Hüseyin Çakır

Hüseyin Çakır

Darbe girişimi gerçek: Öncesi ve sonrası olanlar ne peki?

Kim darbenin başı,  konsey kimler, genelkurmay başkanı kim, MİT müsteşarı kim, kim başbakan,  bakanlar kurulu kimlerden oluşacak.

Bir zamanlar dala kuş konsa ve birisi o kuşa taş atsa  "üst akıl"ın işi diye yorumlanırdı.

Adı sanı, şekli şemalı belli olmayan bütün kötülüklerin hem anası hem babası "üst akıl" 15 Temmuz Darbe Girişimi öncesi, darbe anı ve darbe sonrası ne haltlar karıştırdı.

Darbe girişim sonrası "üst akıldan" sık sık söz edilirken bıçakla kesilir gibi kesiliverdi.

Eğer böyle bir üst akıl vardıysa darbe girişimi öncesi bir masa etrafında bir araya geldi(ler) mi? 

Bu üst akıl içeride kimlerden oluşuyordu, darbe planını nasıl yaptılar ve dış bağlantılarını kimler sağlamıştı?

İktidar çevreleri genellikle üst akıl’ın "dışarı" da olduğunu düşünüyorlar, hatta bundan eminlerdi 

Gülen Cemaati FETÖ olmadan önce devletin ve iktidarın hoşuna gitmeyen her şey dış üst akıla yüklenirdi.

Gezi dâhil her muhalif söz, talep için "Bunları üst akıl yönetiyor"  babında acayip siyasal yorumlar yapılıyor, sevilmeyen insanlara, kurumlara kara çalmak, itibarsızlaştırmak istendiğinde  "O üst aklın emrinde" suçlaması yapıldığında, vatan haini olarak ilan edilmiş oluyorlardı.

Ne kadar çok vatan haini ilan edilirse, vatanseverlerin, vatan sevgisi artar sanıyorlar.

 

Kafaları Tırmalayan Sorular

 

15 Temmuz sonrası iş çok değişti. Üst aklın yerini FETÖ’cülük aldı. Üstelik, birine FETÖ’cü dedin mi kanıta, delile falan gerek yok, suç süjeleri suçlamanın içinde mündemiç sayılıyor.

Doğrudan kodese yol görünüyor.

Bu 15 Temmuz Darbe Girişiminin öncesi, darbe anı (günü) darbe girişimi sırası (o gece) ve darbe sonrasıyla ilgili çok sayıda kişinin kafasını tırmalayan soru işaretleri yazıldı çizildi.

"Müzmin muhalifleri, yeminli Erdoğan düşmanlarını"  ve bir de Twitter, Facebook gibi sosyal medyadan sallayanları veya  "yüksek seviyeli analiz" yapanları bir kenara bırakalım.

İktidar çevresinden olan yazar, çizerlerin, eski AKP’lilerin "bir yerlerde bir bit yeniği var" sorularını, kuşkularını ciddiye almak gerekiyor.

Kılıçdaroğlu’nun "kontrollü darbe"  sözü, tespit mi yoksa laf olsun, Erdoğan ve iktidar üstünde şüphe oluşturayım babında siyasi söylem mi?

Yoksa devletten   (istihbarat,  emniyet, ordu, bürokrasi)  ya da  "dış mihraklardan" gelen bilgi mi?

"Kontrollü darbe"  sözünü ana muhalefet partisi başkanı söylediği zaman, biz bunu 15 yaşındaki Twitter çocuğunun söylediği ile kıyaslayamayız. 

"Bir bildiği var"  diye düşünür, sözün devamını ve arkasından da belge, kanıt neyse bunları bekleriz.

"Kontrollü darbe"   sözü sadece söylem olarak kaldığında, Türkiye’nin kaderini değiştiren bir olay ve süreçle ilgili ana muhalefet liderinin gayri ciddiliğini ortaya koyar ve söyleyeceği sözlere kuşku ile yaklaşılır, güvenilmez.

