Altılı Masa’da konsolidasyon ve icraat seçenekleri

Yarın “niyet neydi akıbet ne oldu” dememek için, bugün “ne yapmak” denli “nereye varmak istemek” sorularını sürekli sormak da gerekli. Kulislerden, kapı aralarından çıkıp demokrasinin aydınlığında yararlı bir kurucu tartışmaya gereksinim var.

Altılı resme bakıyor ve anlıyoruz: CHP ve İYİP’in yan yana gelmesi, zamanında Demirel ile Ecevit’in bir türlü başaramadığı, cendereden çıkış yolunu, iki ana akımın ulusal birlik yönetiminde buluşmasını gösteriyor. Üçünün oy toplamı belki 5%’in altında kalacak olsa da Saadet, Gelecek ve Deva’nın masada bulunuşu, AKP seçmenine seçenek sunuyor, bir bakıma CHP’deki Kılıçdaroğlu dönüşümünün güvencesi, onayı oluyor. DP de –hele simgesel 14 Mayıs’a denk düşürülmüş seçimde- markasını, armasını getiriyor. Bu beşlinin CHP’nin adayı Kılıçdaroğlu üzerinde oydaşması da kampanya motorunun dişlilerini çevirip, pistonlarını harekete geçiren içten patlamayı yaratıyor. Buna karşılık sistem, meclisin içinden çıkıp yine meclise sorumlu olacak bir koalisyon hükümetine dayanak sağlamıyor.

Altılı Masa’nın yurttaşa/seçmene temel vaadi, kurumları güçlendirip ve kuralları her yurttaş için anlaşılır ve geçerli kılmak yoluyla demokrasiye geçmek. Çelişki, seçim kazanıldığında günlük işleri yürütmek, hasarı onarmak ve en azından ilk yüz günde gözle görünür yol almak için kararnamelerle devam etmek ve ilk önce makamları paydaşlara paylaştırmak zorunluluğunda. Köşk kadrosu ile bakanlar kurulu ve üst düzey icracı bürokrasinin dengesinin ve ortak işleyişinin kurulmasında. Cumhurbaşkanı ve yardımcılarının partilerinin genel başkanlıklarını bırak(a)mayacak ve o paydaş partilerin en parlak kadrolarının milletvekili olmakla icracı bürokrat olmak arasında tercihe zorlanacak oluşları diğer basınç etmenleri. Milletvekili aday listelerinin hazırlanması da öyle.

Şirketler dünyasının birleşmeler ve satın almaları* çok paydaşlı siyasal ittifaklar için de yol gösterici olabilir. Özetle şirketler yeni piyasalara girmek, piyasa paylarını büyütmek, taze ve daha geniş kaynak (hem sermaye, hem altyapı vb.) yaratmak, maliyeti düşürerek kârlarını ve yönetim yapılarını değiştirerek etkinliklerini artırmak için birleşir veya birbirlerini satın alır. Hiçbir birleşme veya satın alma sancısız olmaz ama müzakereyle veya hisse toplayarak farklı yöntemlerle gerçekleşebilir. Sonuçta etkinliğin ve büyüklüğün arttığı bir konsolidasyon durumuna varmak amaçlanır. Siyaset diline uyarlarsak 2+2’nin 4 değil 5 etmesi hedeflenir. Birleşmenin ardından müzakere döneminde karşılıklı didişmiş yöneticiler uyumla bir arada çalışmaya yönelir ama tasarlanan yeni uyumu bozan yahut bozması öngörülen epey kelle de o arada gider.

ATAMALAR VE GÖREVDEN ALMALAR YÖNÜ GÖSTERECEK

Seçim sonrasında da bizi bekleyen bir tür “teknokratlar kabinesi.” Zaman baskısı güçlü ama her kurumda defterlerin içinden çıkılması bile en az altı ay alacak. Her teknik icracı üst hatta orta kademe yöneticinin politik bir “dayısı”, arkası olacak. Paydaşlar arasında uzlaşının yordamı muğlak bırakmak ve az yazmak, temel ilkelerde anlaşmayla sınırlı kalmak. Dönüp başvurulacak ayrıntılı bir koalisyon rehberi yok. Ne olduğu, neleri kapsadığı tanımlanmasa da “rövanşizmden” kaçınılacağı da belirtiliyor. Ancak kadrodaki yenilenme ve atamalar her zaman ilk göstergedir. Bürokrasi için senfoni orkestrasının çalmaya başlamadan obuadan aldığı “la” sesi gibidir. Bir koltukta iki kişi oturamayacağına göre zengin kadroya yer açmak için koltuk yaratmak yahut danışmanlık tahsis etmek “çözümleri” akla gelebilir. O yola sapmaksa, etkinliği artırmaz, tepeden basılacak tazyikli suyun gözeneklerden cılız biçimde damlaması sonucunu verir.

Doğal olarak yeni yönetim işleri olabildiğince kavgasız gürültüsüz yürütmeye çabalayacak. Bu, meselenin “ne yapmak” sorusuna yanıt bölümü. Ancak “nereye varmak istemek” sorusunun yanıtını da ilk günden kara tahtaya beyaz tebeşirle yazmak gerekecek. Çelişkiler yönetilmeye çalışılırken, Köşk’ün bir yöne, bakanlıkların başka yöne; örnekse belirli bir dosyada Dışişleri’nin oraya, MİT veya Diyanet’in buraya çekmesi sakıncaları ortaya çıkabilecek. AKP’den miras “arka kanal” hastalığı, geleneksel, yerleşik, resmi temasların önüne geçerek depreşebilecek. Kısacası, şu iki aylık dönemde Altılı Masa liderleri ve üst düzey yöneticileriyle görüşecek G20 ülkelerinin Ankara büyükelçilerinin başkentlerine çekecekleri “sentez” telgrafların anlamlı bir bütün yansıttığını varsayabilmeliyiz.

