun da yanı sıra Irak’a özel kurulu TEC’i var. Yine iş kalıyor, o gün olduğu gibi bugün de, “helva yapmaya.”
Daha önce gerek HDP’nin zoraki de olsa Yeşil Sol’a dönüşmesinin, gerek aday çıkarmayarak da olsa Emek ve Özgürlük İttifakı’nın ortak aday Kılıçdaroğlu’nu desteklemesinin yüz yıllık Kürt sorununun siyasal ve barışçıl yoldan çözümü için geniş bir fırsat penceresi açtığını belirtmiştim. O açılan fırsat penceresinin dış politika, ulusal güvenlik ve enerji boyutlarını da hem Şam ve Bağdat’la, hem IKB ve Kuzeydoğu Suriye’yle sil baştan kurulacak ilişkiler oluşturacak. Top dönüp dolaşıp gelip 15 Mayıs’ta yeni cumhurbaşkanı Kılıçdaroğlu’nun ayağında duracak.
Aydın Selcen: 1969’da İstanbul’da doğdu. 1988’de Saint Joseph Lisesi’ni ve 1992’de Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdi. Aynı yıl girdiği Dışişleri Bakanlığı’nda, ikinci onyılı Irak’ta veya Irak üzerine olmak üzerine yirmi yıl çeşitli kademelerde ve büyükelçiliklerde meslek memuru olarak çalıştı. 2010’da Türkiye’nin ilk Erbil Başkonsolosu atandı. 2013’te memuriyetten istifa etti. Birbuçuk yıl Genel Enerji petrol şirketinde siyasal danışmanlık yaptı. ArtıTV, ArtıGerçek ve MedyascopeTV’de yazıyor ve yayın yapıyor. “Gözden Irakta” adlı kitabı İletişim Yayınları’ndan 2019’da çıktı. Galatasaray Kulübü üyesidir. Alaz adında bir kızı var.