Kılıçdaroğlu bu kadarını söyledi ve AKP milletvekili Şamil Tayyar CHP ve Kılıçdaroğu’nu FETÖ ile bağlantılı olduğunu söyleyerek Yargıtay Başsavcısına çağrı yapıyor:  "Acaba Kılıçdaroğlu FETÖ'ye rehin mi düştü diye düşünüyordum ama geldiğimiz bu noktada bunun da ötesinde olduğunu, birlikte bir hareket olduğu çok net ortaya çıkıyor. Bir siyasi işbirliğinden söz etmek mümkün. Bu hukuken de değerlendirilmesi ve bir suç tespitinin yapılması gerektiğini düşünüyorum. Yani bugün CHP bir siyasi partinin ötesine geçmeye başladı. Bu hukuken bir yaptırımı zorunlu kılar. Yorumumu biraz abartılı bulanlar olabilir ama bu anlatılanlardan sonra bizim Kılıçdaroğlu'nu bir siyasi figür olarak görmemiz bana göre mümkün değil. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın hızlı bir şekilde harekete geçerek bu kronoloji çerçevesinde FETÖ ve Kılıçdaroğlu, CHP ilişkisini bir hukuki zemine oturtması ve bu anlatımları hukuken delil sayabilecek verilerle güçlendirmesi halinde CHP hakkında kapatma davasının açılabileceğini düşünüyorum"   diyor. Olur, mu olur?

Enteresan olan, AKP yöneticileri: Parti Başkanı,  Başbakan  ve iktidar medyası AKP’ dışındaki herkesi FETÖ’cülükle suçluyorlar.

FETÖ’cülük Kayserilini eşeğini boyayıp babasına satma hikâyesine döndü.

Hikâyenin asıl kahramanları kuzu rolü yapıyor, yalancı çobanlarda felaket tellalı gibi bağırıp duruyorlar. 

Nasıl oldu da 15 Temmuz’a gelindi sorulması gereken asıl soru bu.

Darbe Girişimi Öncesi Birbirine Zıt İki Olay

Birincisi,  Ergenekon –Balyoz… Darbe hazırlıkları operasyonları ve davalar.

Bu operasyon ve davalar siyasi iradenin kararı ile başladı, devam etti.

Kimdi bu darbe planı-hazırlığı yapanlar?  Ulusalcı, Avrasyacı askerler ve bunları destekleyen siviller.

O zaman ki iktidarın sözüyle "devlet bağırsaklarını temizliyor" diyorlardı.

O zamanda iki blok oluşmuştu.

 Birincisini, AKP, Gülen Cemaati, başka İslami cemaatler darbelere karşı olan  STK’lar, DSİP gibi sosyalist partiler,  liberaller, demokratlar;  İkincisini, 12 Eylülcüler, bin yıl sürecek diyen 28 Şubatçılar ve siyasal olarak CHP’nin ulusalcı kanadı, MHP, Perinçek’in İşçi Partisi ve bir kısım sol-sosyalistler oluşturuyordu.

Darbe girişimi öncesi beş süreci not düşelim:

1-Barış süreci devam ediyordu;    

2-AB ile ilişkilerinde süreç derinleşiyordu;

3-Yeni Anayasa çalışmaları tam yol devam ediyordu;

4-Suriye iç savaşı henüz kızışmamıştı;

5-Başkanlık sistemi tartışması, entelektüel tartışma düzeyindeydi.

Bu beş süreç Gülen cemaati ile girişilen kavgadan sonra ters yüz oldu.

Gülen Cemaatine karşı AKP ve devletin birlikte başlattıkları kavganın en kızgın sürecinde Darbe Girişimi oldu.

Bu kavganın açıklanan nedenlerinden çok açıklanmayan nedenleri 15 Temmuz’un zihinleri kemiren sorularına da yanıt olabilir.