Seçimle tek adamdan kurtuluşun ardından, yeniden kuruluş dönemi başlayacak. Bu bağlamda sanki bizlere düşen de “federalist papers” benzeri yazılar kaleme almak. Murat Sevinç şöyle anlatmıştı: “(Amerikalılar) İngilizleri yendiler; şimdi ne yapacaklar? Koloniler Independence Hall‘a Konfederasyon ilkelerinde değişiklik yapmak için girip anayasa yaparak çıkıyor! Kabul etmeyen üç eyaleti ikna etmek için Hamilton, Jay ve Madison adlı kurucular, gazetelerde 80’in üzerinde yazı yazarak anayasayı anlatıyor. Bugün ‘The Federalist Papers’ olarak bilinen bu yazılar hakikaten çok öğretici.” Cumhuriyet tarihimiz de esasen zengin: Yerel şuralar, Atatürk’ün liderliğinde kestirmeden çeviri yoluyla kes-yapıştır getirilen yasalar, Almanlara Avusturyalılara yaptırılan kent planları, üniversitelere çağrılan ve kurumların temelini atan hocalar, uzmanlar vb.

“Paradigma değişikliği” gibi kavramlarla söze giriliyorsa, bunun ardından ilk yazılacak “yetkin kadrolara yetki vermek” olmamalı sanırım. Bir türlü tamamlanmayan ve doğası gereği hiçbir zaman tamamlanamayacak bir “demokrasiye geçiş” anında donup kalınmamalı. Zira bu olası durum da anayasal ve siyasal vakumun bir başka hali, adı konmadan süregidecek bir tür OHAL demek olur. Herhalde anahtar TBMM seçimlerinde Millet İttifakı’nın 300, HDP’nin de 60 sandalye sayısını aşacakları bir sonuç çıkmasında. Böylece yeterince uzun ve yine yeterince kısa bir dönemin ardından tekrar seçime gidilir. Herhalde sadeleşmiş bir gerçek koalisyon hükümetine ulaşılır. Sözkonusu koalisyon CHP+İYİP veya CHP+4 formülleriyle mi olur, arada “birleşme ve satın almalar” yaşanır mı, bugünden kestirmek güç. Yönetimde devam etmek iradesinin, İYİP’i merkez sağa çekmek ve oturtmak gibi bir yan etkisi olması da beklenir.

SEÇİMİN YARININI BUGÜNDEN DÜŞÜNMEK GEREK

Yalnızca seçimi muhalefetin kazanmasıyla esecek özgürlük rüzgârını düşlemek dahi umutları diri tutmak için yeterli. Hiçbir yönetimin uğraşsa bile eldekinden kötü olamayacağı da belli. Muhalefetin beklenen seçim zaferi ülkemize kendiliğinden sağaltıcı bir etki yapacak. Yaşanacak coşkunun (“euphorie”) sayısız olumlu sonuçları olacak. Ancak yarın “niyet neydi akıbet ne oldu” dememek için, bugün “ne yapmak” denli “nereye varmak istemek” sorularını sürekli sormak da gerekli. Kulislerden, koridorlardan, kapı aralarından çıkıp demokrasinin aydınlığında, halkın katıldığı belki düzensiz ama yararlı bir kurucu tartışmaya, cıvıldaşmaya gereksinim var. Birbirimize bağırmak yerine karşılıklı konuşabilmeli, yan yana değil iç içe yaşayabilmeliyiz. Partilerin kendi yapılarını da bu doğrultuda yeniden düzenleyip, gerçek seçimli düzene bir an önce uyarlamalarında yarar var.

Yazdıklarıma “devlet idaresini senden öğrenecek değiliz” denebilir. Ama işe devletin olmadığı, kalmadığı ön kabulüyle başlamakta da yarar olabilir. Sıfırdan devlet yani teşkilat-ı esasiye kurmak hem heyecan verici bir fırsat, hem dehşet verici bir sınama. Şebnem Ferah’ın isabetle vurguladığı gibi: “Sil baştan başlamak gerek bazen / Hayatı sıfırlamak…” Öyle bir andayız bence.

*Yazımda yararlanmak için danıştığım, bu alanda uluslararası kariyer sahibi eski bir arkadaşıma bıktırıcı sorularıma uzun zaman ayırıp “off the record” ama sabır ve özenle verdiği yanıtlar için teşekkür ederim.

**Benzer izlekler üzerine Cumartesi günü Medyascope’ta çıkan yazıma dileyen okurlar göz atabilir. Seçim gününe dek bu konuda takımdan ayrı boş koşularımı sürdürmeyi öngörüyorum.


Aydın Selcen: 1969’da İstanbul’da doğdu. 1988’de Saint Joseph Lisesi’ni ve 1992’de Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdi. Aynı yıl girdiği Dışişleri Bakanlığı’nda, ikinci onyılı Irak’ta veya Irak üzerine olmak üzerine yirmi yıl çeşitli kademelerde ve büyükelçiliklerde meslek memuru olarak çalıştı. 2010’da Türkiye’nin ilk Erbil Başkonsolosu atandı. 2013’te memuriyetten istifa etti. Birbuçuk yıl Genel Enerji petrol şirketinde siyasal danışmanlık yaptı. ArtıTV, ArtıGerçek ve MedyascopeTV’de yazıyor ve yayın yapıyor. “Gözden Irakta” adlı kitabı İletişim Yayınları’ndan 2019’da çıktı. Galatasaray Kulübü üyesidir. Alaz adında bir kızı var.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aydın Selcen Arşivi