 Ergenekon-Balyoz… vs gibi darbe hazırlığı planları davaları, Gülen Cemaatinin önce Paralel Devlet Yapılanması (PDY) sonra  Fettullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ilan edilmesiyle birlikte, Başbakan yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın "bu davalar kumpas" açıklamasıyla Türkiye yeni bir sürece dümen kırdı.

Bu dümen kırma meselesi AKP ile birlikte Türkiye’yi yöneten açık, gizli, derin her neyse bu yapılar arasında bir mutabakat sağlanmış olmalı ki, yukarıda saydığım süreç ters yüz oldu.

 Dolmabahçe Mutabakatının yırtılması, Barış Süreci masasının devrilmesiyle başlayan ve terörle mücadele de son terörist yok edilinceye kadarla devam eden süreç,  güvenlikçi politikalarla bir tık daha ilerleyerek, komşularla sıfır sorundan dış ulusal güvenliği sağlamak için Askeri Sanayinin güçlendirilmesi ve devasa yatırımlara gelindi. Örneğin: Çin ile başlayıp Rusya ile noktalanan 2.buçuk milyar dolarlık füze savunma sisteminin kurulması bu süreçte onaylandı. İktidara yakın sermaye grupları Askeri Sanayi’ye yönlendirildiler.

Dünyanın neresinde olursa olsun, eğer iç ve dış güvenlik tehdidi temel politika olursa, siyasal irade kaçınılmaz olarak güvenlikçilerin (ordu-polis, siyasetçi, iş dünyası ve siviller…)  rotasına girer.

Türkiye böyle bir rotaya ne zaman girdi?
Üç  olay:

17Aralık 2013:  İçişleri Bakanı Muammer Güler'in oğlu Barış Güler, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'ın oğlu Salih Kaan Çağlayan, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar'ın oğlu Abdullah Oğuz Bayraktar, Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan, işadamları Ali Ağaoğlu, Rıza Sarraf ve Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir'in de aralarında yer aldığı 89 kişinin gözaltına alınması

25 Aralık 2013:  Özel yetkili savcı Muammer Akkaş, 25 Aralık'ta o dönemde Başbakan olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan'ın da arasında olduğu 96 kişi hakkında gözaltı kararı alması.

7 Şubat 2014: Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılması.

Bu üç olay siyasi iktidarı hedef alıyordu. Gerçekliği, senaryo olup olmadığı başka bir konu ama iktidar fena halde kapana sıkışmış haldeydi.

AKP iktidarı bu üç olayı iktidara karşı  "darbe" olarak tanımladı. Ve 2004 MGK kararını raftan indirdi ve gayri resmi iktidar ortağı yoldaşı Gülen’i ve Cemaatini Paralel Devlet Yapılanması kurmakla suçladı.

Cemaat, AKP kavgası başlamış oldu.

Tabi ki yıllarca Gülen’e karşı mücadele edenler de şu soruları sordular.

"Alnı secdeye değenler" olarak tanımlayıp,  devlet kadrolarına Gülencileri siz yerleştirmediniz mi?

Her seçim de kaç Gülenci milletvekili olacak pazarlıkları yapılmadı mı?

Ordu da terfi zamanları veya rutin zamanlarda "şunlar şunlar Gülenci" diye liste hazırlayan askeri savcı ve istihbarat bilgilerine karşı "alnı secdeye değen, Kışla da cami, mescitten yana olan subaylar"  demediniz mi sorularını sordular ve sormaya devam ediyorlar.

AKP Siirt Milletvekili  Prof.Yasin Aktay, 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonu öncesinde Fethullah Gülen cemaati üyelerini  'dindar sivil toplum kuruluşu' olarak değerlendirdiklerini söylüyor.

 

Üst Akıl İçimizde Bir Yerlerde mi?

 

Yukarıda anlatılanlardan sonra, bir  "üst akıl" senaryosu kurulabilir.

Çıkarlar öyle bir yerde buluştu ki; dostlar, menzil kardeşliği ve yol arkadaşları, düşman;  hain, düşman ve darbeci olarak tanımlananlar dost oldu.

15 Temmuz Darbesinin mekaniği, üst-alt akılların iş birlikleri ve sırları darbe girişimi öncesi,  darbe anı, darbe sonrası planlar, programlar  "işbirliği" sırlarında gizli.

Böyle bir üst akıl içimizde bir yerlerde, beklide gözümüzün önünde.

15 Temmuz Darbe Girişiminin planlayıcısı bir üst akıl varsa veya aranacaksa, bir süreçten başka bir sürece geçişin işbirliğini sağlayan mutabakatın nasıl sağlandığını ve kimlerin bunu yaptığını bilmek lazım.

Darbe girişimi anında yaşanan vahşi ve dramatik olaylar yürek parçalayıcı.

Devlet ve iktidar bu dramatik durumu gerçeklerin önüne koyarsa, gerçekler hiçbir zaman ortaya çıkmaz. 

Ağaçlara bakıp ormanı, ormana bakıp ağaçları görmeyiz.

Nereye bakıp ne görüyoruz?

Bir darbe girişimi sistem mi değiştirdi?

Bir sistem değişimi isteği darbe mi yaptı/yaptırdı?

Demokrasi çok hoşgörülü olduğu için mi darbe girişimi oldu?

Darbe girişimi demokrasiye karşı yapıldı.

 Peki, darbe girişimi püskürtülünce demokrasimi gelişti?

OHAL ile yönetim ve özgürlüklerin, demokratik sistemin askıya alınması, darbe girişimi öncesinden üst akıl(lar)ca planlanmış olmasın.

Çünkü:

FETÖ iddianamelerinin hiç birinde darbe sonrası nasıl bir sistem, nasıl bir rejim kurulacağı yer almıyor.

Bu kadar tehlikeli bir örgüt, devletin "kılcal damarlarına" sızmış.

Ama nasıl bir rejim kuracak ve kimlerle bu rejimi kuracak yer almayacak!

Güldürmeyin adamı.

Yüzlerce binlerce sayfa iddianamede her şey var. Fakat nasıl bir rejim kuracaklar yok.

Mesele o zaman Cumhurbaşkanın "Darbeyi eniştemden öğrendim"  açıklamasındaki gayri ciddiliğe indirgeniyor.

Daha 12-13 yaşlarımızda solculuk jimnastiği yaparken, ilk öğrendiğimiz ve tartıştığımız temel mesele nasıl bir rejim kuracağımız idi.

Tarihimizdeki darbelerden biliyoruz ki. 

"NATO’ya CENTO’ya bağlıyız, bütün ikili ilişkiler ve anlaşmalar devam edecek"  açıklaması yapılırdı.

Darbe konseyi bile  "onlar mı, bunlar mı" gibi bakla falına bakarak tahmin ediliyor. 

Kim darbenin başı,  konsey kimler, genelkurmay başkanı kim, MİT müsteşarı kim, kim başbakan,  bakanlar kurulu kimlerden oluşacak.

 Vs. vs. yok.

Bit yeniği,  zihinleri tırmalayan, beyni kemiren bu soruların açıkta kalıyor olması.

15 Temmuz Darbe girişimi sonucundan, birilerinin, birileriyle çıkar birliği yaparak "yeni bir sistem ve yeni bir rejim" kurma fırsatçılığı hesabı yapılıyorsa, bu hesap çarşıdan döner

Böyle bir amaç ve niyet, 15 Temmuz’da temiz duygularla sokağa çıkıp hayatını kaybeden yurttaşların anısına saygısızlık olur

Ayrıca bu darbe girişimi üstünden yeni bir tarih yazma ve kahramanlar yaratma çabası,  zihinleri kemiren çok sayıda soru, belirsizlik, tutarsızlık ve çelişkiler var iken herkesi içine alamaz;  dar bir siyasal arzu düzeyinde kalır.

Ulus devlet karşıtı olarak, millet devleti  adıyla otoriter rejim böyle hikâyelerden çıkmaz.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hüseyin Çakır Arşivi